Son zamanlarda ortaya atılmış bir sorunun cevabı aranıyor: "Türkiye muhafazakârlaşıyor mu?" Aslında bu soruyu ortaya atanların sormak istedikleri şudur: "Türkiye, dindarlaşıyor mu?" Daha radikal olanlar, "İrtica güçleniyor mu, Türkiye geriye doğru mu gidiyor?" diye soruyor.
Şu veya bu, biz "niyet okuma"yı bir kenara bırakarak, sosyolojinin bize sunduğu imkânlar içinden bu soruya cevap bulmaya çalışalım. Bunun için elimizde kullanışlı bir kavramsal çerçeve olmalı. Yani hangi anahtar terimleri esas alıp "Türkiye'nin muhafazakârlaşıp muhafazakârlaşmadığına" karar vereceğiz?
Bana göre, bir toplumun hangi düzeylerde muhafazakâr tutumlar içinde olduğunu anlayabilmek için, seçeceğimiz anahtar terim "değişim" olmalıdır. Başka bir ifadeyle, bir toplumda etkin olan grup ve aktörlerin sürüp giden değişime karşı takındığı tutum muhafazakârlık -aynı zamanda değişim parametreleri, reform, devrim gibi- ölçütleri ve derecesi hakkında bize fikir verebilir.
Ancak birçok sosyologdan ayrıldığımız bir nokta var: Muhafazakârlık, şu veya bu toplumsal grup ve aktörün sadece bir tutumudur. Başka grup ve aktörlerin de değişim karşısında kendilerine özgü tutumları vardır. Bu çerçevede değişim karşısında üç ayrı toplumsal grup ve aktörün tutumu olabileceğini söylememiz gerekir:
İlki, dini paradigmatik seviyede; toplumsal hayatın, kültürel ve psikolojik dünyanın dönüştürücü gücü, yol gösterici haritası ve anlam çerçevesi olarak algılayan grup ve aktörler. Burada sözü edilen din, sosyal hayatın veya kültürün bir parçası değildir. Dinin sosyal hayatın bir olgusuna indirgenmesi Durkheim'in, "kültürün bir parçası" olarak addedilmesi de ulus devletin hurafesidir. Buradaki din; kurucu, değiştirici ve dönüştürücü bir paradigma hükmünde ele alınmıştır. Bu anlamda dinî düşünceyi ve dinî hayatı referans alan grup ve aktörler, "değişimi kaçınılmaz, tabii ve duruma göre faydalı" görürler ki, bu sınıftaki insanların sıfatı, "muhafazakârlık" değil, "değişimcilik, reform veya devrimcilik"tir. Din içinde kalarak değişmeyi öngörenler, inancın esaslarını ve ahlaki/hukuki değerleri ana sabiteler kabul edip, diğer her alanlardaki değişime açık pozisyonlar alırlar. İnancın esasları, mesela "imanın altı ve İslam'ın beş şartı"; hukuki sabit değerler de mesela "canın, dinin, malın, aklın ve neslin korunması"dır.
İkinci grup ve aktörler muhafazakârlardır. Muhafazakârlar ani, hızlı ve altüst edici değişime karşıdırlar. Değişimin kendi kontrolleri altında olmasını isterler. Bu, önem verdikleri "yüksek ahlaki veya sabiteler hükmündeki değerler" dolayısıyla değil, ani değişimle ellerinin altından kaybolup gideceğinden korktukları iktidar dolayısıyla böyledir. Kontrollü bir değişim onlara iktidarlarını sağlar. Sözgelimi bugün bir eşitsizlik varsa ve mevcut iktidar bunun üzerinde yükseliyorsa, zaman içinde vuku bulacak yavaş değişim, mevcut eşitsizliği koruyacak, yeni formlarda üretip devam ettirecektir. Muhafazakârların, dinî düşünceyi referans alanlardan farklı olarak zamana karşı korudukları hiçbir sabite yoktur. Kontrollü olduğu sürece her şey değişebilir, sadece sosyo-kültürel, ekonomik veya politik iktidar tehdit altına girmesin. "Toplumsal merkez"den gelip "bürokratik merkez"in iktidarını sorgulayanlar, "eğer aracı zümreler" ise, kolayca muhafazakâr kimliğe bürünürler, çünkü onların da hedefi, köklü reform yapmak değil, iktidara ortak olmaktır.
Üçüncü gruptakiler "tutucular"dır. Tutucu hem yarını haber veren değişime karşıdır hem geriye dönüşe. Ona göre olan, ideal olandır, mükemmellik yakalanmıştır, güvenlik verili olanın olduğu gibi, değişmeden korunmasıdır. Geriye dönüş, verili, yani şimdi elde olanda birtakım revizyonların yapılmasını gerektiriyorsa, geleneğe, geçmişe ve tarihsel değerlere de karşı çıkılır. Tutucu, muhafazakârdan farklı olarak, "değişimin bir kere kapısını açtınız mı, mevcut iktidarı hiçbir şekilde korumanız mümkün olmaz", diye düşünür. Kısaca yöntemleri ve tutumu farklı olsa da muhafazakâr ile tutucu arasında ortak payda iktidardır.
Zaman gazetesi