Avrupa Parlamentosu'nun altı milletvekilinden biri Avrupa Birliği düşüncesine inanmıyorsa, 736 milletvekilinden 120'si yabancı düşmanı ya da ırkçıysa, 27 ülkenin 20'sini muhafazakarlar yönetiyorsa, 4-7 Haziran seçimlerinde Türkiye'yi destekleyenler ağır yenilgi almışsa, Avrupa düşüncesinden çok ulusal tezleri öne çıkaranlar zafer kazanıyorsa, merkez sağ ve aşırı sağ oyları yükseliyorsa, tarihinin en kötü ekonomik krizi Avrupa'da milliyetçilik rüzgarları estiriyorsa, son seçimlerin en etkili propaganda aracı Türkiye ve İslam karşıtlığı olmuşsa, kriz farklı bir Avrupa şekillendirmeye başlamışsa, Avrupa'nın yolu artık Türkiye'yi dışlamaktan geçiyorsa, AB düşüncesi jeopolitik eksenden medeniyet eksenine kayıyorsa dünyanın yeniden şekillendiği, özelliklede de bizim bulunduğumuz kuşağın öne çıktığı bir dönemde bütün hesapları gözden geçirmek lazım.
AB'nin iki merkez ülkesi olan Almanya ve Fransa'nın Türkiye'yi dışarıda bırakma tezleri mevzi kazanıyorsa, Nicolas Sarkozy ve Angela Merkel el ele verip Türkiye karşıtlığı ile Avrupa kamuoyunu harekete geçiriyorsa, farklı bir eksen olarak birlik içinde bir başka birlik kuruyorsa, savundukları “imtiyazlı ortaklık” giderek daha da taraftar buluyorsa, Türkiye için ortaklık değil bir çeşit bağımlılık senaryosu hazırlanıyorsa, bu ikili Türkiye'yi savunanlarla bile ilişkilerini gözden geçirebiliyorsa, ABD Başkanı Barack Obama'ya bile “Türkiye'nin Avrupa'da yeri yok” diyebiliyorlarsa, üstelik bu karşıtlık sadece seçim propagandasıyla sınırlı değilse, bu tezi savundukları için seçim zaferi kazanabiliyorlarsa, Ankara'ya “Akdeniz Birliği” veya “NATO içinde özel bir rol” gibi öneriler bulunularak “Avrupa'dan uzak dur da nerede durursan dur” deniliyorsa AB'yi tek seçenek görmeyi biraz sorgulamak lazım.
Bu aşamada, Avrupa Birliği düşüncesini bir ideolojik tercih, medenileşme projesi, demokrasi ve özgürlük konularının dışına taşırarak, 21. yüzyılda yeniden kuruluş, yeniden varoluş, yeni bir dünyanın şekillenmesiyle birlikte ele almak, çok boyutlu tercihlere yönelmek lazım.
Türkiye karşıtlığının sözcülüğünü yapan Fransa'da yayınlanan La Monde Diplomatique; “Türkiye AB'ye sırtını dönerse jeopolitik deprem yaşanacak” diyorsa ve bunu gündelik sığ, milliyetçi politikalara ağırlık veren bazı Avrupa ülkelerine anlatmak, en azından bu aşamada, çok zorsa, şu cümleleri tekrar okumak lazım:
“Washington, Moskova ve hatta Tahran, Ankara'nın gönlünü kazanmaya çalışırken Brüksel, Türkiye'ye adeta zavallı âşığı muamelesi yaparak küçümsüyor. Avrupalı bürokratlar şunu unutmamalıdır ki, evlilik için iki kişi gerekir, ama boşanma için tek kişinin talebi yeterlidir. Türkiye bu 50 yıllık beraberliğe sırtını döndüğünde NATO da sıkıntıya düşecektir.”
“Türkleri hafife almayın. Türkiye'den, Batı'dan Doğu'ya ve Kuzey'e doğru jeopolitik bir kaymanın sesini duyan Obama, haklı olarak, kalktı bu ülkeye geldi. Brüksel, gıcırdayan tektonik plakaların uğursuz sesine kulak vermiş gibi görünmüyor. Türkiye artık kendini zengin adamın kapısında içeri alınmayı bekleyen biri gibi görmüyor. Brüksel tarafından geri çevrilirse gideceği daha pek çok yer var.”
“AB'nin kendini bulunmaz Hint kumaşı sandığı günler çoktan geride kaldı. O günlerde adaylar kuyruğa girip, AB bürokratlarının boş zamanlarını kollayıp, kendilerine sıra gelmesini beklemek zorundaydılar. AB liderleri, Türkiye'nin enerji yoksulu Avrupa ile enerji varsılı Rusya, Orta Asya ve Ortadoğu arasında aldığı yeni jeopolitik konumu gözardı ediyor. Resmi olarak tüm Türk partileri hâlâ AB üyeliğini destekliyor ama gerçekte başka seçenekler değerlendiriliyor. Rusya'dan Körfez'e uzanan hilal üzerinde yeni müşterilerle flört ediliyor.”
Söylemek istediğim böyle bir şey. Anlamamız gereken, dünkü yazıdaki “cesur adımlar, güçlü sözler”den kastım böyle bir şey. Ama artık masallara inanmamak, boş sözlere ümit bağlamamak, boş hayallere yelken açmamak kaydıyla.
YENİ ŞAFAK