Nisan ayı içerisinde Türkiye’de büyük heyecan yaratan bir “Obama rüzgârı” esti. Amerika’nın yeni siyahî başkanı Barack Obama 5 Nisan 2009 tarihinde Türkiye’ye bir ziyaret gerçekleştirerek çeşitli temaslarda bulunmuş ve Meclis’te yaptığı konuşmaya müteakiben de Türkiye’den ayrılarak işgal altındaki Irak’a geçmişti. Medyada günlerce şişirilerek işlenen bu ziyarette pekçok husus üzerinde duruldu; ancak Obama’nın hangi emperyalist emellerle geldiği, ne tür vaadlerde bulunduğu ve hangi kesimlerle ne gibi pazarlıkların yapıldığı hususları Obama rüzgârının estirdiği efsunkâr gribin etkisinde kalan ana akım medyaca her ne hikmetse gündemleştirilmeye değer bulunmadı. Meclis kürsüsündeki Obama ya da “büyük şef” huzurunda “düşman kardeşler”in ve “küskünler”in sarmaş dolaş verdiği göz yaşartıcı pozda gizli olan ikiyüzlülük medyanın özellikle gözden kaçırmaya, gizlemeye özen gösterdiği sahnelerden birisiydi. Ne ki bu romantik hava fazlaca uzun sürmemiş, Obama’nın ülkeyi terkinin hemen akabinde yaşanan gelişmeler bu havanın büyüsünün bozulmasına yetmişti. Obama’nın ziyaretine müteakiben muhtemel gizli pazarlıklar sonucunda AK Parti hükümeti Afganistan’daki işgal ortaklığını pekiştirme sadedinde 1.000 asker çıkartması daha yapacağı kararını kamoyuna açıklarken birbirinin ardı sıra gerçekleştirilen ve DTP ile El-Kaide’yi hedef aldığı iddia edilen eş zamanlı operasyonlarla Obama fırtınasının ülkede estirdiği olumlu hava bir anda değişti.
Büyük Şef’in Huzurunda Gözyaşartan Kardeşlik Pozları!
Obama’nın Türkiye ziyaretinde öne çıkan en önemli görüntülerden biri, TBMM’de verilen pozdu. Askerinden sivil bürokratına, iktidarından muhalefetine kadar birbirine tahammülü olmayan ve her fırsatta birbirinin kuyusunu kazmaya neredeyse and içmiş Türkiye elitleri, şimdi büyük şef’in karşısında bütünlüklü, uyumlu, yekpare bir Türkiye ve Meclis görüntüsü vermişlerdi. Ne hikmetse toplumun önemli bir kesiminin meşru oylarıyla Meclis’te grup oluşturmuş DTP’yi boykot adı altında Meclis’e günlerdir adım atmayan apoletli zevat, Obama’nın gelişiyle birlikte boykotu unutarak DTP grubuyla yan yana poz verme pahasına Meclis kulislerine koşturmuştu. Doğrusu Türkiye gerçeğini bilmeyenler açısından göz yaşartıcı bir fotoğraftı bu! Ne var ki şişirilmiş bu atmosfer fazlaca uzun sürmedi; Obama’nın ayrılışına müteakiben DTP’yi hedef alan baskınlar zinciri Obama fırtınasının oluşturduğu atmosferin büyüsünü bozmaya yetti de arttı bile!
Büyüyü Bozan Gelişmeler: DTP Operasyonları Ve Askeri Oligarşinin Osman Baydemir Tahammülsüzlüğü!
Hakkari’de DTP tabanı üzerinde Özel Harekatçı şiddeti estirilirken 14 yaşındaki Seyfi Turan isimli çocuğun silah dipçiğiyle kafasının gözünün nasıl kırıldığı görüntüleri sahneyi doldurdu. Siyonist vahşetin bir zamanlar Lübnanlı ve Filistinli çocuklar üzerinden denediği vahşeti çağrıştıran bu resmi şiddetin kurbanı Seyfi Turan’ın çığlığına sessiz kalan askerin son 30 yıldır kendisiyle doğrudan ya da dolaylı olarak irtibatlı olan kontra unsurlarının şu ana değin gerçekleştirdiği benzeri icraatları yok sayma pahasına hastanede yoğun bakıma alınan Seyfi Turan’ı teselli etmeye gittiğine şahit oluyoruz. Ne göz yaşartıcı bir sahne! Resmi ideoloji bekçisi polis ve askeri kurumlar arasındaki rekabet ve çekememezliği ve daha da önemlisi askeri oligarşinin bölgedeki sicilini bilmeyenler için doğrusu bu çok müşfikane bir tablo! Halbuki devletin müşfik/anaç yüzüne eşlik eden son derece gaddar bir yüzünün olduğu filmlere, romanlara konu olacak düzeyde yaygın değil midir? Başka bir değişle militarist düzenin havuç-sopa siyaseti ile 80 yılı aşkın bir süredir bu ülke insanı canından bezdirilmedi mi? Ama gelin görün ki sahibinin sesi medya borazanı Jandarma Asayiş Kolordu Komutanı Korgeneral Yurdaer Olcan ile İl Jandarma Alay Komutanı Albay Vecihi Halil İyigün paşaların Van’da can çekişen Seyfi Turan’ı ziyaret etmelerini hayra yormamızı ve hafızamızı yitirip her şeyi unutmamızı buyurmaktadır! Halbuki Meclis’te Obama hazretlerinin huzurunda TSK’ın boykot andını delme pahasına DTP ile yan yana flaşlara verdiği sözde uyum pozlarının ne kadar samimiyetsiz, ikiyüzlü olduğunu ve Van’da askerin Seyfi Turan’ı “teselli ziyareti”nin nereye oturtulması gerektiğini anlamak için o kadar da uzağa gitmeye gerek yok! “23 Nisan ulusal egemenlik ve çocuk bayramı” adlı resmi tapınma ritüelinin gerçekleştirildiği Diyarbakır’da askeri zevatın çizdiği fotoğrafa bakmak yeterli. Hatırlanacağı üzere DTP’li belediye başkanı Osman Baydemir’in katılmadığı bu törende 2. Taktik Hava Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Rasim Arslan hıncını alamayarak Baydemir'in adının yazılı olduğu isimliği tekmelemiş ve daha sonra da emir subayına kaldırtma nezaketinde bulunmuştu! Ve tabii ki aynı zevat provakatif bir yürüyüş gerçekleştirmekten de geri durmamıştı!
Vahşet ve tahammülsüzlük yüklü bütün bu kirli fotoğrafların Obama ziyareti ile bağlantısı nedir? Doğrudan bir bağlantı kurmayı sağlayacak bilgi ve bulgular elbetteki elimizde yok ve aslında buna hacet de olmasa gerek. Ancak bütün bunların meclisteki o meşhur, gözyaşartıcı poza neden olan Obama fırtınasının hemen akabine denk gelmiş olması da düşündürücü değil mi? Hatırlanacağı üzere DTP de Obama ziyaretinden en çok memnun olan kesimler arasındaydı. Öyleki tarihinde ilk kez Türkiye merkezli bir Kürt siyasi hareketi bir Amerikan başkanınca olağan yollardan muhatap alınmıştı. Ve hatta PKK de bu ziyarete olumluluk atfederek daha önce ilan ettiği ve süresi dolmuş olan tek taraflı ateşkes kararını üç ay daha uzattığını deklare etmişti. Başta PKK yanlısı unsurları olmak üzere Kürt medyasının da abartarak gündemleştirdiği Ahmet Türk-Obama görüşmesinde DTP sözcüleri Obama’ya Kürt sorununun boyutları hakkında bilgilendirmede bulunarak çözüm teklifleri yapmış ve konuyla ilgili bir de rapor sunmuşlardı. Obama ise dünyayı tarlası olarak gören emperyal bir gücün baş şefi olduğunu unuturcasına Kürt sorunu hakkında çok az bilgiye sahip olduğunu ve bu ziyaret vesilesiyle bilgisizliğini giderdiğini iddia etmiş ve ayrıca da Kürtlere büyük bir muhabbet duyduğunu eklemişti! Sonuçta ne Meclis’te verilen sözde kardeşlik ve uyum pozu, ne PKK’nin Obama’nın yüzü suyu hürmetine uzatma yoluna gittiği tek taraflı ateşkes ve ne de DTP ile görüşme üzerinden Obama’nın Kürtlere duyduğunu söylediği “büyük muhabbet” DTP’nin sistematik bir şekilde maruz kaldığı operasyonu önlemeye yetmedi! Komplo teorilerine elbette yönelecek değiliz ancak Amerikan başkanının ziyaretine hemen müteakiben gerçekleşen ve “büyük muhabbet duyuyorum” dediği Kürt halkının insanca yaşama, bağımsızlık ya da özgürlük iradesini DTP üzerinden cezalandırmayı hedef alan bu sistematik operasyonlardan şu ana değin habersiz olduğunu düşünecek kadar da saf değiliz! Sonuç olarak Obama ziyaretinin hemen bitimine denk gelen bu operasyonlar doğal olarak birçok insanda “Acaba Kürt sorunu Amerikan destekli olarak Irak’da çözüme doğru giderken ve TC de buna razı ettirilirken Türkiye’de çözümsüzlüğe mi sürükleniyor?” sorusunu sordurttu.
“Savaşımız İslam’la Değil!” Yalanına Jet Cevap: Daha Fazla İşgal Ortaklığına Evet!
Obama ziyaretini AK Parti üzerinden değerlendirdiğimizde bunun yerel seçimlerde önemli bir oy kaybına uğrayan ve bilhassa da bölge illerinde yükseliş trendi düşüşe geçerek imajı zedelenen iktidar partisine önemli bir moral takviye işlevi gördüğünü söylemek mümkün. Özellikle Meclis konuşmasında sarf ettiği sözlerle Obama’nın, muhafazakâr-demokratları ziyadesiyle memnun ettiği gözlenmektedir. İktidar yanlısı medya kesimlerinin neredeyse milat addettikleri bu konuşmada muhafazakar-demokratları en çok rahatlatan söz de “Savaşımız İslam’la değildir!” vurgusu olsa gerektir ki Obama’nın bu sözle başlayan cümlesi AK Partililerce uzun uzadıya alkışlandı. Dolayısıyla muhafazakâr-demokratlar kendisi kara ancak zihniyeti beyaz olduğu her yönden aşikar olan emperyalist işgal şefinin yalan olduğu Irak, Afganistan işgalleri, İsrail hamiliği ve Amerikan politikalarının bugününde de hâkim olan ve Obama ekibi tarafından da sürdürüleceğinden yana şüphe bulunmayan sözünün büyüsüne o derece kapınıldı ki, iktidar partisi Afganistan’daki gücüne ek 1.000 asker çıkarması yapacağı kararıyla işgal ortaklığına dayalı emperyalizme bağımlılığınını yenilerken iktidardan nemalanan medya kesimleri de hemencik Obama fırtınası ile Ortadoğu ve dünyada yeni bir dalganın başlayacağı tezini işlemeye başladılar! Bununla da yetinmeyen AK Parti bir adım daha atarak Antep, Konya, Maraş, Adana ve Urfa’da eş-zamanlı operasyonlar gerçekleştirerek El-Kaide ile irtibatlandırdığı Müslüman unsurlar üzerinden ve ayrıca Gaziantep, Adana, Adıyaman, Kahramanmaraş, Şanlıurfa, Osmaniye, Malatya, Erzurum, Bitlis ve Elazığ illerinde Vasat ve İhya-Der isimli kuruluşlar üzerinden yaygınlaştırdığı operasyonlarla Amerikan emperyalizminin çerçevesini belirlediği “küresel teröre karşı küresel savaş” stratejisine ne kadar sadık olduğunu ve emperyalizm güdümlü ılımlı/uzlaşmacı İslamcı vizyonundan şaşmadığını bir kez daha ıspatladı!
Ayrı bir bahsin konusu olmakla birlikte yeri gelmişken Türkiye’de son zamanlarda yaygınlaşan ve El-Kaide ile irtibatlandırılan operasyonların giderek kanıksanmaya yüz tuttuğu tehlikesine dikkat çekmekte de yarar var. Şüphesiz ki El-Kaide adı altında gerçekleştirilen bu tarz operasyonlara El-Kaide ile özdeşleştirilme kaygısıyla sessiz kalmak kısmen anlaşılır bir tutum olsa da bu operasyonları savunmaya/haklılandırmaya kalkışmak da tipik bir siyasal basiretsizlik örneği olarak karşımızda durmaktadır. Keza emperyalizmin ve ondan nemalanarak varlığını sürdüren yerel/bölgesel despotizmin El-Kaide tipi hareketlerin İslami ilkeler bağlamında bünyesinde barındırdığı zaaflar umurlarında olmadığı gibi operasyonlar da bunun için gerçekleştiriliyor değiller. Olsa olsa El-Kaide ile irtibatlandırılan ya da öyle isimlendirilen emperyalist işgal karşıtlığının ve işbirlikçiliğe onay vermeme tavrının cezalandırılmasıdır!
Emperyalizmin Fırtınasına Tutulanların Kaçınılmaz Sonu İşbirliği Zilletinde Boğulmaktır!
Obama fırtınasına müteakiben Türkiye’de bu rüzgârlar eserken fırtınanın etkisi altına aldığı Irak’ta da durum farksızdı. Emperyalizme sığınarak varolma gribi Iraklı liderlerin de içine sinen ölümcül bir hastalık. Ve daha da trajik olanı şu ki bu gribe tutulanların kendi hastalıklı yapılarını anlama ve çare-i hal arama yönünde bir dertleri yok. Aksine sahiplerini kendilerine ve sorumluluklarını yüklendikleri halklarına karşı yabancılaştıran bu hastalık, onları bütün toplumu kendileri gibi emperyalizme dost görmelerine ya da hastalıklarını bu yalanla kamufle etmeye kadar götürebilmektedir. Kimilerinin yerel despotizmin yol açtığı sorunlardan kurtulayım derken celladına savrulduğu ve kimisinin de ideolojik temelde bir gelecek tasarımı olarak kanıksadığı bu duruma Türkiye’nin yanı sıra Obama’nın Irak ziyaretiyle de bir kez daha şahit olduk. Türkiye ziyaretine müteakiben işgal altındaki Irak’a geçen Obama, Iraklı liderlerle doğrudan işgalin nasıl/hangi güvenceler yoluyla dolaylı işgale çark edilebileceğinin pazarlığını yapıyordu. Federe Kürdistan Bölgesi hükümet yetkilileri ile de Erbil’de ayrıca görüşen Obama, Barzani’ye de Kürtlere büyük bir muhabbet beslediğini söylüyordu, başka zeminlerde Arap kökenli liderlere de söylediği gibi!
Ne hikmettir ki kendi dar çıkarlarını “ulusal çıkar” olarak lanse edenlerden geçilmeyen bir coğrafya Ortadoğu! Sadece bununla da kalsa iyi! Ortadoğu’da küresel kapitalizme sığınma temelinde geleceklerini inşa etmeye çalışan hemen tüm kesimlerin iflah olmaz bir diğer hastalığı daha bulunmaktadır: Kendi kirli politikalarını tüm halka, “ulus”a mal etme olarak karşımıza çıkan bu hastalık tam bir halisünasyon örneğidir! Ayrıca bir meşruiyet kılıfı olarak da karşımıza çıkan bu hastalığın tipik bir örneğine de Obama-Barzani görüşmesinin muhtevasında tanık olmak mümkün. Türk milliyetçiliğine karşıt tepkisel bir zeminde kendisini tanımlayan Kürt milliyetçisi medya çevrelerinde abartılı övgülere konu olan bu görüşmesinde Barzani, Bölgesel Hükümet ile ABD arasında güçlü bir ilişkinin bulunduğunu belirtmekle yetinmemiş, ayrıca Kürt halkı ile Amerikan arasında da güçlü bir sevgi ve dostluk bağının bulunduğunu iddia ederek bunun geliştirilerek sürdürülmesi gerektiğinin altını çizmiştir.
Oysa bizler “Ulusal çıkar” söyleminin ne anlama geldiğini yaşadığımız coğrafya halklarına dönük TC’nin icraatlarından yakinen biliyoruz! Ayrıca iddia edildiği gibi liderleri emperyalizmle kader birliği yapmış bütün ülke halklarının emperyalizme sevgi beslediği ve bu duruma içtenlikle onay verdiği iddiası ne kadar doğru? Özellikle de yaşadığımız asrın siyasal entelijansiyasının sıkça başvurduğu tipik bir mistifikasyon örneğidir bu! Şu gerçeği de belirtmekte fayda var ki iddia edildiği gibi Kürtlerin tümü ve hatta geneli bile Amerikan’ın dostu olmadığı gibi onların içerisinde her ne gerekçeyle olursa olsun bölge ileri gelenlerinin Amerika ile sürdüre geldikleri ilişkiler ve işbirliğinden de memnun olmayanlar hiç de az değil! Açıktır ki, daha düne kadar “düşman kardeşler” statüsünde olan Irak, Bölgesel Hükümet ve TC yetkilileri bugün “büyük şef” huzurunda saygıyla eğilmiş ve “sözde kardeş” konumuna yükselmişlerdir! Yine de Türkiye’de büyük şefin yüzü suyu hürmetine de olsa egemenlerin buna kolay kolay yanaşmaya gönüllü olmadıklarını Meclis’te verilen poza müteakiben DTP üzerinden kotarılan şiddet, tahammülsüzlük ve vahşet uygulamalarından anlayabiliriz.
Diğer yandan “Türk İslamcılığı” karşıtlığı üzerinden tepkiselliğin, genellemeciliğin ve haksızlığın hemen her türlüsünü Müslümanlara reva gören ve “Kürt ulusal çıkarlarını, bunun muhafızı Güney Kürdistan statükosunu savunmayanlar haindir!” yaygarasıyla beter bir milliyetçiliğe savrulanlar ama aynı zamanda ötekileştirdikleri Müslümanlardan da kardeşlik hukukunu talep eden bir kısım Sağcı, Kürt milliyetçisi kesimler Irak Kürdistanı merkezli Yekgirto hareketinin Muhsin Yazıcıoğlu’nun cenazesine gelmesini günlerce, haftalarca yerden yere vurup neredeyse hain ilan ettiler. Ancak İslami söylemleri dillerine pelesenk ederek bundan geri kalmayanların yine Müslüman bir halkın geleceğini emperyalizme teslim etme yönündeki icraat ve beyanatlara karşı da aynı tutarlılığı göstermesi gerekmez mi? Ne var ki tıpkı emperyalizmin saldığı gribe tutulan ve ümmet coğrafyasındaki siyasi seçkinlerin çoğunluğu gibi tepki zemininde karşıt milliyetçiliğe savrulanlarımız da yaramızı deşip acımızı derinleştirmekte ve nihai düzlemde de emperyalizmi ve ona sığınarak varolan yerel despotizmi beslemektedirler. Şu halde Kürdünden Türküne, Arabından diğer unsurlarına değin Müslümanlar olarak yerel/bölgesel despotizm/işbirlikçilik ve küresel emperyalizme eş-zamanlı tavır alma tutarlılığını göstererek halklarımızın gününü ve geleceğini teslim almaya kalkışan emperyalizm ve işbirlikçiliğin planlarını boşa çıkarma yönündeki çabalarımıza hız kazandırmak durumunda değil miyiz? Hem unutulmamalıdır ki yerel despotizmi ve içimizdeki beyinsizleri de arkasına alarak emperyalizmin Ortadoğu’da, beytimizde fitillediği tufan alevlendikçe bunda yalnızca şu ya da bu kavmi unsur değil, hepimiz boğulacağız! O halde gerçek anlamda özgürlüğü, adaleti talep edenlerin kendi tevhidi gemilerini/geleceklerini inşa etme sorumluluğu ortadayken hüsrana götüreceği malum konjonktürel gemilerde oyalanmaları yakışık alır mı?