Statükonun değişim düşmanlığı bugüne has değildir; dün de vardı, kuşkunuz olmasın yarın da olacaktır.
Tarih bir hikâye olsaydı eğer, herkes meşrebine göre bir isim takardı herhâlde. Benim tercihlerimden birisi de; “Yenilikçilerle eski düzen bekçilerinin kavgası” olurdu.
Hikâye, küçük ve büyük çapta yaşanan değişim sancılarıyla dolu. Bireylerin ve toplumların değişim serüvenleriyle yani..
Değişim, kimilerine hayır kapılarını açan tılsımlı bir sözcük iken, kimilerine de şerrin müjdeleyicisi bir karabasan..
Kimileri için umut kaynağı ve istikbâl kapısı, kimileri için de zevâlın başlangıcı ve hüsran..
Ama değişimin önüne geçmek ne mümkün!...
Tarihte değişmeyen tek şey vardır, o da “değişim”. Statükocular dirense de, değişim gecikse de, o mukadderdir...
Toplumsal değişimi sağlamanın birden fazla yöntemi olmuştur hep. Şiddet gibi. Şiddeti dışlayan mukavemet gibi. İlkine militarist ya da devrimci yöntem, ikincisine de pasif direniş diyebilirsiniz.
Peki, statükocuları bu değişim yöntemlerinden hangisi daha çok korkutur; hedefe ulaşmak için şiddeti mubah göreni mi, şiddeti dışlayan pasif direniş mi?
Bu soruya bir çırpıda cevap vermek kolay olmasa gerek. Yanıltıcı olur zira. Statükocuları korkutan değişim talebi, sanıldığı gibi şiddeti bir araç olarak gören örgütlü yapılar değildir her zaman.
Statükocuların rüyasını kaçıran değişim talebi, halkın en dip katmanlarına kadar ulaşabilen, onların beklentilerini ortak talepler zemininde kitleselleştirebilen hareketlerdir.
Barışçıl ya da şiddet yöntemiyle olsun, farketmez, hangisinin başarıya ulaşma şansı daha fazla ise, korkulan yöntem de odur. Çünkü statükocuların amacı eski düzeni sürdürmektir. Hülâsa, onları korkutan değişimin kendisidir, yöntemi değil.
Çoğu zaman eski düzen bezirgânlarının tercihi, şiddeti yöntem seçenler olmuştur. Çünkü şiddet, haklı taleplerin toplumsal katmanlarda marjinalleşmesine yarar.
Şöyle ki; adâleti tesis etmek üzere yola çıkmış hareket, kanlı eylemlere bulaştırılarak adâlet çizgisinden saptırılır ve zamanla silahlı bir intikam örgütüne dönüştürülür. Böylece halktan uzak marjinal karakterli bir yeraltı hareketi hüviyeti kazanır.
Statüko hesabını iyi bilir, bir devrin kapanıp yeni bir devrin açılmasının imtiyazlarını kaybetmek anlamına geldiğini hissettiğinden, sonuna kadar direnir. Statükocuları birbirine kenetleyen sır da, kişisel hesaplar denkleminde saklıdır. Yoksa vatan, millet, Sakarya, hep angarya...
Peygamberlerin mücadelesine baktığımızda onların kansız değişimi hedeflediklerini görürüz.
Onların karşısında ise, eski düzenin devam etmesini isteyen devlet ricâli, din adamları, imtiyazlı ticaret erbabının ortak iradesini görürüz. Peygamberlerin taraftarları ise vâki olduğu üzere hâkim toplumsal düzenden memnun olmayan halk kitleleridir. Toplumsal adâlet arayanlar, onların dâvetlerinde adâlet gördüklerinden icabet ediyorlardı.
Eğer Peygamberler Allah’ın ve kulların hukukuna yapılan tecavüzlere göz yumsalardı ve statükoya tavizler verselerdi, en ön safta eski düzen bezirgânlarının dâveti kabul edeceklerini görecektik.
Görmedik; çünkü o tavizi vermek, adâlet iddiasından vazgeçmek olurdu...
Peygamberlerin adâlet talebi eski düzenin temellerini sarstığından, iktidarları ellerinden kayıp gidenler kah atalarının dinlerini korumak, kah toplum istikrarını sağlamak adına statükoyu korumaya ve değişim taleplerini kontrol altına almaya çalıştılar.
Dün böyleydi, bugün değişen bir şey var mı?
Yukarıda yazdıklarımızla, değişim taleplerinin her çeşidini onayladığımız sonucu çıkarılmasın. Matlup olan değişim; hukuku ve değerleri gözeten, insanlar arasında adâleti tesis eden bir değişim olmalıdır.
Zaten değişime engel olunamaz, er ya da geç bir şekilde yaşanacaktır o. Rasyonel olan, değişim sürecinin kalbinde yer almak, onu, adâlet ve değerler merkezli yönetmektir.
Hâkim sermaye, siyaset ve hâkim kültür, değişim talepleri karşısında araçlar değişse de özde aynı reflekslerle tepki vermektedir. Ama korkunun ecele bir faydası yok. Değişim gecikir, nice acılar yaşanır ama sonuç değişmez.
Ülkede yaşanan kavgayı biraz da bu perspektiften okuyunuz efendim.
VAKİT