Türkiye çantada keklik değil

Şahin Alpay

AKP iktidarında Türk dış politikası üzerine son zamanlarda okuduğum en dikkate değer analiz, Finlandiya Dış Politika Enstitüsü'nden Igor Torbakov ve Hanna Ojanen'in kaleme aldıkları "Yeni bir stratejik kimlik arayışı: Türkiye bağımsız bir bölgesel güç mü oluyor?" başlıklı, 7 Mayıs 2009 tarihli rapor. Burada altı çizilen hususları şu noktalarda toplayabilirim:

Ankara diplomatik inisiyatifler geliştiren, uyuşmazlıklara arabuluculuk ve bölgesel güvenlik rejimleri öneren, her şeyden önce de ticari ilişkilerini arttırmayı amaçlayan aktif bir dış politika izliyor. Bazı gözlemciler Türkiye'nin Batı–yanlısı yöneliminden uzaklaştığını ve dış politikada ağırlığı Müslüman Ortadoğu'ya kaydırdığını ileri sürüyor. Başkalarına göre ise, Ankara'nın yeni dış politikası geleneksel Batı–yanlısı yönelimiyle çelişen değil, onu tamamlayıcı ve Batı açısından stratejik değerini arttıran nitelikte.

Ankara'yı yeni bir stratejik kimlik arayışına yönelten faktörlerin başında Anadolu'daki kalkınma hamlesi, ekonomik bakımdan dinamik, kültürel açıdan muhafazakar yeni sosyal aktörlerin yükselişi ve seçimle gelen yöneticilerin artan gücü var. Türkler artık kendilerine yalnızca Batılı (Avrupalı) mercekten bakmıyor, jeopolitik statülerine daha büyük bir güven duyuyor. Bütün bunlar Türk dış politikasında "Batı boyutu"nun görece zayıflamasına ve "bölge boyutu"nun görece kuvvetlenmesine yol açıyor. Yeni dış politikanın mimarı Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve benzer düşünenlere göre, Türkiye artık AB, NATO ya da Asya'nın kıyısında değil, Avrasya'nın merkezinde yer alan bir ülke. Balkanlar, Ortadoğu ve Orta Asya ile coğrafi ve tarihi bağları, Türkiye'ye tek değil çok boyutlu bir dış politika izleme imkanı veriyor.

Ankara'nın Ortadoğu'ya artan ilgisi Batılı müttefiklerinin uyandırdığı hayal kırıklıkları ya da AKP'nin ideolojik eğiliminden ziyade şu üç nedenle ilgili: 1) AKP liderleri kendilerini bölgeden sadece siyasi değil ahlaki olarak da sorumlu görüyorlar. 2) Türkiye için en büyük tehditler (Irak'taki istikrarsızlık, İran'ın nükleer programı, Filistin sorunu) bu bölgeden kaynaklanıyor. 3) Bölgedeki olumsuz gelişmelerin iç istikrara zarar vermesinden kaygı duyuluyor. Ankara bunun için Ortadoğu'da istikrar ve barışın hakim olması için büyük çaba harcıyor. Türkiye'nin Rusya ile gelişen ilişkileri de Batı–karşıtı bir Türk–Rus mihverinin doğduğu şeklinde yorumlanmamalı. Zira Türkiye ve Rusya stratejik açıdan hem işbirliği hem de sadece boru hatları değil, komşuları üzerindeki etkilerini arttırmak için de rekabet halinde.

Yazarlar, "Batı bunlardan ne sonuç çıkarmalı?" sorusunu şöyle yanıtlıyorlar: AB ve ABD artık jeopolitik açıdan farklı bir oyuncuyla karşı karşıyalar. Türkiye artık azgelişmiş ve her şeyi Batı'dan bekleyen bir ülke değil; dünyanın 17. büyük ekonomisi, G–20 üyesi ve BM Güvenlik Konseyi geçici üyesi. "Cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar kendine güvenen ve bağımsız bir ülke." Türkler artık AB'yi, Avrupalı kimlikleri açısından vazgeçilmez bir kurum olarak değil, ülkelerinin bölgesel ve global statüsüne katkıda bulunan bir araç olarak görüyorlar.

Bundan böyle kimse Türkiye'yi çantada keklik göremez. Türkler Batı ile işbirliği yapmaya devam edecekler, ama kendi koşullarıyla. Yine de, Türkiye'nin ve Batı'nın stratejik çıkarları, temelde uyuşmakta. Türkiye, içinde bulunduğu bölgenin istikrarlı ve ekonomik ilişkilere açık olmasını istiyor; AB ve ABD de öyle.

Torbakov ve Ojanen'e göre, bugün Türkiye ile ilgili en önemli soru, AKP iktidarının bir yanda yükselen milliyetçi eğilimlerle öte yanda Batılı ortaklarla yakın ilişkiler arasında uyum sağlamayı başarıp başaramayacağı. Ne var ki Türkiye, bölgesinde etkili bir oyuncu olmak için de "Avrupa" yolunu izlemek, AB reformlarını yapmak durumunda. Yine de, Türkiye Avrupa yolunu izlemeye devam mı edecek, yoksa bu yoldan sapacak mı, diye sormadan edemiyorlar. Benim bu soruya cevaplarım başka bir yazıda.

ZAMAN