2008 yılının son MGK toplantısında alınan karar önemliydi. Kararda "İsrail'in, Gazze'ye karşı düzenlediği saldırılara hemen son vermesi" isteniyordu. Bu ilk defa vuku bulan bir şeydi ve elbette önemliydi. Anlamı şuydu ki, bundan böyle Türkiye, Ortadoğu meselelerine müdahil olmaya karar vermiş bulunmaktadır.
Arkasından Başbakan Erdoğan'ın yaptığı açıklamalar geldi. Kimilerine göre Başbakan'ın üslubu sertti, Türkiye'yi riske sokuyordu. O ise sözlerinin "fosfor bombalarından daha sert olmadığını" söyleyerek demeçlerine devam ediyordu.
Şu anda bölge iki ana bloka ayrılmış bulunmaktadır: 1) İran, Suriye, Hizbullah, Hamas ve Arap kamuoyu; 2) Ürdün, Suudi Arabistan, Mısır, El Fetih. Bu bölünmüş tabloda Türkiye, nerede duruyor?
Belirtmek gerekir ki; söz konusu bölünmenin ekseni ne mezheptir ne de Batılıların "teröre destekle özdeşleştirmeye pek bayıldıkları radikalizm"dir. İran, Hizbullah ve Hamas ile Suriye'nin ideolojik duyarlılıklarının çok farklı olduğunu herkes bilir. Bölünmenin ekseninde Filistin sorunu vardır ve zaten bu sorun "bütün sorunların anası"dır.
Otokrat Arap rejimlerini korkutan şey, İran ve Hizbullah'ın Hamas'a verdikleri destektir. Bu, İran ve Şiiliği, Hamas üzerinden Arap kamuoyu nezdinde yüksek itibara sahip İhvan-ı Müslim'le buluşturan önemli bir amildir. Söz konusu buluşma, hem planlanan Sünni-Şii çatışmasını boşa çıkarıyor hem de demokratik talepleri takviye ediyor. Hamas 2006'da adil bir seçimi kazandı, İhvan her yerde adil seçimle iktidarların belirlenmesini istiyor. Bugüne kadar İhvan, tek bir terör eyleminin altına imza atmış değil. Teröre yönelenleri ya hemen bünyesinden ihraç etmiştir veya teröre heves edenler uzun yıllar önce İhvan'dan kopmuşlardır.
Mesele şu ki; toplumsal güç, politik meşruiyet ve yarının bölgesini şekillendirecek asıl dinamiği, aktörlerin Filistin sorununa karşı takındıkları tutum belirleyecektir. Burada belirleyici Hamas'tır. Kim Hamas'ın yanında yer alıyorsa hem zedelenen Müslüman gururunu savunmakta hem de demokrasinin yanında yer almaktadır.
Türkiye, doğru bir real politik analizi yapıp Hamas'ın muhatap alınması gerektiği tezini savunarak bölge sorunlarına giriş yapmaktadır. 2006 seçimlerinden sonra Türkiye'nin elini çabuk tutup Halid Meş'al'i Ankara'ya çağırması bunun ilk işaretiydi. Hükümet çok eleştiri aldı, ama sonuçta doğru bir adım attığı anlaşıldı.
Ortadoğu kapısından içeri girerken Türkiye, sadece Hamas'a olumlu atıflarda bulunmakla yetinmiyor, Hamas'la El Fetih'i bir araya getirmeye çalışıyor. Belki daha sonraki adımı bölünmüş Araplar arasında birleştirici fonksiyon görmek; Suriye-İsrail -şimdilik bu yattı-, İran-ABD arasında köprü kurabileceğini göstermeye çalışmak.
Acul olanlar, bunun İran'ı rahatsız edeceğini bekledi, hatta İsrail'in Gazze saldırısından neredeyse İran'ı sorumlu tutmaya çalıştı. Ancak İran şaşırttı. Hem katliam boyunca yüksek perdeden sert tepkiler vermedi hem de Türkiye'nin çabalarını desteklediğini açıkladı.
Türkiye'nin bu tutumundan önce İsrail, sonra Mısır, Ürdün gibi malum rejimler -ve elbette El Fetih- rahatsız oldu. Bu yüzden İsrail, tek yanlı ateşkes kararı alınca Mısır ve Fransa'ya defaatle teşekkür etti. Açık ki tek yanlı bir ateşkesin önemi yok. Bir bakıma İsrail-Mısır ve diğerleri kendi kendilerine çalıp oynayacaklardı. Niyetleri bir süre sonra "Hamas ateşkese yanaşmıyor" bahanesini öne sürüp İsrail'in yeni ve çok daha acımasız bir katliam yapmasının önünü açmaktı. Ama Türkiye bölgedeydi -artık bölgede-; Hamas Türkiye'ye uyup kendisinin de ateşkes ilan ettiğini açıkladı. İran, bu adımı da destekledi.
Şimdi, eğer birileri, bölge yeniden şekillenirken Türkiye'yi İran'la karşı karşıya getirmek, "Sünni-Şii çatışması" tezgahlayıp Müslümanları felaketle sonuçlanacak "Sünni Blok'un liderliği" ihtirasıyla bölgeye sokmayı düşünüyorsa, bilsin ki bu, akamete uğramaya mahkumdur. Çünkü bencil ulusal, bölgesel, etnik çıkarların veya mezhebe dayalı hesapların üstünde bölge, ortak bir geleceğin kurulacağı zamanı yaşıyor.
ZAMAN