Cumhuriyet dönemi boyunca Arapların kimlik sorunları olmadı. Türk kimliğini içselleştirmedilerse de, resmî kimliğe itiraz da etmediler. Araplar da Kürtler gibi Misak-ı Milli sınırları içinde kalan bölümleriyle bu toprakların yerli halkıdır. Kürtler gibi Osmanlı Halife'siyle kaderlerini birleştirerek ve gönüllü olarak Mustafa Kemal'e destek vermişlerdir.
Türkiye Araplarının bir bölümü köken olarak Arap, önemli bir bölümü müsta'rebe Arap'ıdır. Köken olarak Arap olanlar, İslami fetihler, özellikle Hz. Ömer ve Hz. Ali zamanında İslamiyet'i yerli halka öğretmek üzere Arap yarımadasından transfer edilen ailelerden oluşmaktadır. Abbasilerin orta zamanlarında Ehl-i Beyt üzerinde baskılar artınca çok sayıda aile bölgeye sığınmış, yerli halkın arasına karışmıştır. Bunların ağırlıklı kısmı Kürtleşmiş Seyit, bir kısmı Şerif'tir.
Arapların önemli bir bölümünün müsta'rebe Arap olması, Kürtlerden farklı tepki vermelerinin önemli sebeplerinden biridir. Sonradan ve kültürel olarak Araplaşmış insanlar, derin bir biçimde rahatsızlık vermediği sürece bir başka resmî kimliği kabul edebilir, en azından buna tahammül ederler. Kürtler kadar olmasa da Araplar da Türkleştirme politikalarından çeşitli sıkıntılar yaşadılar. (Hayatımdan bir örnek vermem gerekirse, 1963 yılında 27 Mayıs ihtilalcilerinin Mardin'e gönderdikleri bir öğretmenimiz bize Çaldıran Savaşı'nı ödev vermişti. Dersimi iyi çalışmıştım. Beni tahtaya kaldırdı, bir türlü Türkçe anlatamadım. Çocuk halimle '-Öğretmenim, Arapça anlatsam olmaz mı?- dedim, dememle yediğim tokatla önce tahtaya savrulmam, sonra yere yığılmam bir oldu. Ağzımdan kan geldi. Türkçe'yi azimle öğrenmeye çalışan 9 yaşındaki bir çocuğa reva görülen bu muamele çok zalimane idi.)
Siirt ve Harran Arapları, coğrafi olarak ayrılıkçı olamazlardı. Hatay bilinen prosedürle Türkiye'ye dahil olmuştur. Mardin ise Arap, Kürt ve Süryani aşiretlerin ortaklaşa kararıyla Mustafa Kemal'in yanında yer almıştır. Türkiye'ye Araplık kültürel-Müslümanlık olarak girmiştir. Müslümanlık etkisini korudukça Araplar diğer etnik gruplarla uyum içinde yaşamıştır; Müslümanlık etkisini kaybettikçe, onlarda da Araplık temelinde kültürel kimlik bilinci gelişmeye başlar.
Arapların bakış açısından "Türk" bir etnik veya kavim olmaktan çok, medenileşmiş, şehirleşmiş insan grubu demektir. "Kürt" kuşkusuz bir etnik grup olarak algılanır, ama asıl Mardin'de bir Arap'ın "Kürt" denince aklına gelen henüz şehirleşmemiş, köye-kıra ait insan grubudur. Bu algının özünde ırkçılık değil, kökeni yine ta Abbasilere dayanan ve bir ara şiddetli gerilimlere yol açan şehir-kır ayrımı yatmaktadır.
Son zamanlarda Arapların Kürtlere ilişkin algılarında değişiklikler gözlenmektedir:
1) Kürt milliyetçiliğinin gösterdiği yükseliş (bağımsız bir Kürt devletinde veya bir Kürt federasyonunda 'azınlık' durumuna düşme korkusu);
2) Dinî hayatın zayıflayıp ritüeller ve folklorik-kültürel seviyesine doğru gerilemesi ve tarihsel tecrübenin unutulması Araplarda belli belirsiz bir "karşı-etnisite vurgusu"nun gelişmesine yol açmaktadır.
3) Bu yeni konjonktür, Arapların daha çok devlet tarafına itilmelerine, bir kısmında da kamusal görev ve nimetlerin paylaşılmasında Kürtleri dışlamada bir araç olarak kullanılmaktadır.
Eskiden Araplarla Kürtlerin teması fiziksel mekandan çok sosyal mekan üzerinde cereyan ediyordu. Farklılıkları bir arada tutabilen İslam-Osmanlı modeli vardı, kültürün ana kodlarını İslamiyet'in kucaklayıcı paydaları teşkil ediyordu. Bugün durum farklı. Kürtler, zorunlu veya sosyoekonomik tetikleyici faktörlerin etkisinde kitleler halinde şehirlere göç ediyor. Kürtlerle Araplar gibi, Türkler, Çerkezler, Lazlar, Gürcüler, Boşnaklar, Arnavutlar... Kısaca bu topraklarda yaşayan hepimiz, ayrışmadan nasıl bir arada ve barış içinde yaşayacağız, bunun üzerinde düşünmek zorundayız. Müzakeremiz bu yönde olsun.
ZAMAN