‘Türk soylu kardeşlerimizin güvenliği için...’ diye bir cinayetkâra kol-

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

Korkunç bir şey!.. TC Dışbakanı Ali Babacan tarafından, ‘Afganistan’daki türk soylu kardeşlerimizin güvenliği için,  o bölgenin istikrarı için önemli katkıları olmuştur..’ gerekçesiyle bir cinayetkâra kol-kanat gerilmesi ve öyle hunhar bir kişinin Türkiye’ye getiriliip,  TC’nin koruması altına alınması karşısında, söz biter.. 

Bu, sıradan bir ırkçılığın da ötesinde şovenist bir yaklaşım..

Siz Afganistan’daki bir cinayetkârı bu niyetle korudunuz mu, başkalarının da kendi kan soylarından gelen nice cinayetkârlar üzerine himaye kanadı germelerine hiç itiraz etmemeniz gerekir..

Afganistan’dan kaçırılıp, gizlice Türkiye’ye getirilen kişi, Afganistan özbekleri adına, bu zamana kadar girmediği entrika ve işlemediği cinayet kalmamış olan Râşid Dûstum isimli bir cinayetkâr generaldir.. (O ismin aslî telaffuz şeklinin Dostum değil, Dûstum olduğunu da bu arada belirtelim.. Bush’un boş diye telaffuz edilemiyeceği gibi bir durum bu..  )

Kim bu (Afganistan’da yaygın olarak bilinen şekliyle, Abdurreşîd) Râşid Dûstum?

Afganistan’ın komünistlerin pençesine düştüğü Nisan-1978 ile Nisan-1992 arasındaki 14 yıllık dönemin son diliminde, başkent Kabil’in savunmasından sorumlu olan general..

Yaşı ne ki, 18-20 sene öncelerde general olabiliyor demeyiniz.. Savaş şartlarında böyle olur.. Enver Paşa; ‘dâmâd-ı şehriyarî’ (Padişah damadı) olması hasebiyle, Osmanlı Orduları Başkomutanlığı’nı Padişah adına vekaleten üstlendiğinde, 33-34 yaşlarındaydı..

M. Kemal de,  Padişah Vahdeddin tarafından tam yetkili ordu müfettişi olarak gönderilirken,  bir  ferîk / orgeneral  rütbesindeydi ve 38 yaşındaydı. 41 yaşında da, ‘Mu’şir (mareşal) lik rütbesi verilmişti..

Râşid Dûstum da işte öyle, özel şartlarda üst üste rütbe alarak general olan birisi.. Ve, Afganistan özbekleri arasından çıktığı için, tabiatiyle, kavmî bir bağlılıkla arkasına aldığı bir kitle de var.. Emrindeki orduda, özbek olanlara ayrıcalıklar vermesi ve kavmince sevilmesi de anlaşılabilir..

Afganistan halkının ‘Necib-i Gaw’ (Öküz Necib) diye andığı Necîballah’ın komünist rejim başında bulunduğu sırada, Hizb-i İslamî lideri Hikmetyar’ın, rejimi çökertmek için içerden adamlar elde etme çabaları vardı.. Nitekim, komünist rejimin Savunma Bakanı Gen. Şehnevaz Tenay, başarısız kalan bir askerî darbe teşebbüsüne bile girişmişti..

Sonra sıra General Dûstum’a gelmişti.. O da, Hikmetyar’la anlaşmış ve komünist rejimin çökmesi halinde, Kabil’i Hikmetyar güçlerine savaşsız olarak teslim edeceğine sözvermişti.. Ama, Hikmetyar’ın aslî rakiblerinden olan Cemiyet-i İslamî güçlerinin komutanı (ve Sovyet Rusya ordularını Pencşîr Vâdisinde üst-üste bozgunlara uğratmasıyla meşhur olan ve Pencşîr Kahramanı diye ünlü Ahmed Şah Mes’ud’un güçleri Hikmetyar güçlerinden önce Kabil’e giriverince, Dûstum bu kez de hemen onunla işbirliğine hazır olduğu bildirmiş ve komünist rejime karşı savunmasından sorumlu olduğu başkent Kabil’i çatışmasızca Mes’ud’a teslim etmişti!!.

 

 *Her efendisi için, bir külahı olan bir cinayetkar general..

Yani, Dûstum, daima güçlü kim ise, hemen onun yanında yer almakla şöhret bulan birisi.. O,  kuzeydeki Mezar-ı Şerif (Belh) şehrinden olduğu için o bölgede ve özellikle özbekler arasında  bir güç sembolü idi.. Ama, ahlâkî yapısındaki özellikleri hemen herkesçe bilinirdi..

Ayyâş birisi idi.. Ve acımasızlığı da, gücünü hiçbir ahlâkî sınır tanımadan kullanmasıyla da meşhurdu.. Afganistan’da 1992’lerden bu zamana kadar gelişen hadiseler içinde Dûstum, bir güç odağı olarak, çizmediği zikzag kalmayan bir tip idi.. Ve bir ara, Talibân zamanında, Özbekistan’a kaçmak zorunda kaldı ve oradan Türkiye’ye getirildi ve Ankara’da iki sene kadar ağırlandıktan sonra, Özbekistan üzerinden yeniden kuzey Afganistan’a gönderildi,  gerekli bütün imkan ve destekler sağlanarak..

Ve Tâlibân rejiminin Amerikan müdahele ve işgaliyle çökertilişi sırasında Dûstum, yeniden özbek asıllı milis güçlerinin başında, korkunç cinayetler işledi, onbinlerce insanı katlettirdi., en acımasız usûllerle.. Özellikle, ‘Qale-i Ceng, Şebirgan, Qunduz ve Mezar-ı Şerif’ yörelerinde Amerikan işgalcilerine karşı direnmeye çalışan onbinleri eriten ve işlenen hemen bütün cinayetlerin baş organizatörü bir kaniçici, hunhar- cinayetkâr general.. Ve bütün bu ‘üstün hizmetleri’ dolayısiyle, Amerikan kuklası yeni rejimin başı olan Hâmid Karzaî’nin en büyük yardımıcılarından.. Ve kendi deyimiyle, devlet protokolünde i numaralı isim..  Ama, adı etkili özbek liderini öldürülmesi planının içinden çıktığı için, aylardır evinde, gözhapsinde tutuluyordu..

Ve derken, Türkiye’ye yeniden kaçırıldığı anlaşılıverdi..

 

 *Azerbaycan’da da benzer bir oyun tezgahlanmıştı..

Burada duralım ve bir başka örneği hatırlayalım..

Azerbaycan’da da, C. Başkanı Haydar Alivev, 1999 yılında Hindistan’a gitmek üzereyken, İçişleri Bakanı Rûşen Cevadof’un bir darbe teşebbüsü ortaya çıkmıştı.. Ve ilginç olan, bu darbe haberinin Aliev’e Türkiye C. Başkanı Demirel tarafından verilmesiydi..

Daha da ilginç olan, Cevadof başarılı olsaydı, akıl hocalarından birisi, bir TC diplomatıydı.. Ama, Demirel, böyle bir ihbarla, Bakû’de hangi taraf kazanırsa kazansın, asıl kazanan tarafın TC olmasını sağlıyordu..

Nitekim, Aliyev duruma hâkim olmuş ve Cevadof ve elindeki polis gücü (OMON)’un önde gelenleri hemen o gece öldürülmüştü.. Ancak, o sırada, bir de F. D. isimli bir  TC diplomatı tutuklanmıştı.. Ama, bu TC diplomatı, hadiseden bir gün sonra, o karışıklık ortamında, bir gece yarısı tutuklu olduğu yerden kaçırılmıştı.. Bu konu Haydar Aliev’i rahatsız etmişti..

Bir süre sonra, Haydar Aliyev, bu konuyu gündeme getirince, zamanın TC Dışbakanı Murad Karayalçın, sözkonusu TC diplomatı F.D.’nin, C. Başkanı Demirel’in bilgisi dahilinde MİT’e aid bir özel uçakla Türkiye’ye intikal ettirildiğini itiraf etmişti..

Amerika’lılar da öyle yapıyorlar.. Bir zaaf ve karışıklık ânında, kazanan kim olursa olsun, gerçekte asıl kazananın kendileri olması için, her grupla irtibat içinde oluyorlar..

 

*Kuzey Irak’daki kanlı boğuşma içinde de,  kimler nasıl yer almıştı?

Bir diğer konuyu daha hatırlayalım.. 1995-96 yıllarında Kuzey Irak’da, Barzanî ve Talebanî güçleri arasında, Irak’daki kürd halkının liderliği için patlak veren ve onbinlerce kürd müslümanının katledilmesine müncer olan bir kanlı iç boğuşma yaşandığı sırada da, Türkiye’nin, her iki tarafa da, içinde ‘chip’ (elektronik beyin)ler yerleştirilmiş ve bulunulan yere dair sinyaller veren silahlar vererek, her iki tarafı da kontrollü şekilde ve istedikleri savaştırdıklarını İçişl. Bakanlığı’nın İstihbarat Dairesi eski sorumlularından Bülent Orakoğlu bir mülakatında açıklamıştı, birkaç ay önce..

Bu bilgileri, konunun etraflıca anlaşılması için belirtiyorum..

Ve, şimdi, TC. Dışişl. Bak. Ali Babacan’ın, 4 Aralık günü, Helsinki’de yaptığı ve AA tarafından geçilen bir açıklamada ‘Dostum'un Afganistan'daki Türk soylu kardeşlerimizin güvenliği için, o bölgenin istikrarı için önemli katkıları olmuştur. Kendisi bir süre için Türkiye'de bulunacak.. Öte yandan Afganistan'ın iç siyasetinde yeni gelişmeler olacak..’ demesi, üzerinde bu bilgilerle birlikte durulmayı gerektirmekte..

Râşid Dûstum gibi bir korkunç, hunhar cinayetkârın TC Hükûmeti tarafından desteklenmesi ve Türkiye halkı adına ağırlanması, oynanan oyunların iğrençliğini, korkunçluğunu göstermekten öteye, ‘Yaratılanı hoşgördük, Yaratan’dan ötürü..’ mısraını devamlı tekrarlayan bir Tayyîb Erdoğan’ın sorumluluğunda cereyan etmesi hasebiyle de, büyük bir talihsizliktir..

 

‘Laik/kemalist/ türkçü’  güç odaklarının, uluslararası entrikalar arasında kendilerine bir manevra alanı açmak için giriştiği çabalar, o bakış açısından anlaşılmaz değildir.. Ama, bu büyük yanlışa Tayyîb Erdoğan düşmemeliydi..

Bu, aynı zamanda Türkiye’nin kendi içindeki derin sosyal problemin/ hastalığın mikroplarına da işaret etmektedir..

Afganistan’da Tâlibân rejiminin çökertilişi sırasında, Râşid Dûstum denilen bir câni generalin, işgalci Amerikan güçlerinin fedaisi rolünde, onbinlerce  müslüman savaşçıyı öldürttüğü bütün dünya tarafından bilinir ve kendisi tarafından da öğünçle sahiblenilirken;  böyle bir cinayetkârın,  sırf türk soylu kardeşlerinizin güvenliği adına’ diye korumaya alınması, aslında, o fitnenin içinde yer almak ve Afganistan’ın türk soylu olmayan diğer bütün müslüman kavimlerine destek vermekten başka bir manâ taşımamaktadır.. 

 

*Afganistan’da geçmişteki entrikalar tekrarlanıp, yıpranan kuklalar değiştirilecektir..

Bu arada, Afganistan’da biz de varız denilmek isteniyorsa..

O konuyu da kısaca hatırlamakta fayda vardır:

Afganistan’da ilk komünist darbeyi kanlı bir şekilde tezgahlayan Nûr  Muhammed Terekî’den beklediğini alamayan Sovyet Rusya,  iki sene geçmeden, bir diğer komünist olan Hafizullah Emin liderliğinde yapılan bir darbeyle Terekî’yi öldürtmüş ve amma, aradan 1,5 sene geçince, Emin’in de işe yaramıyacağı anlaşılınca...  Moskova onu da Babrak Karmal isimli bir diğer komünist kukla eliyle öldürtmüş ve Afganistan’ın başına onu geçirtmişti.. Ama, 4 yıl kadar süren bir uygulamadan sondra, Babrak Karmal’ın da beklenen neticeyi vermiyeceğinin  anlaşılması üzerine, komünist rejimin başına, halk arasında Necib-i Gaw (Öküz Necib) diye bilinen Gen. Necibullah oturtulmuştu.. Ama, onun has generali Gen. Dûstum,  Kabil müslümanların eline düşerken, kendisine yeni efendiler bulduğundan Necib’i de satmış ve o da BM. binasına sığınmıştı.. Ama, Kabil müslüman güçlerin eline geçince, hışımlı halk kitleleri  BM. temsilcilik binasına baskın yapıp, Necibullah’ı alarak oracıkta linç etmişler ve cesedini oraya asmışlardı..

Bugünlerde de, amerikan empereyalizmi de, tıpkı geçmişteki Sovyet emperyalizmi gibi, kuklalarını değiştirmeye karar vermişe benziyor.. Hâmid Karzaî, Amerikan kuklalığında, kendisini geçmişteki komünist kuklalarının âkıbetinin beklediğini hissetmeye başlamış bulunmakta..

Bunun için, çıkış ve Talibân liderleriyle müzakere yolları arıyor.. Tâlibân Liderliği ise, bunu reddediyor.. Usâme bin Laden’in kontrolüne girmesi hasebiyle Amerika’nın hışımla ezip geçtiği Talibân kadrolarının, Amerika’yla yeniden dirsek temasına geçtiği haberlerinden oldukça rahatsız olan Karzaî’nin çareler aradığı bir sırada, Dûstum’un Türkiye’ye getirilmesi, uluslararası nice entrikaların ipuçlarını vermekte.. Pakistan’la Afganistan arasında son birkaç yıldır daha bir gerginleşen ilişkileri normalleştirmeye çalışan Türkiye’nin, Afganistan’daki kukla lider Hâmid Karzaî ve (uluslararası karanlık ilişkileriyle meşhur) Pakistan C. Başkanı Âsıf Ali Zerdarî’yi İstanbul’da ağırlarken, Ankara’da da bir korkunç cinayetkârı, bir Afganistan Miloseviçi’ni / Saddamı’nı ‘türk soylu kardeşlerin güvenliği’ gerekçesiyle ağırlaması, bu uluslararası entrikalarda ben de varım,  noktasından da daha özel bir manâ ifade eder, ama, ‘ava gidenin kendisi de av olabilir..’

Aynı mentaliteyle, başkalarının da Türkiye’ye, kansoyundan olanların güvenliği adına benzer bir kanlı tuzak kurmayacağına kim garanti verebilir? Ve öyle bir durumda, ‘İslam açısından kan soyu değil, inanç birliği esastır..  şeklindeki hakikat beyan edildiğinde, bu, sırf  TC rejiminin işine gelecek şekilde suiistimal edilmiş olmaz mı?

O halde, böyle bir zâlimi halkımız adına ağırlayan Hükûmet’e ve rejimin bütün kurumlarına karşı, itiraz sesimizi var gücümüzle yükseltmeliyiz..