Türkiye, Japonya olsun mu?

Ali Bulaç

Japonya, dünyanın en büyük ekonomilerine sahip ülkelerin başında yer alır. Osmanlı ve Rusya ile beraber modern tarihe adım atmakla beraber, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra bugünkü gelişmeyi yakaladı.

Japonların, dünyanın bilim ve teknoloji tarihine yaptıkları önemli bir katkıları yoktur; Batı'da icat edilmiş bir teknolojik ürünü alır minimize ederler ve kitlesel tüketime sunarlar. Şeylerin özünü taklit etmekte gelişmiş bir yeteneğe sahiptirler. Bir zamanlar Japon kalkınması Türkiye'de çok tartışıldı. Shintoizm'in 'protestanlık' yönünde geçirdiği algı değişimi ve Samurayların ticarete girişi, aşkınlaştırılmış ritüellerin iş disiplinine uygulanması gibi faktörlerin, "Japon kalkınması"nda itici rol oynadığı söylendi. Durum öyle değil. Bu sayılanların tabii ki kendi ölçeklerinde rolleri var, ama bu "etkileyici roller"dir, asıl "belirleyici faktör" Amerika'nın siyasal ve stratejik tercihleridir. Kısaca Japonların ekonomik ve teknolojik yönden sıçrama yapmalarını sağlayan Amerika'dan başkası değildir:

1) İkinci Dünya Savaşı'nda ABD, Japonlara silah bıraktırmak için Hiroşima ve Nagasaki'ye atom bombası attı, yüz binlerce masum sivilin ölmesine sebebiyet verdi. Savaş bittikten sonra, sayısız Amerikalı, kendini Japonlara karşı bir tür suçlu hissetti. Ve nasıl Batı, blok halinde Nazi soykırımından dolayı bugün İsrail her ne yapıyorsa sesini çıkarmıyorsa, Amerikalılar da kendilerini Japonlara karşı borçlu hissettiler, onlara muazzam ekonomik ve teknolojik imkân ve fırsatlar sundular.

2) Bunun yanında siyasî-stratejik başka bir faktör de söz konusuydu: Başlayan Soğuk Savaş konsepti içinde Asya neredeyse bir bütün olarak Sovyet-Rus ve Çin komünizmine karşı savunmasız durumdaydı. Sonradan açıkça gözlendiği üzere bazı yerler, (mesela Vietnam, Kamboçya ve K.Kore) kolayca bu etki alanına girebiliyordu. ABD, Rusya ve Çin'in yayılmasını önlemek üzere yerkürenin Doğu ucunu mevzi seçip tahkim etti. Japonya, "yeni gelişme dinamiği"yle komünist yayılmayı engelleyen bir rol oynadı.

3) Dahası, kapitalist sistem ve tüketim alışkanlıklarının kadim medeniyetler içinde gözünü açmış olan Asyalı insana empoze edilmesi için "tüketimin demokratizasyonu" adı altında bir doktrin çerçevesinde Japonlara misyon yüklendi. Bu sayede kapitalist üretim teknikleri yanında tüketim alışkanlıkları ve kültürü Asya'da yaygınlaştırıldı. Geç başlamakla beraber Çin ve Hindistan'ı bu sürece dahil eden önemli amillerden Japon usulü tüketim ve refah arzusudur.

Bana sorarsanız, bütün bunlar Japonların lehine değil, aleyhine oldu. Ne Shintoizm kaldı ne Güneş tanrısı. Aile parçalandı, Japonlar derin bir tüketim ve refah nihilizmi içinde yuvarlanıp gidiyor. "Kendi gelenek ve kültürlerini koruyarak kalkınan ülke: Japonya" efsanesine bizim sağcılarımız bile itibar etmiyor.

ABD, yeni dönemde Asya'nın batısında, yani Ön Asya'da "ikinci bir Japonya" yaratmak istiyor. Bu da Türkiye'den başkası değil. Yeni düzenin temel taşları döşenirken;

a) Enerji kaynakları ve enerji nakil hatlarının güvenliğini sağlayacak,

b) Ortadoğu'da Batı kampının mevcut avantajlarını ve üstünlüğünü korumak üzere kaba güçle, yani silahla değil de "yumuşak güç"le bir dizi reformlar gerçekleştirecek,

c) Büyük sistemin içinde kalarak bölgesel entegrasyonu gerçekleştirecek,

d) Yeni küresel düzene paradigma dışından meydan okuyacak olanları ehlileştirip denetim altına alacak bölgesel aktör veya aktörlere ihtiyaç hissediyor.

Bunun için öncelikle gözünü Türkiye'ye dikmiş durumda. Diplomatik, politik ve finans desteği yanında bölgesel çalışma rahatlığı sağlıyor. Aslında Ortadoğu zaten bu yönde reform geçirmek zorunda. Ama ortada ciddi bir soru var: Japonya gibi sonradan kendimiz olmaktan çıkma pahasına bu sürece evet mi diyelim, yoksa kendimiz kalarak ve bölge halklarıyla kader birliği yapıp kendi reformlarımızı kendimiz mi yapalım? Ne dersiniz!

ZAMAN