“Türkçe Ezan ve Menderes” (Kitap Kritiği)

Mustafa Armağan’ın “Türkçe Ezan ve Menderes –Bir Devrin Yazılamayan Gerçekleri-“ kitabını Halil İncekara kardeşimiz Haksöz-Haber için değerlendirdi.

HALİL İNCEKARA / HAKSÖZ-HABER

Türkçe Ezan ve Menderes

Yakın tarihimizde birçok zulüm, kıyım, katl, cebir, baskı, zorbalık yaşatılmıştır bizlere. Türkçe ezan da bunlardan sadece birisidir. Geçtiğimiz günlerde yaptığımız yakın tarih okumalarından biri de Mustafa Armağan’ın öncülük ettiği sözlü tarih denemesi olan  ‘’Türkçe Ezan ve Menderes -Bir Devrin Yazılamayan Gerçekleri-‘’ kitabıydı. 2010 yılında Timaş yayınlarından çıkan kitap 238 sayfadan oluşuyor.

Kitabın Hikâyesi

2010 yılı ezanın tekrar asli diline çevrilişinin 60. yılıydı. 2009 yılında Mustafa Armağan’ın zihninde bir kıvılcım parlıyor, acaba 60.yıl dönümüne bir sözlü tarih çalışması yetiştirebilir miyiz diye düşünüyor. İnternet aracılığıyla bu fikrini paylaşıyor. Bu çalışmaya katılmak isteyenlerin, tanıdıkları büyüklerinden ezan yasağı zamanına ait hatıralarını paylaşmaları talep ediliyor. Bu kişilere özellikle şu soruların sorulması isteniyor:

1)Türkçe ezan okunduğu zamanla ilgili neler hatırlıyor? İnsanların bu uygulamaya tepkileri var mıydı?

2) Arapça ezan beklentisi DP’nin iktidara gelmesiyle nasıl arttı?

3) İlk Arapça ezan okunduğu sıradaki duygu ve hatıraları nelerdir?

Ve böylece bir yıl boyunca gönüllü bir grup insanın ortak çalışmalarının sonucu olarak eser vücut bulmuş oluyor.

Türkçe ezan, yazarında başarılı bir şekilde dile getirdiği gibi, ‘’Milli Bir Din Yaratma’’ projesinin bir basamağını oluşturuyor. Türkçe ezan meselesini etrafından yalıtarak ele almak onu yanlış anlamak olacaktır. Türkçe ezan,  ‘’Türkçe kuran’’, ‘’Türkçe hutbe’’ ve en geniş anlamda ‘’Türkçe İbadet’’i içinde barındıran bir siyasi projenin parçasıydı.  Cumhuriyet’le birlikte Türkiye’ye getirilmek istenen yeni düzenin minarelerdeki uzantısıydı. Ancak Türkçe ezan minaredeki yabancı olmaktan kurtulamamış, insanlar ondan kurtulduklarında adeta düşmandan kurtulmuşçasına sevinmişlerdir.

Yasağın ilk adımı, Mustafa Kemal’in 1931’de 9 kişilik bir komisyonu Dolmabahçe camisine çağırarak, onlardan Türkçe ezan üzerinde çalışmalarını istemesiyle, atılmıştır. Bu kişilerin çalışması sonucu hepimizin bildiği Türkçe ezan metni ortaya çıkmıştır. Bu dokuz kişilik ekipten sekizi Allahu Ekber lafzını Allah büyüktür diye çevirirken, bir kişi tanrı uludur diye çevirmiş ve bu çeviri kabul görmüştür.

İlginç olan başka bir husus ise ‘’felah’’ kavramının Türkçeye çevrilmeyip aynen bırakılması olmuştur. Bunun nedeni felah kavramının kurtulaşa çağıran anlamı olsa gerektir.

Metin kabul edildikten sonra 18 Temmuz 1932 tarih ve 636 sayılı genelge ile tüm camilere gönderilmiştir. Fakat uygulamada bazı gevşeklikler görülmesi üzerine 6 ay kadar sonra DİB müftülüklere bir yazı göndererek Türkçe ezan okumayanların cezalandırılacakları bildirilmiştir. Kanuni olarak yasaklanması ise 2 Haziran 1941 günü gerçekleştirilmiştir.  Şöyle ki, 1941 yılında bir ezan mağduru Yargıtay’a başvurarak cezasının kanunda yerinin gösterilmesini istemiş, Yargıtay mağduru haklı bulmuştur. Mahkemeler Arapça ezan okuma suçunu! işleyenleri serbest bırakmaya veya ceza vermemeye başlamışlardır. Bunun üzerine telaşlanan Refik Saydam hükümeti yasağı kanun haline getirmiştir. Arapça ezan ve kamet okumanın cezası üç aya kadara hafif hapis ve on liradan iki yüz liraya kadar hafif para cezası olarak belirlenmiştir. Ezan 18 yıl yasaklı kalmış, bir nesil ezanı hiç duymamıştır. 1950 yılında ezan aslı ile okunduğunda buna anlam veremeyenler, ezanın aslı da mı varmış diyenler olmuştur.

Kuran, ezan, kamet, cuma ve cenaze selaları, tekbirler ve hutbenin Türkçeleştirilmesine gerekçe olarak insanların , ‘din adamları’nın ne dediklerini anlaması gösterilmiştir. Okuduğu sürelerin Türkçesini anlayan, yaptığı duanın manasını bilen ‘daha dindar’, ‘kâmil mümin’ insanlar olacakları söylenmiştir.

Ezanın Türkçeleştirilmesinde rol oynayan dokuz kişiden biri olan Ali Rıza Sağman bile bu durumu şöyle eleştirmiştir: Ezan Türkçe okundu da ne oldu? Cami fazla cemaat mi kazandı? Ezanın taşıdığı birkaç kelime, Türkçemizi mi zenginleştirdi? Öte yandan ‘monşer’ler ile ‘’bonjur’’lar dilimizi kökünden kemirip duruyor.  ‘’Mersi’’ler ‘’sağol’’ları kapı dışarı savarken ezandaki birkaç kelimenin Türkçe okunmasını lazım görmek doğrusu anlaşılmaz bir muammadır. Dilimizi önce diğer yabancı kelimelerin salgınından kurtaralım da sıra ezandaki beş kelimeye gelsin.

Tanrı Uludur ’un mucidi olan Sağman makamlı bir şekilde Türkçe ezan okuyabildiği halde hayatında hiç Türkçe ezan okumamıştır.

Madem insanların denilenleri anlaması isteniyor, yaptığı duanın manasını bilmesi ince fikri! gösteriliyorsa Kürt ve Arap nüfusunun yoğun olarak yaşadığı insanlara Türkçe ezan dayatması da neyin nesi oluyor? Tek başına bu örnek bile yasağı savunanların çelişkilerini ortaya sermeye yeter de artar bile. Türkler Türkçe ezanı dinin esasından uzaklaşma olarak algılamışlardı. Araplar kendi dillerinde okunan, anladıkları bir ezanı bırakıp  ‘yabancı dil’de okumaya zorlanmışlardır. Kürtler ise hem dinden uzaklaşma, hem de bilmedikleri bir yabancı dilden ibadete çağrılmanın garipliğini yaşamışlardır.

1932 yılında Türkiye’de Arapça ezan yasağı uygulanırken o tarihlerde Türkiye sınırlarında bulunmayan ve Fransız mandası olan Hatay’da Fransızlar ezana karışmamışlardır. Hatay 1939’da Türkiye tarafından ilhak olduğunda Hatay’da yapılan ilk işlerden biri ezanı Türkçeleştirmek olmuştur.

Kıbrıs’ta ise durum farklıydı. O dönem İngiliz yönetiminde bulunan Kıbrıs’ta Türkiye’deki Arapça ezan yasağı hemen devreye sokulmuştu. Ancak Kıbrıs’ta asıl sıkıntı 1950 yılında Arapça ezanın serbest bırakılmasıyla başlamıştır. Hep Türkiye’yi takip eden Kıbrıs, Türkiye’nin aksine 1969 yılına kadar yasağı devam ettirmiştir.

Kitapta öyle anılar var ki okudukça duygulanmamak elde değil. Ümmetten ulus yaratma fikri ile yola çıkanlar için bir basamaktır bu uygulama. O dönemde camiler garip kalmıştır, cemaat iyice azalmıştır. Halk camilere adeta küsmüştür. Namazlar evlerde kılınırdı. Çünkü camide ibadetler Türkçe olmuştu.

Şerafettin Gölcük anısında Malik bin Nebi’den bahseder. Malik bin Nebi’ye Türkiye de artık ezan Türkçeleşti, artık ibadetler Türkçe olacak mealinde sözler söylendiğinde, onun yorumu; sosyolojik bir vakıa olarak Türkler bu icraatı devam ettiremezler, toplum bunu kabul etmez, benimsemez olmuştur.

Farkına varmadan yasağı delen bir müezzin namaz çıkışı jandarmayı karşısında bulur. Hâkimin karşısına çıkar. Hâkim kanun ile inancı arasında kalır. Kendince pratik bir çözüm bularak olayı çözer.

Türkçe ezan halk tarafından bir din değişimi gibi algılanmış ve içselleştirilmemiştir. Minarede Türkçe ezan okunurken camide tekrar, gizli ve sessiz biçimde ezan Arapça okunarak namazı kılmışlardır.

Ramazan günlerinde atılan top milleti rahatsız ediyor diye ezan yerine minareye canavar borusu çıkartıp kurt gibi bağırtmışlardır.

Bir Kürt vatandaş anısında o dönem jandarmanın arada köye gelip ayakkabılarıyla camiye girişinden, insanlara ve dine hakaret ettiğinden, Kuranı Kerimlerin toplanıp yakıldığından bahsediyor. Merkeze uzak köyler ezanları bildikleri gibi okumaya devam etmişler. Merkeze yakın yerler ise bir gözcü eşliğinde jandarma tehlikesi yoksa asli dilinde okumuşlar, jandarma izine rastlarlarsa ezanı hiç okumamışlardır.

Kimi yerlerde ise köyün girişine gençler nöbetçi konulur ezan sessiz biçimde Arapça okunurmuş.

Bazı yerlerde de imamların ezanı Arapça olarak içinden okudukları ve ezan bitince bitti dediği aktarılıyor.

Üç çocuğundan ilk ikisinin kulağına Türkçe ezan okunan ve bunu hiç sindiremeyen baba, yasak kalkınca ilk iş olarak o çocuklarının kulağına Arapça ezan okutturmuştur.

Yavuz Bülent Bakiler de anısında laikliği İslam düşmanlığı olarak algılayan insanların var olduğundan bahsediyor. Bizim müezzinlerimize smokin giydirmeyi ve onları öylece sokakta dolaştırmayı düşünmüşlerdi ama hiçbiri tutmadı diyor.

İnsanlar Arapça ezan okudukları için dövülmüş, sövülmüş, Türkçe ezanı duymamak için başka ülkelere göç edenler bile olmuştur.

O dönem bazı yerlerde Arapça ezan okudukları için yakalananlar delilik formülünü uydurmuşlardır. Eski püskü yırtık pırtık elbiseler giyip ezan okuyorlar ve yakalandıklarında deli olduklarını söyleniyordu.

Çocukları sürekli uyumayan bir aile çocuklarını ‘uyumazsan ezanı Türkçe okurum!’ diye korkuturmuş.

Ankara’da namazı da Türkçe kılmaya kalkışmışlar. Hoca Fatiha’nın manası ile namazı kıldırmaya başlamış, namaz bitince arkasına bakmış ki bir kişi bile kalmamış.

Camilere, cami etraflarına hayvan bağlamışlar, camilere ekin doldurmuşlar.

18 yıl boyunca dayatma devam etmiş, insanlar nice zulümlere maruz kalmışlar. 1950 seçimleri arifesinde halkla Menderes arasında Arapça ezan mutabakatı sağlanıyor. Kendisinden ezanı din diliyle okumak istediklerini söyleyen halka bunu gerçekleştireceklerinin sözünü vererek iktidara gelen Menderes sözünde durmuş ve kısa sürede ilk icraat olarak ezan yasağını kaldırmıştır. Türkçe okumak yasaklanmamış sadece Arapça ezan okuma yasağı kaldırılmış fakat o günden sonra Türkiye’de tek bir minarede bile Türkçe ezan okuyan ne duyulmuş ne de görülmüştür.

Ezan yasağı kaldırılırken CHP’nin nasıl bir tutum takınacağı son ana kadar belli olmamıştır. Evet deseler laiklikten taviz verecekler hayır deseler dinsizlikle suçlanacaklardı. İsmet İnönü ve Faik Ahmet Barutçu ikilisinin baskısına rağmen CHP sözcüsü Cemal Reşit Eyüboğlu ezana karşı çıkmayacaklarını bildirmiştir. Yasak meclisten ittifakla geçmiştir. CHP kerhen de olsa yasağın kalkmasına destek vermiştir.

Her yerde yasağın kalkmasından dolayı bayram havası yaşanmıştır. İnsanlar düşman işgalinden kurtulmuşçasına sevinmişlerdir. Bazı müezzinler ağlamaktan dakikalarca Arapça ezana başlayamamışlardır. Kurbanlar kesilmiş, ziyafetler verilmiştir.

Ezan 27 Mayıs darbesinden sonra Cemal Gürsel ve Alparslan Türkeş tarafından tekrar Türkçe okutulmak istendiyse de bu çabalar akim kalmıştır. Alparslan Türkeş’in darbeden sonra yaptığı bir açıklamada darbeyi tetikleyen ilk olayın ezanın asli diline dönüştürülmesi olduğunu bilerek veya bilmeyerek itiraf etmiştir.

Sonuç Yerine

Acaba ezanı 1950’de ilk okunduğu günkü gibi hisseden kaç kişi vardır aramızda? Onun kıymetini, bu ülkede onun uğrunda çekilen sıkıntıları biliyor muyuz?

Sözlerimizi Celalettin Ökten hocanın şu sözleriyle bitirelim: Acaba bu nimetin kadrini kıymetini bilebilecek miyiz? Ve eğer kadrini kıymetini bilmezsek Cenab-ı Hakk nimetini bir gün yeniden geri alır mı?

 

 

Kitap Haberleri

Ellinci yılında Filistin Şiiri antolojisi
Ümmetin gündemine katkı: Zeydîlikten Husîliğe Yemen
Filistin için kelimelerden bir anıt: Diken ve Karanfil
Orhan Alimoğlu’nun Gazze anıları
Batı’nın suflörlüğüne soyunmak: Amin Maalouf’un Labirent’i