Türkçenin katli: Dil reformu

Ahmet Tâlib Çelen, "Trajik Başarı" kitabından hareketle Türkçe üzerinde gerçekleştirilen sert müdahaleleri inceliyor.

Ahmet Tâlib Çelen / Yeni Akit

“Trajik Başarı-Türk Dil Reformu” üzerine notlar

Oxford Üniversitesi’nden emekli Türkçe profesörü Geoffrey Lewis (d. 1920, ö. 2008)’in Türkçeye “Trajik Başarı-Türk Dil Reformu” ismiyle tercüme edilmiş kitabını okuyorum. (Tercüme eden: Mehmet Fatih Uslu, Gelenek Yayınları, İstanbul, 2004)

Yazar, dünyâda amaç ve şiddet bakımından belki de sâdece Türkçenin başına gelmiş olan bu felâketi pek güzel ortaya koymuş. Türk olmadığı için sağcı-solcu, Batıcı-muhafazakâr gibi taraflardan birisinden değil. Bu ona Türk dil reformu hâdisesine dışarıdan ve sırf bir ilim adamı olarak objektif bakma imkânını vermiş. Ulaştığı netîce bu yüzden de kıymetlidir. Bu netîce şudur: Türk dil reformu evet bir başarıdır ama Türkçe hakkında ilmi olmayanların elinde Türkçeyi bozan, birçok bakımdan menfî yönden etkileyen, faydası az, zararı çok fazla bir başarıdır. Yani trajik bir başarı… 

Geoffrey Lewis’in titizliği beni şaşırttı. Alanla ilgili olarak, görülmesi gereken hemen hemen bütün kaynaklara ulaşmış. Bir de doğrudan dille alâkalı olmayan eserlerden verdiği örnekler var ki, merâkını ve sezgisini takdîr etmemek elde değil. 

İsâbetli bir kararla Osmanlıca hakkında bilgi vererek başlamış yazar. Çünkü üzerinde operasyon yapılacak dil budur. Sonra alfabe değişikliğini, 1936’ya kadar Atatürk ve dil reformunu, Güneş-Dil Teorisi’ni anlatmış. Dil reformunun en etkili ve üretken iki ismi Falih Rıfkı Atay ve Nurullah Ataç’a husûsî yer vermiş. Yazara göre diğerlerinden farkı çok yüksek bir bilgi-düşünce seviyesinden konuşması ve fikirlerinin akademi duvarları arasında kalması olan ve bu yüzden etkisi de çok sınırlı kalan Adnan Sayılı’ya da ehemmiyet vermiş ve ondan da örnek metinler almış. Adnan Sayılı’nın mâkul görüşlerine ben de şaşırdığımı söyleyebilirim. (Adnan Sayılı, kâğıt 5 liraların arkasında resmi bulunan ilim adamıdır.) 

Geoffrey Lewis, müthiş bilgi ve titizliği ile Arapça, Farsça kelimelerin yerine uydurulan kelimelerin izini sürüyor, ilk kim tarafından ve ne zaman uydurulduğunu, Türkçe dil kâidelerine uyup uymadığını ve dilde tutup tutmadığını ortaya koyuyor. 

O, taraflardan birisini tutmaz. Ama kitabın bütününden şu kanaatte olduğunu anlarız: Osmanlıcada aşırı denebilecek Arapça Farsça kelime mevcuttur ve Türkçenin bir sâdeleştirme ameliyesine ihtiyâcı vardır. Bu yüzden reformcuların çabalarını yer yer över. Müspet bulduğu taraflarını söyler. Ama aynı tarafsız tutumu sebebiyle yanlışlarını da kim ne der tereddüdüne düşmeden ortaya koyar. Meselâ o, sâdeleştirmenin Türkçenin kâidelerine uygun yapılması, halkın diline yerleşmiş Arapça, Farsça kelimelere dokunulmaması gerektiği düşüncesindedir ve bu tavrında haklıdır. Oysa reformcular çok aşırı gitmişlerdir. Çünkü asıl amaçları Türkçeyi Arapça, Farsça kelimelerden tamâmen kurtararak “Öztürkçe” dedikleri yeni bir dil meydana getirmektir. Böylece büyük hedef olan medeniyet değiştirme yolunda büyük bir engeli aşmış olacaklardır. 

Tam başarabildiler mi? Hayır. Çünkü milletin ve dilin tabiatını hesâba katmadan, sırf tepeden inme kararlar ve zorlamalarla dili değiştirebileceklerini sandılar, tabiat izin vermedi. Tamâmen başarısız mı oldular? Yine hayır. Ama işte bugünkü Türkçenin fakirliğinde bile serpintileri bulunan bu başarılarına “Trajik Başarı” diyor yazar. 

Bu kitaptan aldığım notları paylaşacağım:

Almanlar, İsveçliler, Macarlar, Finler ve Arnavutların da dillerindeki yabancı kelimeleri tasfiye ederek yerine yerli olanları koyma teşebbüsleri olmuş. Ama bunların amacı Türkçe reformcularında olduğu gibi bir “gömlek değiştirme” değil şuurlu bir milliyetçi tavır göstermektir. (Giriş, s. 16) (Bu kısmı aynen almadım, hülâsa ettim)

Fakat hiçbir yerde bu türden bir mücadele Türkiye’deki kadar uzun süre devam etmedi ve etkili olmadı. 

Türk dil reformunun amacı, uzun zamandan beri dilin bir parçası durumunda olan Arapça ve Farsça’ya ait dilbilgisi özelliklerini ve bunlardan ödünç alınmış binlerce sözcüğü tasfiye etmektir. Reform, iki eylem düzeyinde iki ayrı aşamaya sahiptir. 19. yüzyılın ortasından itibaren devam eden, çoğunlukla özel bireylerin ve grupların üstlendiği bazı çabalar ve devletin ilham verdiği 1930’lu yıllarda başlayan seferberlik. Bu ikincisi, ‘reform’ ilerleme anlamı imâ ettiğinden, daha doğru bir şekilde devrim olarak isimlendirilebilir. Türkler dil devrimi deseler de, Batılı yazarlar bunu her zaman dil reformu olarak adlandırdılar ve bu kitapta da bu alışkanlık sürdürülüyor. (…) (Giriş, s. 17)

Bir müddet devâm edeceğiz. 

Yorum Analiz Haberleri

“Esed’in düşüşüyle Rusya 'süper güç' olmaktan çıktı”
Döktüğün kan yetmedi mi hala utanmadan konuşabiliyorsun?
"Suriye'den bize ne?" yaklaşımını besleyen körlük
Suriye devrimine çarpık ve indirgemeci yaklaşımlar
Yılbaşında normalleşen haram: Piyango