Türkiye modeli

Ali Bulaç

"Türkiye modeli" "Türkiye toplumunun otoriter siyasî rejimi sivilleştirirken yaşadığı tecrübedir". Fakat bize telkin edilen model "İslam ile laikliğin bağdaştırılması"dır. Başbakan Erdoğan da Mısırlılara laikliği tavsiye edip "laikliğin demokrasinin teminatı olduğunu" söyledi.

 

Türkiye özelinde İslam ile laikliği uzlaştıran bir tecrübe hiç yaşanmadı. İlk günden laiklik otoriter rejimin ideolojisi olarak iş ve işlev gördü. Ortadoğu'da rejimler otokrat, monarşik veya diktatörlüklerdir. Türkiye'nin 1923-1950 yılları arasında süren tek parti rejiminin demokrasi olmadığını söylemeye gerek yok. Dış dünyanın etkisiyle Türkiye çok partili demokratik rejime geçti, ama 60 sene içinde vuku bulan iki kanlı, üç kansız müdahaleye rağmen demokratik rejimi ayakta tutan halkın basireti, sabrı ve genel anlamda hiç taviz vermediği "temkin yöntemi" oldu. Bunu Milli Görüş hareketi içinde vücut bulan siyasî partilere, cemaatlere ve İslamcı entelektüellere borçluyuz. Tarihten devraldığımız siyasî kültür ve 20. yüzyılda yaşadığımız tecrübe bize bu yolu takip etmemizi gerekli kılıyordu. Öyle oldu, sonunda bugün işe yarar, anlamı olan bir sonuç ortaya çıktı. Bizim "en radikal" sıfatını alan İslamî akımlarımız ve gruplarımız dahi, "şiddet, terör veya silahlı mücadele"den uzak dururlar. Söz konusu gruplar "laik" oldukları için değil, şiddet ve terörü dinleriyle bağdaştırmadıkları için öyledirler.

Ortadoğu ülkelerinde siyasi rejimlerin silahlı mücadeleler yoluyla değiştirilmesini gerektiren sebepler var. Bunların üzerinde ayrıca durmak gerekir. Bu yöntemin Suriye ve Libya'da yaşandığı, ancak iyi sonuç vermediği veya çok kanlı maliyetlere yol açtığını acıyla müşahede ediyoruz. Türkiye modelinin üç parametresi var:

1) Siyasî rejimin toplumsal değişim ve siyasî kültürün İslamî motivasyon ve meşruiyet çerçevesinde demokratik temsil yönünde gelişmesi;

2) İktidar mücadelesi verirken şiddet ve terörden uzak durulması; seçimle iş başına gelip seçimle gitme ilkesinin benimsenmesi,

3) Farklı dinî, mezhebî ve etnik grupların varlıklarını inkâr etmeden veya asimilasyona tabi tutmadan kendilerini Müslüman ana kütleyle temsil ve ifade hak ve özgürlüklerine saygı gösterilmesi. Bu modelin ilham kaynağı ne laikliktir ne liberal felsefe veya AB müktesebatıdır, doğrudan İslamî ana çerçeve ve tarihî tecrübemiz, yani türastır. Batı dünyası, İslam dünyasının maddî zenginliklerini yağmalamak üzere demokrasiyi ve özgürlükleri bahane ederek İslam coğrafyasını işgal ediyor. Türkiye, kendi modelini veya ağabeyliğini, kendinden menkul liderlik argümanlarıyla bölgeye empoze edemez, etmeye kalkışmamalıdır.

Bizim elbette bölgeye karşı büyük sorumluluklarımız vardır. Ama nasıl İran'ın devrim veya mezhep ihracına iyi gözle bakılmıyorsa, başkaları da bizim model veya Türkiye-merkezli strateji ihracımıza iyi gözle bakmayacaktır. Bölgeyi hep beraber kuracağız. Türkiye'nin bölgede diğer ülkelerle işbirliği yaparak aktif rol oynayabilmesi için

a) Kanayan Kürt sorununu çözmesi, Kürtleri büyük bir idealin ve heyecanın kurucu aktörleri arasına katması lazım ki, bu sadece Türkiye'nin değil, bölgede yaşayan Kürt halkının tümünü içine almalıdır.

b) Ekonomimiz henüz ani sarsıntı ve tehlikelerden korunmuş değil. Büyüme ve makro dengelerin dışında gelir adaleti, işsizlik, artan yoksulluk ve toplumsal bünyeyi ahlakî ve sosyal olarak takviye etme gibi ciddi sorunlarımız var.

c) Türkiye, savunma ve silah teknolojisi itibarıyla dışa bağımlıdır. Hiç değilse İran kadar bazı alanlarda kendi silah teknolojimizi geliştirmemiz; bu arada savaşlardan ve maceralardan uzak durmamız gerekir.

d) NATO üyesi ve Batı ittifakı içinde yer alan bir Türkiye, nasıl oluyor da kendi başına ve özerk kararlar alarak bölgede nazım rol oynayacak veya liderlik yapacak? Bunu birileri bize izah etmeli.

e) Bölgeye hangi entelektüel, politik ve ahlakî değerleri götüreceğimiz konusu üzerinde düşünelim. Türk dizilerinde sergilediğimiz Batı'nın geçerli değerlerinin kötü bir kopyasını çekmekten başka elimizde ne var?

ZAMAN