Ortadoğu'da başlayan toplumsal patlamalar, "Türkiye modeli"ni bir kere daha gündeme getirdi.
Bunu soğukkanlı bir zeminde kritik etme zarureti var. Türkiye'nin küresel sistem içinde 'entegre edilmeyen boşluk' olarak tanımlanan İslam dünyası için "model olma"sı fikri pek eskilere dayanmaz. Sovyet sisteminin çöküşünden sonra üzerinde düşünülmeye başlandı. Bu fikre kuvvetli bir biçimde ABD ve AB çevrelerinde dikkat çeken Huntington olmuştur. Fikir ona ait değildir, ama uygulanabilir kavramsal çerçeveye oturtan kendisidir.
Huntington'ın "medeniyetler çatışması" tezini biliyoruz. Söz konusu tezin çöktüğü düşünülüyorsa da, bu doğru değildir. Oğul Bush ve neoconlarının pek sevdiği yöntemlerin yanlışlığının ve Irak'la Afganistan'daki vahşi yıkıcılığının anlaşılmış olmasını bir kenara bırakacak olursak, Avrupa'da süren İslamofobia, çokkültürlülüğün sona ermesi ve başka faktörler düşünüldüğünde, medeniyetler çatışması tezinin -tıpkı BOP gibi- yöntem ve enstrüman değiştirerek yürürlükte olduğu söylenebilir. Huntington, çatışma doktrinini öneriyordu, Bush ve neoconlar bundan hareketle "yaratıcı kaos" doktrinini uyguladılar. Obama ve demokratlar ise neoconların askerî işgallerle gerçekleştirmeyi düşündükleri şeyi, toplumsal patlamaların yaptığını görüp yeni taşları 'yumuşak güç' ve 'model ülke' üzerinden döşemek istiyorlar. Asıl bölge nereye doğru götürülmek isteniyor, biz kendimize özgü nasıl bir irade koyabiliriz, soruları üzerinde yoğunlaşmak gerekir.
Huntington, kategorik olarak İslam ve Çin'in "demokrasiye en uzak" medeniyetler içinde yer aldıklarını söylüyordu. Katoliklik ve Ortodoksluk bir parça sorunluydu, ama Batı'da dini hayatı, din-devlet ilişkisini Protestanlık domine ettiğinden, Hıristiyanlığın bu iki mezhebi sistemde sarsıntı meydana getiremez. (Papa'nın aynı kanaatte olmadığını not etmeliyiz.)
Eğer Çin gibi Türkiye 'demokrasiye en uzak medeniyet havzası' içinde yer alıyorsa, bu demektir ki, AB'ye hiçbir zaman tam üye olmayacaktır. Öyle de olsa, nüfusunun kahir ekseriyeti Müslüman olan Türkiye'nin dikkate alınabilir bir demokrasi tecrübesi vardır. Batı İttifakı'nın himayesinde ve AB üyelik sürecinin gözetiminde Türkiye iyi kötü reformlar yapmaktadır. İşte "bu tecrübe" ve Türkiye demokrasisi üzerinde süren "İttifak vesayeti", Türkiye'yi Ortadoğu'da önemli kılmaktadır. Hatırlanacağı üzere Almanya'ya yaptığı bir gezi sırasında, Bernard Lewis'in argümanlarını olduğu gibi tekrar eden Huntington, Türkiye'nin AB'ye tam üye olması durumunda nüfus yapısını değiştireceğini ve Avrupa kültürünün yapısını bozacağını belirttikten sonra "En iyisi Türkiye 'eksik demokrasi'siyle Ortadoğu ülkelerine model olsun" demişti. Burada Müslüman dünyanın entelektüelleri ve ulemasının ciddiyetle sorması gereken bazı sualler var: 1) Türkiye ve İslam dünyası, Batılı demokrasileri eksiksiz olarak benimseyip uygulayabilirler mi? 2) Kendi entelektüel ve fikri kaynaklarından ve tarihi tecrübelerinden yararlanarak 'Batı-dışı bir demokrasi' geliştirebilirler mi?
Bu soruları bir kenara bırakıp şunu söyleyebiliriz: Batı dünyasının zihninin gerisinde, Türkiye ve İslam dünyasının "tam Batılı bir demokrasi"yi içselleştirip uygulayabileceklerine ilişkin bir kabul yok. Onlara göre bu hiçbir zaman mümkün olmayacaktır, çünkü Batı biriciktir, taklit edilebilir, ama başarılamaz; Ernest Gellner, taklit dahi edilemeyeceğini söylüyordu. Ayrıca İslam dünyasının tam demokrasiye geçişi arzulanır bir şey de değildir. Bu, küresel sistemin ve Batı bölgesel hegemonyasının zararınadır. Bu yüzden mesela İsrail Başbakanı Netanyahu'ya göre "En iyi senaryo, Mısır'ın -aynı zamanda Türkiye ve diğer İslam ülkelerinin- Tayyip Erdoğan öncesi Türkiye'ye dönüşmesidir."
"Türkiye modeli", AB ülkeleri için "imtiyazlı ortaklık" fikriyle örtüşme halindedir. Buna göre, önümüzdeki günlerde Türk iktidar seçkinlerinin infialini yatıştırmak ve elbette bölgede yıkılan eski müttefiklerinin yerini alacak yeni müttefiklerin önünü açmak için bu proje daha çok konuşulacaktır.
ZAMAN