Türkiye için Obama ne demek?

İhsan Dağı

ABD Başkanı Barack Obama göreve başladı. Obama yönetiminin tercihleri ve öncelikleri yalnız Amerika için değil tüm dünya için sonuçlar yaratacak.

Bush politikalarından radikal bir kopuş yerine yumuşak bir dönüşüm bekleniyor. Obama'nın kabine üyeleri de bunu gösteriyor; devamlılık ve değişim... Brookings Institution'dan Ömer Taşpınar'a göre, Obama yönetiminde Türkiye, ABD'nin gözdesi olmasa da Türk-Amerikan ilişkileri Bush dönemine benzemeyecek. (Insight Turkey, January 2009, s.13-21). Obama'nın 'çoktaraflılık' ve 'müttefiklerle işbirliği' içinde karar alma yönelimi Türkiye'nin bölgesinde inisiyatif alan yeni dış politika profiline gayet uygun. Kendi öncelikleri, gündemi ve inisiyatifleri olan bir dış politika yaklaşımı, Bush döneminin aksine, Obama yönetimiyle sorun yaratmaz. Aksine, Bush'un 'ya bizdensin ya da düşmanımızsın' söyleminin ardından müttefikleriyle birlikte karar almaya yatkın bir ABD yönetimi üzerinde Türkiye'nin sözlerinin ve taleplerinin ağırlığının artması sürpriz olmaz.

Türkiye'nin AB sürecini destekleyen bir ABD başkanının varlığı önemli. Hükümetin yeni bir başmüzakereci ataması ve dört yıl sonra Başbakan Erdoğan'ın Brüksel ziyareti AB üyelik sürecinde hükümet iradesinin canlanmasının göstergesi olarak okunursa, ABD'nin desteği AB sürecinde yeniden itici bir güç olabilir. Obama gibi Avrupa'da popüler bir başkanın sürece pozitif etkisi daha fazla olacaktır kuşkusuz.

Ömer Taşpınar'ın geleceğe ilişkin önemli bir tespiti de, Türkiye'nin demokratikleşme çabalarına Obama yönetiminin daha ilkeli ve sistematik destek vereceği, neo-con etkisindeki Bush yönetiminin aksine muhtemel darbecileri cesaretlendirecek bir tutum içinde olmayacağı. Bu, 'ulusalcı darbeciler' için kötü haber olsa gerek. Eğer ABD'nin desteklemediği bir darbe Türkiye'de hiç başarılı olmadıysa ve gelecekte de olmayacaksa bu, darbecilerin 'dış patron' bulmakta zorlanacağı bir döneme girdiğimiz anlamına gelir.

Corporation'dan Stephen Larrabee de 'Rusya ile Batı blokunun ilişkilerinin daha da sertleşmesi durumunda Türkiye'nin Avrasya ve Batı bağlantıları konusunda bir seçim yapmaya zorlanabileceği' konusunda uyarıyor (Insight Turkey, January 2009, s.1-11). Türkiye'deki bazı kurum ve kişilerin 'Avrasyacı' bir dış politika ve stratejik yönelişte ısrarcı olmaları durumunda ABD'nin 'aktif taraf' olacağı biçiminde yorumlanabilir bu. Aslında her durumda, Obama yönetimi Türkiye'nin Batı blokunda kalması konusunda ağırlığını koyacak. Hem Irak politikası hem PKK ile mücadele hem de AB sürecinin ilerlemesi konularında vereceği destekle bu tercihin zeminini sağlamlaştıracak açılımlara da yönelecek. Stephen Larrabee, birçok konuda ve özellikle de Ortadoğu'ya yaklaşımda Türkiye ile Obama'nın pozisyonunun Bush yönetimiyle kıyaslanamayacak kadar yakın ve örtüşür olduğunu öne sürüyor. Larrabee'nin beklentisi, önümüzdeki dönemde İran ve Suriye'ye yönelik Türkiye politikasının Washington ve Ankara arasında sıkıntı veren bir konu olmaktan çıkacağı yönünde.

İran'ı vurmak yerine İran'la konuşmaktan söz eden bir Amerikan başkanı, Türkiye'nin son yıllarda bölgede geliştirdiği 'yeni dil ve ikna yeteneği'ne muhtaç. İran'la diyalogda Türkiye önemli katkılar sunabilir. Aslında Rusya ile AB'nin doğalgaz sunumu konusunda yaşadıkları sıkıntılar, İran'ın denkleme dahil edilmesi ve Avrupa'nın Rus doğalgazına olan bağımlılığının azaltılması yönündeki görüşleri güçlendiriyor. Obama'nın diyalog siyaseti, eğer bu yaz ılımlı bir İran cumhurbaşkanının seçilmesiyle birleşirse bölgesel ve küresel siyasette İran'ın dışlanmışlığının yarattığı stratejik gerginlik yumuşayabilir. Bu noktada Türkiye'nin 'arabuluculuk' rolü çok değerli olacaktır. Ayrıca Filistin sorununun çözümüne yönelen bir Amerikan yönetimi, Türkiye'nin bölgedeki tüm aktörler nezdinde etkili olan 'yumuşak güç'üne de ihtiyaç duyacak. Kısaca, yeni dönemde Türk-Amerikan ilişkileri 'siyasal aktörler' ekseninde ilerleyecek, Pentagon ve Genelkurmay üzerinden değil.

ZAMAN