“İslam ve Rahmet toplumu” isimli kitabımda bir bölümün başlığı şu: “İslam nasıl bir toplum kurar?”
İslam’ın kuracağı topluma yönelik “korku üretimi”ne karşı İslam’ın temel yaklaşımlarını anlatan bir yazı o.
İslam’ın bütün ölçüleri Müslümanlar tarafından hayata geçirilir mi, bu bir yönetim sistemi haline geldiğinde ölçüler birebir İslam’ın ölçüleri olur mu, bu başlı başına değerlendirilecek bir konu.
Zaman zaman “Müslümanlar olarak hayatlarımızda ne kadar İslam var?” sorusu da bunun için sorulur.
İslam’ın, insani her oluşumda olduğu gibi, hiç kuşkusuz yönetim sistemine ölçü vermek gibi bir iddiası da var. İslam, demokrasi, hukukun üstünlüğü, laiklik tartışmaları bu çerçevede gündeme geliyor.
Tartışmalar hangi nitelikte olursa olsun, İslam adına bugün nasıl bir sistem yapılanmasının ortaya çıkacağı konusu, en önemli sorulardan birisi. Bu soru İslam toplumları için de önemli, “Öteki” dünya için de. “Öteki” dünyanın konu ile ilgisi, İslam dünyasının nereye doğru gideceği, İslam dünyasındaki farklı aidiyetlerin ne ile karşılaşacağı soruları ile ilgili olduğu kadar, farklı yönetim sistemlerinin sancı yaşadığı çağımızda İslam’ın yeni bir sistem önerisi sunup sunmayacağı bakımından da önem taşıyor.
O sebeple İslam dünyasına, hem fikri tartışmalar açısından hem de somut sistem oluşumları açısından bakılıyor.
İran, Suudi Arabistan, Mısır (İhvan-Mursi deneyimi), Tunus (Gannuşi hareketinin jestleri) bu açıdan değerlendiriliyor.
Arap Baharı’nın seyri de bu açıdan gözlem altında tutuldu. Doğrusu bizler de, o sürecin İslam dünyasında nasıl sistem yapılaşması sağlayacağına baktık.
AK Parti’nin de, o sürece bigane kalmadığını biliyoruz. Tayyip Bey’in Mısır’a ve Tunus’a gidip “Laiklik konusunda duyarlılık” telkininde bulunması, bir çerçeveden bakıldığının işareti. “Laiklikten korkmayın” sözü de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İslam İşbirliği Teşkilatı üyelerine yaptığı bir çağrı.
“Siyasal İslam” tanımlaması dışardan bir tanımlama. İslam’ın sistem yapılanmasında kurucu değer olması yanında, İslam dünyasındaki açık-örtülü sömürge yapılanmasını sorgulayan bilinci tanımlamak için kullanılıyor. Batı’nın “potansiyel tehdit değerlendirmesi” içinde yer alıyor.
Mısır’daki Mursi yönetimi yıkıldı ve ABD darbeyi “Demokrasiyi koruma” gerekçesiyle meşrulaştırdı. 1992’de Cezayir’de de darbe bu mantıkla meşrulaştırıldı. Tunus’ta “İslamcı çizgi” darbe ile karşılaşmamak için iddialarını sınırlamayı tercih etti.
AK Parti kadrolarının yürüyüşü “İslamcı çizgi” adına bir siyaset diye tanımlanabilir mi?
Bu sorunun cevabı önemli.
Kurucu kadroların başta Tayyip Erdoğan olmak üzere, “İslami bir misyon” zemininden geldikleri belli. Ancak son tartışmalar içinde “Rejimi değiştiriyorlar” şeklindeki suçlamalara “Rejim değil sistem değişiyor” şeklinde cevap verildiğini de görüyoruz. Şu an yapılmakta olanın evet, bir “Hükümet etme sistemi” değişikliği olduğu da açık.
Yalnız, biz nasıl tanımlarsak tanımlayalım, dışardan (içerdeki dışardan ve dünyadan demek istiyorum) “Türkiye’de İslamcı bir kadronun sistem denemesi yaptığı” tarzında bir algı oluşacağını görmezden gelmemek gerekiyor. Sonuçta “İslam dünyasında Türkiye tecrübesi” gibi bir başlık açılacaktır.
Şunu söylemek mümkündür:
- İslam dünyasında farklı toplumlar tarafından örnek alınacak bir sistem örneği oluşmasını istemeyen küresel odaklar var.
Gözaltındayız. Ve şu anda yine küresel boyutta bir “Negatif algı” bombardımanı ile karşı karşıyayız.
Bu “planlanmış negatif algı bombardımanı”nı önlemek mümkün mü, diye sorulabilir.
Sadece bunu önemsemeliyiz, demekle yetinirim.
“Türkiye tecrübesi”nin sağlıklı gelişmesi gerekir.
Mısır’ı öldürdüler, İran ve Suudi örneği zaten örneklik arz etmiyor.
Türkiye tecrübesi!
Asla “İslamcılar tarafından oluşturulmuş totaliter bir yönetim” algısına mahkum edilmemelidir. “Rahmet toplumu” oluşturma idealinden asla vazgeçmemeliyiz.
Star