Türk milleti, Kürt milleti, Arap veya Fars milleti kavramlarının 18. Yüzyılın sonu itibariyle İslam toplumlarının sömürgeci Batı karşısında yaşadığı askeri ve siyasi mağlubiyetlerle çok yakından alakalıdır. Fakat bu alakanın böyle olduğunu anlamak için bu kadar acı çekmeye ve de beklemeye gerek yoktu. Ama maalesef bu kadar uzun bir zaman acıları yaşamaya ve yaşatmaya mahkûmmuşuz gibi sömürgeci Batı’nın ulusçuluk-milliyetçilik hastalığı bizzat devlet eliyle bir marifet ve kurtuluş ideolojisi gibi bütün bir topluma giydirilmek istendi.
Resmi ideolojinin temel taşları olarak Türklük, Türkçülük ve Atatürkçülük iktidar sınıfları tarafından anayasadan eğitim müfredatına, askeri darbelerden sermaye temerküzüne, kılık kıyafet yönetmeliğinden spor mantığına kadar hemen her alana hâkim kılınmak istendi. Türk ulus kimliğini, Türk milliyetçilik mefkûresini, Atatürk ilke ve inkılâplarını siyaset ve topluma her ne pahasına olursa olsun hâkim kılmak adına zulümler işlendi. Ancak şiddet şiddeti, inkâr ve asimilasyonu esas alan bir ulusçuluk ideolojisi diğer bir ulusçuluk ideolojisini besledi, büyüttü. Çok ama çok kan akıtıldı Türk ve Kürt ulus kimliğinin mücadelesi adına.
Silahlar Sussun mu, Susmasın mı?
Başbakan Erdoğan’ın “silahlar sussun, siyaset konuşsun” çağrısına Öcalan’ın Newroz vesilesiyle Diyarbakır’da okunan mektubuyla verdiği cevapla start alan yeni bir dönem ve farklı bir süreçti. Enteresan bir biçimde bu sürecin sadece CHP ve MHP’yi birbirine yaklaştırdığı düşünülüyordu. Oysa belki çok toplumsal ve siyasal açıdan güçlü olmadıklarından belki de ciddiye almaya gerek duyulmadığından olacak devrimci-demokrat sosyalistlerle darbeci-cuntacı Kemalistler arasında da ciddi bir yakınlaşma hatta dayanışma diyebileceğimiz şeylere şahit oluyoruz.
Mesela Kemalist Yeniçağ ile sosyalist BirGün aynı gün aynı manşetle PKK’li Duran Kalkan’a atıf yaparak silahların susmasının mümkün olmadığına dikkat çekiyorlar. Yeniçağ “Gerçeği anlatmak terör lideri Duran Kalkan’a düştü: Çekilmedik ellerimiz tetikte” manşetiyle her zaman olduğu gibi AKP’nin bölücü terörle işbirliğini teşhire yeni bir malzeme bulmanın sevincindeydi. “Bölünüp parçalanan Türkiye” isimli korku masalına yeni bir versiyon uydurmuş olarak statükoya zaman kazandırmak için çırpınan iktidar sınıflarına tipik bir örnektir aslında bu tür haberler.
Aynı gün aynı konuyu sosyalist BirGün’ün ele alışı da sürece tersinden takılan bir çelmeyi gözler önüne seriyordu: “Süreç ayak sürçtü”. Yani Hükümet pazarlık yok, çekildi, çekiliyor filan diyormuş ama PKK yalanlıyormuş. Çünkü Duran Kalkan “Gerilla çekilme meraklısı değil. Hali hazırda çekilme pozisyonuna geçmiş olma durumu da söz konusu değil” sözleriyle halen ellerin tetikte olup silahları konuşturmak için emir verebileceğini deklare etmiş.
Duran Kalkan’ın aynı beyanlarına atfen tıpkı BirGün ve Yeniçağ gibi Orta Doğu ve Sözcü gazetelerinin de “silahların susmasına imkân yok, çatışma sürecek ve sürmeli de” mantığını işlediğini, söylemini yükselttiğini hatırlatalım. Çünkü İP’in Aydınlık’ı ve TKP’nin Sol’u da hep birlikte aynı kulvarın yarışçıları olarak Türkiye’de Kemalizmi Suriye’deyse Baas cuntasını ayakta tutmak için canla başla mücadele ediyorlar.
Sentez Türk-İslam mı Olsun, Kürt İslam mı?
Kemalistler gibi sol-sosyalistler hatta liberal demokratlar için dahi ulus kimlik ve ulus devlet mantığı aşılması mümkün olmayan modern bir ütopya olarak algılanıyor. Böylece “laik-ulus kimlik hem fert ve topluma hem de devlete benimsetilmeden adalet temin edilemez” gibi kesin inanca dönüştürülmüş bir öncülden hareket ediliyor. Sonrasındaysa İslami-fıtri olanı değersizleştiren, Müslüman bir toplum için Kur’an’da çerçevesi çizilen kavramsal ve ahlaki modeli tahrip ederek muktedir olmaya çalışan ama şartlar gereği kendini gizleyerek meşrulaştırmaya çalışan bazı sentezler devreye giriyor.
İnsan fıtratı açısından Türk(çü)lük asla bağlayıcı olmadığı gibi İslam ilkeleri açısındansa cahiliyyeyi temsil etmektedir. Türklük ortak paydasına çağrı her ne şekilde olursa olsun hem ahlaken ve hukuken yanlış hem de siyasal ve psikolojik açıdan ayrıştırıcı niteliği dolayısıyla zararlıdır.
Türklüğe ve Türkçülüğe yeni bir tanım yapmak, Türk ve Türkçülüğe dair bazı sembolleri İslamlaştırmak ya da tarih ve toplumdan meşruiyet mesnetleri aramak tek kelimeyle beyhude bir çabadır. Tıpkı yaşananlardan ibret alamamakta ısrar eden bazı ahmakların da Kürt-İslam sentezini keşfetmiş oldukları gibi. Ulusçuluk-milliyetçilik fitnesi hayatın tüm alanlarından silinip kazınmadan İslam coğrafyasına ne huzur ne de adalet gelir.