secakirgil@yahoo.com
Önce, konunun özünü tekrar hatırlayalım..
Musul eyaleti ile bugünkü Musul şehri genellikle karıştırılıp, aynı sayılıyor.
Osmanlı’nın Musul eyaleti, Musul şehrinden taa Zaho, Dohuk, Kerkuk ve Süleymaniye’ye kadar uzanan bölgeyi içine alıyordu ve Lousanne (Lozan) Andlaşması’nda bu mes’ele çözülememiş, Irak’ı işgali altında tutan İngiltere konunun hâllini sonraya bıraktırmıştı.
İhtilaflı konu sonra da çözülemedi ve İngiltere, M. Kemal rejimine 1926 yılında bir ültimatom vererek, Musul eyaletinde Osmanlı döneminden kalan askerlerin derhal çekilmemesi hâlinde bunu savaş sebebi sayacağını bildirdi, kısaca.. Ve, askerin çekilmek istenmesi hâlinde, yardımcı olmak üzere derhal, (o güne göre, büyük bir meblağ sayılan) 500 bin sterlin vermeye hazır olduğunu da bildirdi.
*
‘O günkü şartlarda, Türkiye’nin yeni bir savaşı göze alacak hâli yoktu..’ diye hafifletmeye çalışsak bile, -hani, hiçbir toprak parçasını düşmana bırakmadı.. diye övülen- o günün Şef’i, askeri Musul’dan, verilen mühlet içinde derhal geri çekti ve böylece, -sadece Musul şehri değil- Musul eyaleti İngiltere’ye sunuldu.
Ancak, durumun kamuoyundan gizlenmesi gerekiyordu. Şimdiki gibi, iletişim imkânları yok..
İşte tam da o günlerde M. Kemal, Kastamonu’ya gitti ve orada yeni bir ‘inkilap’ daha yaptı ve başına şapka geçirdi, ‘Efendiler, buna şapka denilir, bunu giymek, adam olmak demektir..’ gibi cümlelerin bulunduğu bir nutukla ülke çapında ‘şapka giymek’ kampanyasını başlattı. Böylece, Musul’un elden çıkarılışı, halkın dikkatinden ustalıkla kaçırılmış; milletin başına tam mânâsıyla -halk deyimiyle- bir börk geçirilmiş idi.
İsmet İnönü, hâtırâtında, Musul Mes’elesi’ni ‘hâlleden’(!) Ankara Andlaşması’nın İngiltere’nin bir manevrasıyla kendilerine nasıl dayatıldığını anlatır.
‘11 Eylûl 2001 Saldırıları’ndan sonra, USA emperyalizmi, Afganistan ve Irak’ı işgal etmeye karar verdiğinde, dönemin başbakanı Ecevit, M. Kemal’in, ‘Musul’un geri alınmasını vasiyet ettiği’ni İsmet İnönü’den dinlediğini söylemiş; ama, bu iddia tarihçilerce kabûl edilmemişti.
*
USA emperyalizmi tarafından 2003 Baharı’nda Saddam rejimi çökertilip işgal edildikten sonra Irak’da meydana gelen otorite boşluğu çeşitli mahallî mücadele örgütlerince doldurulmaya çalışılırken..
Devreye, IŞİD/DAEŞ adıyla ve son derece keskin İslâmî söylemlerle ve ama, İslâm’ın savaş kuralları ve ahlâkı açısından asla kabullenilemeyecek metodlarla giren bir örgüt, Irak’ın batısında ve Suriye’nin doğusunda geniiiş bir alanı ve yaklaşık 2 milyona yakın bir nüfusun yaşadığı Musul şehrini kontrolü altına alıvermiş, dünyayı şaşırtmıştı.. Üç yıla yakın zamandır Musul, hâlâ da DAİŞ’in kontrolünde..
Dünyayı dehşete düşüren bu örgüte karşı savaşıldığı gerekçesiyle, B. Amerika, Rusya İngiltere, Fransa, Almanya, Kanada, Avustralya, İspanya gibi Haçlı dünyası ülkelerinin herbirisi, Irak ve Suriye’yi, diledikleri gibi bombardımanlar altında ezmekte, sivil halk kitleleri milyonlar hâlinde, çaresizlik içinde sığınacak yerler aramaktalar..
Dahası, İran da o saldırgan ülkelerin herbirisiyle zımnî veya alenî bir uzlaşma ve işbirliği içinde, askerleriyle Irak ve Suriye coğrafyalarında cirit atıyor.
*
Irak ve Suriye coğrafyalarıyla 100 yıl öncesine kadar 400 yıllık bir birlikteliği olan Türkiye ise.. Askerî olarak yok.. Ve yaklaştırılmak da istenmiyor.. Ve henüz Musul’u bile kurtaramayan Irak Başbakanı İbadî, başkalarına buyur ederken, Türkiye’ye mühlet vererek, ‘Ülkemizden çıkmazsan, savaşırız..’ diyor. Irak Kürdistanı’daki bölgesel Barzanî Hükûmeti de, Türkiye’yle birlikte..
Türkiye ise, daha önce yapılmış bir anlaşmaya göre Irak’da askerî eğitim verecek danışmanlar bulundurmak hakkını biraz geniş yorumlayarak, Musul civarına, Başika’ya bir mikdar asker göndermiş bulunuyor. Yeni buhranımızın kaynağı da şimdi, bu..
Ama, Türkiye buncağızı da yapmasaydı, kendi etrafında örülmekte olan bu emperyalist çembere bön-bön bakmış duruma düşecekti.
*
Star