Aksiyon Dergisinden Mehmet Baki'nin haberi:
'Cuntacılık mı demokrasi mi? 68'den ne kaldı?
Bir döneme damgasını vuran 68 kuşağının temsilcileri için çok şey değişti. Aksiyon 40. yılında 68 kuşağının yaşayan temsilcileri ile 'devrimci gençlerin' hikâyesini, yanlışlarını, demokrasiyi konuştu.
Ankara'da örgüt evi. Tarih, 8 Mart 1971. Hazırlıklar son kez gözden geçirildi. Silahlar kontrol edildi. Örgüt üyelerine nasıl hareket edileceği tek tek anlatıldı. Yıllardır hayaliyle yaşadıkları "devrime" saatler kalmıştı. Ertesi sabah ordu içindeki devrimci subayların harekete geçmelerini bekliyorlardı. Görevi veren liderleri "Bizim subay arkadaşlar Emniyet Genel Müdürlüğü'nü ele geçirecek, eğer bir sorun çıkarsa biz de onlara yardımcı olacağız." talimatını vermişti. Belli bir saate kadar uyanık bekledi Selçuk Polat. Sonra uyudu. Sabah, arkadaşları "bu hengâmede nasıl uyuyabildiğine" şaşırmışlardı. "Bravo sana yoldaş!" diye takıldılar. "Sabah kalktığımda hâlâ haber gelmemişti. Halbuki ben subay elbisesi giyerek Emniyet Sarayı'na nasıl gireceğimizin hayalini kurmuştum."
Polat'ın beklediği haber yerine üç gün sonra ordunun 12 Mart muhtırası haberi gelir. Sadece THKP-C'nin (Türkiye Halk Kurtuluşu Partisi-Cephesi) silahlı üyesi Polat'ın değil bütün devrimci gençlerin kafasına balyoz iner sanki. 1960-1970 dönemine damgasını vuran bir kuşağın da 'yitik' olarak adlandırılmasına yol açar bu durum. Oysa yıllarca devrim ideali ile yaşamıştır 68 kuşağı. Neler yapmadılar ki devrim için; boykotlar, işgaller, açlık grevleri, çatışmalar, banka soygunları, baskınlar, mitingler ve son olarak silahlı mücadele. Ama olmadı. Kimisi cezaevine, kimisi idam sehpasına, kimisi de sürgüne gönderildi. 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri onlara birçok gerçeği gösterdi.
DÜNÜN DEVRİMCİLERİ ŞİMDİ NEREDE?
Bugün 70 yaşına merdiven dayadı bu kuşağın temsilcileri. Hepsi çoluk çocuğa karıştı. Zaman zaman bir araya gelerek eski günleri anıyorlar. Peki, bir zamanlar devrim uğruna silahlı mücadele veren bu kuşak için ne değişti? 40 yıl sonra hangi noktadalar? Demokrat, hatta liberal bir çizgiye gelenler hâlâ "68 ruhu" ile hareket edenler arasında nasıl bir ayrışma var? Ulusalcı akımlar, Ergenekon operasyonları onları, fikir dünyalarını nasıl etkiliyor?
Dünün devrimci liderleri Deniz Gezmiş (idam edildi), Mahir Çayan (öldürüldü), Hüseyin İnan (idam edildi), İbrahim Kaypakkaya (öldürüldü), Yusuf Küpeli (İsveç'te sürgünde), Gün Zileli (Londra'da sürgünde)… Bugünün ÖDP, SHP, TKP, EMEP çizgisindeki isimleri Murat Karayalçın, Sarp Kuray, Ertuğrul Kürkçü, Oğuzhan Müftüoğlu, Bozkurt Nuhoğlu, Eşber Yağmurdereli, Ragıp Zarakol, Mustafa Yalçıner, Oral Çalışlar, Zihni Çetiner, Münir Aktolga, Aydın Çubukçu, Selçuk Polat… Ve bugünün döneklikle itham edilen liberal demokrat isimleri Cengiz Çandar, Şahin Alpay, Nuri Çolakoğlu, Halil Berktay… 68 kuşağı dendiğinde akla gelebilecek yaşayan ve ölmüş isimlerden bir kısmı bunlar.
Bir döneme damgasını vuran 68 kuşağının yaşayan temsilcilerinin önemli bir bölümü bugün farklı bir çizgide bulunuyor. Kendi içinde bir muhasebe yapanlar, 40 yıl önce devrim için silah ve şiddeti savunurken şimdi sosyal demokrat ve liberal bir çizgiye geldi. Avrupa Birliği'ni savunuyor, bir dönem savaştığı Amerika'ya sıcak bakıyor, demokrasiden yana tavır koyuyorlar. Bu yüzden de 'dönek' olarak suçlanıyorlar. Yine çeşitli partilerde siyaset yapanların yanı sıra medya sektöründe çalışan ve yayıncılık yapanlar da var. Sermayenin cazibesini keşfederek daha önce emperyalist olarak gördüğü ülkelerle ticaret yapan 68'lileri de göz ardı etmemek gerek. Kuşağın mensupları farklı yerlere savrulsa da örgütlü olarak çeşitli vakıf ve derneklerde mücadelelerini sürdürüyor. Bugün bu kuşağı temsil eden üç ayrı çizgide dernek ve vakıf var. İstanbul'daki 68'liler Birliği Vakfı, Ankara'daki 68'liler Dayanışma Derneği ve Mersin 68'liler Derneği.
Kuşak mensuplarının ayrı derneklerin çatısı altında buluşması aslında 68'liler arasındaki ayrışmayı da gösteriyor. Eleştiri oklarına en çok 68'liler Birliği Vakfı hedef oluyor. Birçok isim bu vakfa soğuk bakıyor. Vakıf yönetiminin ulusalcı ve darbe yanlısı isimlerle birlikte hareket ettiği öne sürülüyor. Vakıf Başkanı Sönmez Targan'ın Ergenekon terör örgütü üyesi olmaktan tutuklanan Veli Küçük ile görüştüğü iddia ediliyor. Yine Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklu bulunan İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ve Kanaltürk'ün sahibi Tuncay Özkan gibi ulusalcı isimlere destek verildiği söyleniyor. Hatta vakfın genel sekreteri Merdan Aslan'ın AK Parti'ye açılan kapatma davası öncesi Yargıtay'daki savcılarla görüştüğü ve bu konuyla ilgili bilgileri Perinçek'e aktardığı gazetelere yansıdı. Gerçekten de AK Parti'nin iktidara gelmesiyle sahneye çıkan ulusalcıların birçok eyleminde vakıf üyeleri de vardı. Atatürkçü Düşünce Derneği ve Bizkaçkişiyiz Platformu'nun düzenlediği bütün miting ve organizasyonlarda vakıf da yer aldı.
68'liler Birliği Vakfı'nın ismi 2003'te Kızılelma Koalisyonu ile gündeme gelmişti. Ülkücüler ve İşçi Partililerin oluşturduğu böyle bir koalisyona destek verdiği için vakıf içinde ciddi bir tartışma yaşandı. O dönemde vakfın Mersin şubesi başkanı olan Gökalp Eren vakfı ve yönetimi "maskeleri inmiş ırkçılar" olarak nitelendirdi. Bu tartışmadan sonra birçok üye vakıftan ayrıldı. İkinci bir tartışma vakıf üyesi Bozkurt Nuhoğlu'nun Alaattin Çakıcı'nın avukatlığını üstlenmesi sırasında yaşandı. Deniz Gezmiş'in en yakın arkadaşlarından olan Nuhoğlu, devrimci harekete ters düşmekle suçlanarak vakıf yönetimine alınmadı. 68'liler Birliği Vakfı, bütün bu nedenlerden dolayı kuşağın diğer mensupları tarafından eleştiriliyor. Onlara göre vakıf, daha önceki hatayı tekrarlıyor: Militarist söylemlerle darbe beklentisi içindeler.
Mersin 68'liler Derneği Başkanı Selçuk Polat'ın eleştirileri de bu yönde. Polat'a göre vakfın 68 kuşağı ile hiçbir ilgisi yok. 68 kuşağının çok şeyi kaybettiğini vurguluyor: "Liberal, sosyal demokrat, AB'ci, ulusalcı, Ergenekoncu... Şu anda bir avuç insanız bu işlere inanan ve yürüten." Vakıftan neden ayrıldığını şöyle açıklıyor: "Bazı arkadaşlarla siyasi ve devrimci yaklaşım açısından aramızda uçurumlar olduğunu gördük. Biz boş bırakınca İP'liler doldurdu orayı." 1970'li yıllarda ordu içinde oluşturdukları 9 Martçı cuntanın başarısızlığa uğraması, bu kuşağın bazı mensuplarının sevinçlerini kursaklarında bıraktı. Ancak darbe beklentileri günümüze kadar gelmiş. Vakıftan istifa eden THKP-C'nin önemli isimlerinden Mustafa Yalçıner bu gerçeği gözler önüne seriyor. Kanal 7'de katıldığı bir programda vakıf yönetimini darbe çığırtkanlığı yapmakla suçlamıştı Yalçıner. Bugün de aynı vurguyu yapıyor.
68 KUŞAĞI HATALARINI SORGULUYOR
68 kuşağı, pek kamuoyuna yansımasa da yıllardır kendi arasında militarizmi tartışıyor aslında. Birçoğuna göre en büyük hata "Ordu gençlik el ele Millî Cepheye" gibi sloganlarla sosyalizmin militarizmle akraba yapılması. Peki, yitik kuşak bunun sorgulamasını yaptı mı? Kemal Bingöllü, bu sorgulamayı yapanlardan. 68 kuşağının öğrenci liderlerinden biri olan Bingöllü, silahlı mücadeleye başladığı ana kadar Deniz Gezmiş'in yanındaydı. Aynı zamanda Abdullah Öcalan'ın "Kürtlerin savaşını birlikte başlatalım" teklifini reddeden isim. 9 Mart cuntası içinde yer alan devrimcilerin yanlış yaptığını savunuyor: "Bir devrimcinin militarizmle işbirliği yapmasını doğru bulmadım. Zaten o yüzden ayrıldım." Ona göre aynı hata bugün de tekrarlanıyor. Militarizmle işbirliği yaparak Ergenekon'a sempati ile bakan 68'liler var.
Benzer bir hesaplaşmayı yapanlardan biri de Sarp Kuray. 1968 ve 1969 yıllarında Ali Kırca'nın yazdığı subay bildirilerinde imzası olanlardan biri de deniz subayı olan Kuray'dır. 9 Mart cuntasının içinde yer alınca ordudan ihraç edilir. 68 kuşağının geçmişten ders çıkardığını düşünüyor. Kendi adına çıkardığı dersi şöyle açıklıyor: "Ben illegal işin içinde olmam. Kendi gerçekleri ile hesaplaşmamış insanlarla bir ortak nokta aramam. Bu hesaplaşmanın sadece ordu ve devrimci gençlik için değil toplumun bütün kesimleri için olmasını isterim."
DARBECİ GELENEĞİNİ SÜRDÜRENLER VAR
'Bizim 68' isimli kitabın yazarı Aydın Çubukçu'ya göre 68 kuşağının en büyük engeli, gençliğin doğrudan doğruya dünyayı tek başına değiştirebileceğine inanmak gibi çocukluk hayaline girmesi. Gençlik kendisine bir güç atfetti. Oysa toplumsal projeler toplumla örtüşebildiği oranda gerçekleşebilir.
Çubukçu, kuşağının bugün çok farklı çizgilerde olduğu görüşünde: "Ulusalcılık denilen o belaya saplanmış epey bir 68'li var. Darbecilik geleneğini hâlâ sürdürüyorlar. Temel hatayı göremeyip büyük güç olarak orduyu ya da geleneksel siyasal güçleri İttihat ve Terakki artıklarını kendilerine bir dayanak olarak gören akıllar var. Farklı siyasi akımlara mensup hâle gelmiş olanlar ya da tümüyle o dönemden pişmanlık duyan, sorgulayan, hesaplaşan ve yanlış bulanlar da." Çubukçu'ya göre bu kuşak görevini 1970'lerin sonunda tamamladı. Dolayısıyla 68'i bir anılar yumağı olarak görenler o dönemin idealleri ve heyecanlarına artık yabancılar.
Gazeteci-yazar Oral Çalışlar, bugün 68 kuşağı arasında yaşanan tartışmayı daha net ifadelerle özetliyor. Ona göre solun en büyük hastalığı cuntacılıkla akraba olması. Ona göre, cunta hem 12 Mart hem de 12 Eylül'de solu dövdü, sosyalistleri idam etti. Ama buna rağmen bu ideolojik akrabalık bitmedi. Dolayısıyla esas sorgulanması gereken bu ideolojik ve siyasi akrabalık.
YENİDEN SOKAĞA DAVETİN KAYNAĞI KİM?
68 kuşağı her ne kadar 70 yaşlarına gelmiş, saçları ağarmış, çoluk çocuğa karışmışsa da bir bölümü hâlâ eylemci ruhunu kaybetmedi. AK Parti'nin 3 Kasım'da iktidara gelmesi ile başlayan süreçte eski günlerini hatırlayarak sokaklara döküldüler. Cumhuriyet Mitingleri başta olmak üzere ulusalcıların her eylemine koştu bu kuşak. Başörtüsü karşıtı eylemlerde onlar vardı. 40 yıl önce parkalarıyla ve Che Guevara şapkalarıyla aynı mekânlarda farklı mitinglerdeydiler. Değişen tek şey saçlardaki aklar, ellerdeki bastonlar, yüzlerdeki yorgunluk. Aslında eski tüfekleri sokağa döken sebep ne başörtüsü ne de AK Parti. Zira eylemci alışkanlıklarından hiçbir şey kaybetmiş değiller.
68'liler daha çok İP, TKP ve Türk Solu Dergisi sempatizanı. Özellikle Türk Solu Dergisi AK Parti iktidarıyla birlikte bu kuşağı yeniden sokaklara dökmeye çalıştı, çalışıyor. Derginin başyazılarını kaleme alan Gökçe Fırat, bu kuşağı harekete geçirmek için ilginç bir çalışma hazırladı. 'Artık Susma Yorgun Demokrat' isimli kitap ve CD çalışmasında Fırat, bu kuşağa nostaljik günleri hatırlatıyor. Kitapta Cumhurbaşkanı Gül ve AK Partililere hakaretler ediliyor: "Bizim 40 yıl önce okula sokmadığımız bu adam bugün ülkenin en tepesine nasıl girdi? Bak burada duralım arkadaş, burada en çok senin ve bizim kuşağın suçu var. Bu meydanı biz boş bıraktık onlar doldurdu. Yeniden yürüyelim yollarda, meydanlarda."
Her ne kadar darbeci geleneğini sürdürenler olsa da bugün 68 kuşağının büyük bölümü yaşadıklarından önemli ölçüde ders çıkarmış. Daha önce devrim ve sosyalizm için silahlı mücadeleyi savunanlar şimdi daha sağduyulu bir noktada bulunuyor. Eski tüfekler, artık siyasi fikirlerinin demokrasi içinde mücadele vererek iktidar olabileceği düşüncesinde. O dönemde Aydınlık grubu içinde yer alan gazeteci-yazar Şahin Alpay bu gerçeği, "kuşak mensuplarının önemli tecrübelerden geçmesine" bağlıyor. 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbeleri ve bunların sonuçlarını yaşadı bu kuşak. Dünyada yaşananlara göz ve kulaklarını açtılar. Bunlar arasında kafalarını kullanmayı, tecrübelerden ders çıkarmayı başaranlar, 1980 öncesinde bağlandıkları otoriter ve totaliter ideolojilerin, amaçladıklarının tam tersi sonuçlar doğurduğunu gördüler; her şeyden önce siyasi özgürlüğün, eleştirme ve muhalefet edebilme özgürlüğünün kıymetini ve demokrasi olmadan, iktidarları barışçı yoldan, seçim yoluyla değiştirme imkânı olmadan hiçbir sorunun halledilemeyeceğini kavradılar. Otoriter ve totaliter ideolojilerin telkin ettiği mutlak gerçeklerin geçerli olmadığını, bütün teorilerin aksi gösterilene kadar geçerli olduğunu, bilimin ancak teorileri eleştirme özgürlüğünün bulunduğu yerlerde ilerlediğini gördüler.
Alpay'a göre otoriter ve totaliter ideolojileri eleştiren bu söylem Türkiye'nin özellikle 1990'lardan itibaren girdiği büyük dönüşüm sürecinde çok önemli rol oynayan etkenlerden biri. Bugün Türkiye'de özgürlükten, AB standartlarında bir demokrasiden yana hayli güçlü bir eğilim varsa, bunda 68 kuşağının payı azımsanamaz.
"KİMLİK DEĞİŞTİREN 68'LİLER DÖNEK"
68 kuşağının yaşayan temsilcilerini bugün binlerle ifade etmek mümkün. Ancak o dönemin devrimci liderleri parmakla sayılacak kadar az. Onlardan biri Bozkurt Nuhoğlu. Deniz Gezmiş'in en yakınında bulunan isimlerden olan Nuhoğlu, sonradan Alaattin Çakıcı'nın avukatı olacak kadar farklı bir çizgiye savrulmuş biri. İstanbul Üniversitesi'nin işgal edilmesinde ön saflarda yer alanlardan biri olan Nuhoğlu'na göre 68 kuşağı ile silahlı eylemleri birbirinden ayırmak gerek: "68 hareketi antiemperyalist bir mücadeleydi. Tam bağımsızlık istiyorduk. Güzel bir dünya kurmak için. Silahlı eylemler 1971'den sonra geldi." Gezmiş, silahlı mücadeleye başlayınca yolları ayrıldı.
Nuhoğlu, bugün yeni bir 68 kuşağına ihtiyaç olduğunu savunuyor. Ancak 68 ruhunun emperyalistlerce çalındığını düşünüyor. Bu yüzden liberal ve sosyal demokrat bir çizgiye gelen eski arkadaşlarını 'dönek' olmakla suçluyor: "Kimlik değiştiren 68'liler de emperyalist projenin bir parçası. Ama her devirde dönekler olur. Herkesin yüreği dayanmaz bu kavgaya."
Nuhoğlu, Çakıcı'nın avukatlığını üstlenince 68 kuşağı tarafından eleştirilmiş, vakıf yönetimine alınmamıştı. Çakıcı'nın avukatlığını yaptığı için pişman. Sağcı bir militan olarak ifade ettiği Çakıcı'nın ideolojisini savunmadığını ifade ediyor. Nuhoğlu'nun yaşadıklarına bakıp; bugün geldiği noktayı sosyal bilimcilerin ve siyasilerin çok yakından irdelemesi gerekiyor.
HÂLÂ DARBE ÇIĞIRTKANLIĞI YAPAN 68'LİLER VAR
68 kuşağı denince akla ilk gelen sözcük, hep 'darbe' oldu belki de. Bu tartışmalar ise hâlâ bitmedi. 68 kuşağının politize olmuş isimlerinden biri Mustafa Yalçıner, bugün ulusalcı eylemlerin ardında duran kuşak temsilcilerini 'darbeci geleneğin' devamı olarak değerlendiriyor. Gençliğinde Türkiye Halk Kurtuluşu Ordusu (THKO) içinde yer alan Yalçıner, 1969'da Filistin'e giderek 'gerilla eğitimi' gördü. Türkiye'ye döndüğünde devrimci gençler çoktan silahlanmıştı. Bu çerçevede kurulan THKO'ya hiç tereddüt etmeden katıldı. 1971'de jandarma ile girdiği çatışmada yaralı olarak ele geçirilerek tutuklandı. Bugün EMEP'te siyaset yaparak mücadelesini sürdürüyor. Bir dönem 68'liler Birliği Vakfı'nda yer aldı. Vakıf üyelerini darbe çığırtkanlığı yapmakla suçlayarak istifa etti.
Yalçıner'e göre 68 kuşağının bir bölümü, eskiden oldukları gibi, demokrat pozisyonda. Ama eski iddialarını yitirdiler. Önemli bir bölümü liberalleşti. Hatta içlerinden karşı devrimin sözcülüğüne soyunanlar bile çıktı. Bugün demokrat bir çizgide bulunan Yalçıner, her alanda özgürlük ve eşitlikten yana: "Örneğin işçilere, Kürtlere, Alevilere ya da başını örtmek isteyenlere dayatmalardan yana olmak; sendikasızlaştırma, hak eşitsizliği, 301, zorunlu din dersi ve türban yasağından birinden birini savunmak, savunanı demokrasi karşıtı yapar."
Aslında yitik kuşağın bugün geldiği nokta hâlâ demokrasi dışı yöntemlerle hareket edenlere en iyi örnek. Geçmişten önemli ölçüde ders çıkaran kuşağın temsilcileri gerilim ve şiddetle hiçbir düşüncenin kabul görmeyeceği mesajını veriyor. Kendi içinde herkesin bir hesaplaşma yapmasını istiyor. Bu sorgulama sadece bu yitik kuşak için değil her kesim için geçerli galiba. Demokrasi ve özgürlükler açısından zor virajları dönen Türkiye'de 68 kuşağına bakıp söylenecek çok söz var. En makulü belki de bundan sonra yitik kuşaklar oluşmaması için dünkü hatalara düşmemek. Çünkü dünün 'tek yol devrim' diyen, eli silah sopa tutan isimleri bugün 40 yıl sonra acı bir muhasebe yapıyor: Tek yol demokrasi.
68 kuşağının devrimci subayı Sarp Kuray: KENDİME ÇIKARDIĞIM DERS: İLLEGAL HİÇBİR İŞİN İÇİNDE OLMAM
Sarp Kuray, 9 Mart cuntasında yer alan devrimci subaylardan. Ali Kırca'nın kaleme aldığı subay bildirilerinde onun da imzası var. Muhtıradan sonra donanmadan ihraç edilen Kuray, Dev-Genç içinde de bulundu. Hem ordudaki hem de üniversitedeki devrimci gençlere çok yakın oldu. Kuray kendi adına 68'in hesabını yapmış bir isim. Ona göre egemenlerin hayata geçirdiği plan dâhilinde gençler çatışmanın içine çekildi, silahlı mücadeleye zorlandı. Ama devrimci gençlerin gerekli dersi çıkarmadığını düşünüyor. Böyle olduğu için 78 kuşağına karşı suçlu hissediyor kendisini. Kuray, bugün içi boş bir ulusalcılığın Türkiye'ye dayatıldığı tezini savunuyor. Bunun yanlış olduğunu vurgulayarak şöyle diyor: "Biz ciddi bir şekilde ordu ittifakının içinden geliyoruz. Bu ittifakta yapılmış yanlışlıklar olmak üzere 12 Mart ve 12 Eylül'ün hesabının verilmesi gerektiği fikrindeyim." Kuray, birçok arkadaşının geçmişteki hatalardan ders çıkardığını söylüyor. Kendi adına şu dersi çıkardığını sözlerine ekliyor: "Ben illegal hiçbir işin içinde olmam. Kendi gerçekleri ile hesaplamamış insanlarla bir ortak nokta aramam. Sadece devrimci gençlik değil MHP de siyasal İslamcılar da kendisiyle hesaplaşmalı. Biz kendi içimizde hesaplaşıyoruz. Hesaplaşmayanlar var. Onlarla da işimiz olmaz."
68 KUŞAĞI NEDİR?
1960-1970 yılları arasında yaşayan, daha çok üniversitelerde örgütlenen; içinden TİP, TKP, THKO, THKP-C, Dev-Genç gibi illegal birçok örgüt çıkaran, "devrim için silahlı mücadeleyi" savunan, Soğuk Savaş döneminin yitik kuşağı.
YİTİK KUŞAĞIN ARDINDA KALANLAR
27 Mayıs darbesi bir tarafta yeni yeşermeye başlayan demokrasiye bir balyoz vururken diğer taraftan bir kesime de yeni bir özgürlük alanı oluşturdu. Yeni anayasanın getirdiği ortamda özellikle sosyalist hareket kısa bir sürede örgütlenme imkânı buldu. İllegal örgütler üniversite gençleri için cazibeli bir merkeze dönüştü. O dönemde Amerika'nın Vietnam işgali hem Batı'da hem Türkiye'de tepkiyle karşılanıyordu. Bir taraftan da öğrencilerin üniversitelerdeki talepleri tartışılıyordu. Aslında bu talepler önce çok masumdu. Gençler, üniversitelerde özgür bir eğitim istiyor, bu kurumların özelleştirilmesine ve paralı eğitime karşı çıkıyordu. Anadolu'nun bağrından kopup gelen genç dimağlar kent hayatına adapte olmaya çalışırken aslında içten içe bir muhasebe yapıyorlardı. Köy ve kent hayatları arasındaki refah düzeyi onları tek başına bu eylemlere yöneltmeye yetti aslında. Ancak birilerinin de araya girmesi ile üniversite ile ilgili talepleri kısa bir süre sonra işçi ve köylü hareketlerine dönüştü. Devrimci gençler, fındık ve tütün mitinglerindeydi artık. 1968'de İstanbul Üniversitesi'nde başlayan boykot ve işgal kısa sürede diğer üniversitelere de sıçradı.
Devrimci gençlik her geçen gün anarşi ortamına sürüklenirken Meclis'te bulunan TİP, gençlerin bu taleplerini karşılamadığı ve bekleneni veremediği için eleştiriliyordu. Bu dönemde özellikle göze çarpan olaylar 'Kanlı Pazar' ve 6. Filo'ya karşı yapılan eylemler. Aslında 1920'lerden gelen bir mantalitenin sorgulaması yapılıyor, yeni bir genç tipi ortaya çıkıyordu. Artık Marksist, Maocu gençler de vardı bu ülkede. Devrim hayali ile yaşayan gençliğin ilk ayrışması TİP içinde yaşandı. Eski tüfek TKP'liler tasfiye edildi. Mihri Belli'nin başını çektiği Millî Demokratik Devrim (MDD) ile Sosyalist Devrim stratejisini savunanlar ayrıştı. Daha sonra MDD de kendi içinde bölündü. Gerek Dev-Genç, gerekse Doğan Avcıoğlu'nun yönettiği Devrim Dergisi, gençleri devrime inandırmıştı. En küçük bahane eylem, boykot ve işgal için yeterliydi. Sol içinde ayrışmalar yaşanırken Fransa'daki öğrenci hareketleri bütün dünyaya sıçradı. En kanlı yansıması ise Türkiye'de oldu. Bu havadan etkilenen devrimci gençler artık yol ayrımındaydı.
1970'lerden sonra artık gençler devrim hayallerini gerçekleştirmek için silaha sarıldı. Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve Hüseyin İnan'ın önderliğinde farklı fraksiyonda silahlı mücadeleye giren THKO, THKP-C, TKP-ML gibi illegal örgütler çıktı. Filistin'de 'gerilla eğitimi' alarak dağa çıkan devrimci gençler birçok kanlı baskınların içinde yer aldı. Olayların alevlendiği bir sırada herkes ordudan müjdeli bir haber bekliyordu. Ancak beklenen haber gençlerin devrim hayalini altüst etmedi sadece. Kimisi için cezaevi kapısı kimisi için sürgün hayatı başladı. Kuşağın önderleri sayılan isimler ise idam edildi. O dönemden geriye ise iki sözcük kaldı: Yitik kuşak.
Veli Küçük ile görüştüğü iddia edilen 68'liler Birliği Vakfı Başkanı Sönmez Targan: DERDİMİZ ELMA ARMUT DEĞİL, SOSYALİST MÜCADELE
68 kuşağının önemli bir kısmı 68'liler Birliği Vakfı'nı eleştiriyor. Onlara göre vakıf yönetimi ulusalcı ve militarist bir çizgide. Bu yüzden vakfın 68 ruhu ile hiçbir ilgisi yok. Bu eleştirilere cevap veren vakıf başkanı Sönmez Targan, şoven milliyetçiliğe karşı olduklarını söylüyor. Kızılelma koalisyonuna destek vermediklerini ileri sürüyor: "Elma armut ile uğraşmıyoruz. 68'liler sosyalist eksende mücadele verdi. Bizim vakfımız da aynı eksende yürüyor." İddia edildiğinin aksine vakıf yönetiminde sadece İP'lilerin bulunmadığını, ÖDP ve TKP gibi partilerden de isimlerin olduğunu ifade ediyor. Veli Küçük ile görüşmediğini savunan Targan, kendilerine haksızlık yapıldığını öne sürüyor: "Veli Küçük'ü gazetelerin dışında hayatımda görmedim. Arkadaşlar siyasi muhalefet yapacaklarsa adam gibi yapsınlar. Bunların hepsi bugünkü sıcak mücadelede görevden kaçan insanlardır. Meyhanelerde iki tek atıp da dedikodu yaparak değil, yürekleri yetiyorsa hodri meydan diyorum. Hangi söğüt gölgesinde yatıyorlarsa önce onun hesabını versinler." Targan, vakfın nostaljik bir vakıf olmadığını, emperyalizmle en çok mücadele edenlerin kendileri olduğunu iddia ediyor.
68 kuşağının önemli isimlerinden Şahin Alpay: GLOBALLEŞME İLK 68 KUŞAĞINI ÇARPTI
1968 kuşağı bana göre, 1960'ların sonlarında üniversitelerde okuyan ve çeşitli renklerdeki siyasi akımlar içinde yer alan bir kuşaktı. Bu kuşağın Türkiye'nin bugüne değin en yüksek düzeyde politize olmuş (siyasallaşmış) kuşağı olduğu söylenebilir. Denebilir ki bu kuşak aynı zamanda globalleşmenin etkilerini ilk yaşayan kuşaktır. 1960'lar ve 1970'lerde gençlik arasında özgürlükçü ve çoğulcu demokrasiye inanç zayıftı. Büyük bir idealizmi paylaşmalarına rağmen gençler Türkiye'nin sorunlarının çözülmesi için otoriter ve totaliter ideolojilere umut bağlamıştı. Sol kesimde en büyük hedefler olarak Batı'dan bağımsızlık, kapitalizmin yerine sosyalizmin geçirilmesi, ekonomik kalkınmanın ve sosyo-ekonomik eşitliğin sağlanması görülüyordu. Belki Türkiye İşçi Partisi'ne mensup olanlar hariç, bu hedeflere demokrasi içinde ulaşılamayacağı fikri hâkimdi. Denebilir ki, "cici demokrasi" ile de sloganlaştığı gibi, demokrasi, emperyalistler ve komprador / yerli işbirlikçilerinden "gericilerin" iktidarı elde tutmalarını sağlayan bir rejim olarak anlaşılıyordu. Bunda hedeflere ulaşmak için bu rejimin, sol'un farklı kesimlerinde farklı şekillerde tanımlanan "devrimci bir demokrasi" ile değiştirilmesi isteniyordu. Gençliğin sağ kesimi ise, denebilir ki, en büyük sorun olarak komünizm tehlikesini görüyor ve komünist tehdidin bertaraf edilmesi için otoriter milliyetçi bir rejimin kurulmasını hedef alıyordu. Her iki tarafta da amaçlarına ulaşmak için silahlı mücadeleyi, şiddeti savunanlar yaygındı. Bugün Türkiye'de özgürlükten, AB standartlarında bir demokrasiden yana güçlü bir eğilim varsa, bunda 68 kuşağının payı var. Liberal söylemdeki 68 kuşağı, Türkiye'ye özgü değil, bütün dünyada büyüyen ortak bir özellik artık.
BATI'NIN 68'İ İLE TÜRKİYE'NİN 68'İ ARASINDAKİ FARK
68 başkaldırısının ilkin neye ve kime karşı olduğu anlaşılamadı aslında. Fransa'ya sıçrayıp oradan bütün dünyaya yayılan 68 hareketinin kaynağının ABD olduğu geç anlaşılacaktı. Avrupa'nın 68 hareketi daha çok özgürlükçü ve anti-otoriter bir felsefeye sahipti. Bu yüzden o hareketin içinde yer alanlar daha sonra Batı'daki yeşilci, çevreci ve sivil toplumun çekirdeğini oluşturdu. Bizdeki 68 kuşağı ise devrim için silahlı mücadeleye girdi. Darbe çığırtkanlığı yaptı. Batı'da aynı kuşak 1968'de Marksizm'i ve Marksist uygulamaları eleştirme aşamasına gelmişti. Türkiye'deki devrimci gençler ise Marksizm ile yeni yeni tanışıyordu. Batı'daki gençlik hareketlerinin çoğu, gelişmiş kapitalizm içinde, bireysel tercihlere daha çok saygı gösterilmesini talep eden, bireyci ve liberal bir başkaldırıyı temsil ediyorlardı.
Aksiyon Dergisi'nin Oral Çalışlar'la gerçekleştirdiği röportaj:
Türk solunu bitiren, cuntacılıkla akrabalığıydı
68 kuşağının temsilcilerinden Cumhuriyet Gazetesi yazarı Oral Çalışlar'a göre solu bitiren, cuntacılıkla akrabalığı. Çalışlar, devletin sağ-sol çatışmasında grupları kullandığını söylüyor. Ulusalcılıkla bu tehlikeli anlayış tekrar nüksediyor.
Çalışlar'a göre, 68 kuşağını ikiye ayırmak gerekiyor; biri dünyanın 68 kuşağı, diğeri Türkiye'ninki. Dünyanın 68 kuşağı Fransa'da başlayıp diğer ülkelere sıçrayan, daha çok Amerikan aleyhtarlığı barındıran, Vietnam Savaşı karşıtlığı, bir de üniversitelerde demokratikleşme talebiyle yola çıkan bir kesim. Türkiye'deki 68 kuşağı ise daha çok üniversitelerde öğrenci haklarına yönelik masum taleplerle oluşmaya başlıyor. 12 Mart Muhtırası ve 12 Eylül darbesinden sonra ise kuşak bir anlamda sahneden siliniyor. O günlerin 68 kuşağının bugün daha çok özgürlükçü, AB ve liberalizm taraftarı olduğunu söyleyen Çalışlar, "solun en büyük hatası darbe ve cuntacılıkla akrabalığıydı" diyor. Bu hesaplaşmanın tamamlanmamasını ise bugünün en büyük sorunlarından biri olarak görüyor.
-68 kuşağının ayrışması nasıl oldu?
1965'te önce TİP ile başladı. TİP daha çok seçim yoluyla ve parlamenter sisteme daha yakın bir yerde durarak düzenin değişmesini savunuyordu. Daha çok Sovyet modeline yakındı. Bir yanda Küba, bir yanda Çin devrimi vardı. Gençlik hareketi büyüyüp üniversiteler dışına taşmaya başlayınca herkes bir devrim umudu yaşamaya başladı. 1962'de Küba ve Çin devrimi olmuş. İkinci Dünya Savaşı yeni bitmişti. Gençlik içinde de bir devrim olamaz mı, düşüncesi konuşulmaya başladı. Devrim için işçiler, köylüler direniyor. Biz gençler mücadele ediyoruz. O zaman nasıl bir devrim yapacağız?
Devrimin de çeşitli modelleri var. Sovyet, Küba, Latin Amerika gibi. Herkes biraz kendi meşrebine kendi mantığına uygun olarak bu modellere yakın durmaya başladı. Bence parçalanmayı kışkırtan nedenlerden biri uluslararası sosyalist hareketteki farklılıklardı. Hem devrim modeli olarak farklılıklardı hem de sosyalist dünyada ciddi bir fikir ayrışması yaşanıyordu, Çin ile Sovyetler arasında ciddi bir gerginlik vardı o dönemde. Bütün bunlar Türkiye'deki sosyalist hareketi etkiliyordu. Özellikle gençleri etkiliyordu. Bu model arayışları ve bu çatışmalar değişik grupların da ortaya çıkmasına neden oldu.
-En etkin olan grup hangisiydi?
1965'te TİP vardı. Orada eskiden gelen komünistler de vardı: TKP'liler. 1966'da TİP içinde ayrılık çıktı. TİP bır kısım eski TKP'lileri tasfiye etti. O arada MDD sosyalist devrimi ayrılığı çıktı TİP'in içinde. Mihri Belli'nin başını çektiği eski tüfekler dediğimiz kesim, daha çok MDD stratejisini savunuyordu. TİP'liler ise sosyalist devrimi... TİP'liler daha meşruiyetçi, MDD ise daha ihtilalciydi. Ve böylece ilk ayrışma yaşandı TİP'te. TİP büyük ölçüde MDD'cileri tasfiye etti. En son tasfiye edilenlerden biri benim. 1970 kongresinde ben delegeydim. Ama başından beri MDD'ciydim. Kendi ilimde çok kuvvetli olduğum için orayı tasfiye edemiyorlardı. Mersin-Tarsus teşkilatı bana bağlı. TİP ikiye ayrıldı: MDD ve Sosyalist Devrim. Sonra MDD'ciler, işte o zaman Aydınlık ve Türk Solu dergisi vardı. 1969 sonunda ikisi de parçalandı. Bu kez Proleter Devrimci Aydınlık (PDA) ve Aydınlık Sosyalist Dergisi diye ikiye ayrıldık 70'lerin başında.
-Neden bölünmeler oldu?
Çok değişik nedenleri var. Mesela bu gençlik hareketi şiddete yönelmeye başladı tehlikeli şekilde. Bu gençler devrimin kitlelere mal olması gerçeğinden kopacak ve küçük eylem gruplarına dönüşecekti. Biz buna itiraz ediyorduk. Bu ayrılık, modeller ayrılığını da beraberinde getirdi. Biz Çin modeline daha yakındık. Deniz Gezmişler daha çok Küba modeli, Mahirler (Çayan) ise Latin Amerika'daki Fokuculuk denilen şehir gerillacılığı yöntemlerini savunan ve oraya doğru evrilen bir çizgiye girdiler. Ana ayrılmalar bunlar oldu. Sonra bir sürü alt parçalanmalar yaşadık. Bizden İbrahim Kaypakkaya TİKKO dediğimiz yeni bir yapıyla Maoculuğun içinden çıktı. Mahirlerin içinden çok farklı gruplar çıktı. Mihri Belli, Mahirlerle ayrıştı. Mahirler ikiye ayrıldı, Yusuf bir tarafta Mahir bir tarafta kaldı.
-Kitabınızın (68 Anılarım) arka kapağında hadiselere şimdi daha sakin, daha nesnel baktığınızı söylüyorsunuz. Hangi hataları ve neyi görüyorsunuz 40 yıl sonra?
20 yıl önce yazdım anılarımı. Fark ettim ki hâlâ önyargılarım kalmış bu kitapta. Kendi bulunduğu yeri haklı göstermek isteyen bir çaba var. Şimdi baktığımız zaman: Evet 68 bir yönüyle bir isyan, düzene bir başkaldırı, çılgın gençlerin ayaklanmasıydı. Bir yönüyle baktığın zaman içinde birçok zaaf vardı. Biz o zaafları birbirimizin üstüne atarak, o grubun hatası, şu grubun hatası diyorduk. Halbuki kökten ciddi bir zaaf vardı.
-Neydi o zaaf?
Türkiye'de sol hareket esas itibariyle Kemalizm'in içinden çıktı. Sosyalist hareketin o dönemki önderlerine bakarsanız köken itibariyle CHP'lidir ve Kemalisttir. Kemalizmin içinden çıktığı için devletçi ve milliyetçiydi. Askeri, modernleşmenin önemli bir unsuru sayan fikriyatı barındırıyordu. 27 Mayıs yeni olmuştu ve biz yeni bir 27 Mayıs arayışındaydık.
-Bu bir hata mıydı?
Tabiî ki... Şöyle bir örtüşme vardı. Türkiye'deki Kemalist ideoloji ya da Cumhuriyet kuruculuğu ile Stalinizm arasında benzerlik vardı. Orda da tek parti yönetimi burada da, orda da dışardan halka bilinç vermek var, burada da. Kendini halkın üstünde gören küçük bir azınlığın halkı değiştirip dönüştürebileceği düşüncesi hem Stalinizm'de var hem de Kemalizm'de... O zaafları köklü görmüyoruz. 12 Mart geldiğinde darbe olumlu olabilir beklentisi bütün sol gruplarda vardı. Yani askerin olumlu bir müdahalede bulunacağı kafamızda vardı. Tabii olumlu olmadığını kafamıza balyozu yiyince anladık; ama ilk başta bu yanlışın maddi nedenleri vardı. Yani 27 Mayıs'a benzer bir beklenti köklü olarak vardı. Bununla bir hesaplaşma yapmadık.
-Bir sorgulama olmadı mı?
Herkes kendi grupçukları içinde bazı sorgulamaları yaptı. Ama sonuçta sol hareketin felsefi olarak toptan ne kadar sorgulandığı çok tartışma götürür. Bence bugün bunu yapmak lazım. Bir de yeni bir askerî vesayet tartışmasının yapıldığı dönemde. Vesayet rejimi konuları gündeme geliyor. O günleri yeni baştan sorgulamak faydalı olur. Niye solun büyük çoğunluğu daha darbeci ve antidemokratik fikirlere yatkın bir hâlde? Niye halka bu kadar kızıyorlar? Bütün bunların muhtemelen 40 yıl öncelere uzanan çok ciddi kökleri vardı. Bu kökleri yeni baştan sorgulamak gerekiyor. Ben bir dönüm noktası yaşadığımızı düşünüyorum sol açısından. Bu dönüm noktası da geçmişiyle bir hesaplaşma yapamaması. Çünkü bugünkü yaşadığımız şeyler de bizi hesaplaşmaya zorluyor. Bugünkü olaylar da aynı şeyleri gösteriyor. O açıdan baktığımızda 68'in zaaflarını şimdi daha ciddi bir şekilde; bugünkü gerçekler ışığında yeniden eleştirmek gerekiyor.
-Silahlı mücadele ile devrimi savunanları bugün nereye koymak lazım?
Benim içinde bulunduğum grup zaten onu desteklemiyordu. Her zaman bir devrimci grup bu işin silahla yapılacağını düşünebilir. Onlar da görüyorlar ki o günkü ilişkileri güçleri vs silahla yapılacak bir iş değil. Ama ideolojik kökleri daha önemli. Türkiye'de ulusalcılık ideolojisi ile sosyalizmin bir akrabalığının da sorgulanması gerekiyor. Bu akrabalık neden böyle? Nasıl sen bir emekçi hareketiyim derken, militarist bir ideolojiyi kendine yakın hissediyorsun? Bunlar çok önemli şeyler. İster silahlı yap, ister silahsız yap, nasıl yaparsan yap ama burada bir ideolojik akrabalık var.
-Sol hareketler hep cuntadan beslendi yani.
Cuntadan beslenip beslenmemesi bir yana cunta ile akrabalığı oldu hep. Cunta geldi solu dövdü. Hem 12 Mart'ta hem de 12 Eylül'de sosyalistleri idam etti. Kestiler, biçtiler bir dram yaşandı orada. Buna rağmen ideolojik akrabalık bitmedi. Esas sorgulanması gereken bu ideolojik ve siyasi akrabalıktır.
-Ama bunu sorgulamaya başladığınız an da dönek olarak itham ediliyorsunuz…
Dönek, hain, Amerikancı… Onların bir önemi yok. Onlar da aslında solun hastalığı. Aslında her totaliter ideoloji farklı olanı hain görmeye alışkın zaten. Solda da sağda da var bu. Türkeş, davadan döneni vurun diyor. Bu da totaliter bir ideoloji. Değişik düşünenin düşman olduğunu varsayıyor. Aynı şey İslamcı akımlarda da var. Hizbullah da kendisinden farklı olarak düşündüğü İslamcıyı götürüp katlediyor düşman diyerek. Farklı düşünene saygı; bu demokrat ve ileri insan düşüncesi, bu noktaya gelmek kolay değil. Sosyalistler de totaliter bir ideolojinin hegemonyası altında oldukları için farklılıklarını hep hain dönek olarak görüyorlar. Bunu toplumsal bir kültür olarak sorgulamak gerekiyor. Yalnızca solun meselesi de değil bu. CHP içinde de AKP içinde de ayrılıkçı olan hain oluyor. Bu fark etmiyor. Biri Allah'ın yolundan saptı diyor öbürü Marks'ın yolundan saptı diyor. Öbürü Türkeş'in yolundan saptı diyor. Herkesin kendine göre bir kutsalı var. O kutsal üzerinden haini belirliyor.
-Daha gerçekçi muhalefet ve eleştiriler yok.
Evet, aynen öyle. Bu konudaki rahatlığımın sebebi ben toplumun önündeyim. Rüşvet alan biri değilim. Kimseyi dolandırmadım. Kimseye bir kötülük yapmadım. Düşüncelerimi ifade ederim. Yanlış da olabilir bu düşüncelerim. Yanlış olanları düzeltirim. Bundan dolayı bana yapılan suçlamaların bir kıymeti harbiyesi yok. Olması için o saldırıların bir gerçek üzerine oturması gerekiyor. Dönek lafı. Yani ben niye sosyalist oldum. Hakkı yenenin, ezilenin hakkını savunmak için... Bugün o yolda devam ediyorum. Kimin hakkı yeniyorsa. Bu Kürt olur, Ermeni olur, Alevi olur, İslamcı olur, Yahudi olur. Kimin hakkı yeniyorsa onun yanındayım hâlâ. Ben Kürdü dövdüklerinde kendimi Kürt, kadını dövdüklerinde kendimi kadın, Yahudi'yi dövdüklerinde kendimi Yahudi hissediyorum. Doğru solculuğun da bu olduğuna inanıyorum.
-Bugün 68 kuşağı nerde duruyor peki?
Aradan 40 sene geçtikten sonra 68 kuşağının birileri tarafından temsil edilmesi mümkün değil. Bugün 68 döneminde etkili olan insanların siyasi olarak esas itibariyle büyük çoğunluğunun olumlu bir yerde durduğunu düşünüyorum. Türkiye'de özgürlük, demokrasi, ülkenin değişmesi ve ilerlemesi meselelerinde etkin olan kimselerin eski solcular olduğunu düşünüyorum. Bugün hain, liboş, AB'ci, bilmem ne diye suçlananlara baktığınızda sosyalist hareketlerden gelme bunlar. O bakımdan önemli bir fikrî taşıyıcılık yapıyorlar. Şu anda toplumun içine baktığımız zaman militarizmin karşısında duran, milliyetçiliğin karşısında duran, özgürlüğü savunanların çoğu eski sosyalistlerdir. Ama darbeciler içinde de eski sosyalistler var. O da başka bir şey tabii.
-Eski 68 ruhu kaldı mı?
40 sene sonra öyle bir ruh kalmadı tabii. Bu ittihatçılar gibi. 40 sene devam etmişler; ama nelere nelere dönmüşler. Yani artık 68'liliğin bir farkı var tabii; ama bizimle ilgili değil içinde yaşadığımız dönemle ilgili.
-Bugün neyi tartışıyorsunuz kuşak olarak?
Solun ayakta kalan isimleri 40 yıl sonra bir araya geldik Ankara'da. Hâlâ AB, Kürt meselesi, Siyasal İslam'a karşı özgürlükler, demokrasi, bildiğiniz çatışma meseleleri bizim izimizde de sürüyor. Hâlâ kendisini sosyalist olarak tanımlayan ve mücadele etme ruhu olanlar esas itibariyle mücadele ediyor. Hâlâ haksızlıklara karşı bir başkaldırma ve kavga etme azmi devam ediyor. Ama 68'deki zaafların bir kısmı bu kesimin üzerinde varlığını sürdürüyor. Militarizmin solcular üzerinde hâlâ etkisini sürdürdüğünü o toplantıda söyledim.
-68'deki Anti-Amerikancılık ile bugünkü aynı şey mi?
Onu ciddi bir şekilde tartışmak gerekiyor. O zamanki Anti-Amerikancılık çok özel bir duruma denk geliyordu. Neydi? Amerika darbe ve işgallerle bütün dünyada insanlığın karşısında bir hegemonyacı güç olarak çıkıyordu. Buna karşı sosyalist dünya vardı. Başlı başına antiemperyalizm Amerika'ya karşı olmakla örtüşüyordu. Bugünün Türkiye'sinde küreselleşme ile birlikte eski bağımsızlık anlayışı bitti. Yerine karşılıklı bağımlılık dünyası oluştu. Devletler, uluslar o kadar iç içe geçti ki; ekonomi, siyaset, kültür… Bütün bunların yabancı düşmanlığı olarak süren antiemperyalizmin içe kapanmacı bir milliyetçilik yaratmaya başladığını görüyoruz. Türkiye'de çok görülen antiemperyalizmi kaşıdığınız zaman altından ciddi sorunlar çıkar. 68'de antiemperyalizm mücadelemizde bizim karşımızda ülkücüler vardı. Bugünkü içe kapanmacı sözde antiemperyalizmin karşısında değil, yanında ülkücüler...
-Ulusalcılık adıyla ittifakta yani..
Evet, müttefik kuvvet durumuna düştü. Bu çok ilginç. Çünkü eski antiemperyalizm uluslararası baskıya karşı bir direnişi ifade ediyordu. Bugünkü milliyetçi vurgulu içe kapanmacı milliyetçilik ise tutucu muhafazakâr bir ideolojiyi içinde barındırıyor. O yüzden bugün mesela ulusalcılıkla milliyetçilik; Batı düşmanlığı, yabancı düşmanlığında birleşiyorlar. Burada bir ittifak oluştu. Bu da eski antiemperyalizm ile bugünkü anti emperyalizmin aynı olmadığını gösteriyor.
-O günün muhafazakârları nerede sizce?
İslamcılar açısından da sorgulama yapmak lazım. Mesela biz eylem yaparken iki kuvvet vardı karşımızda devlet tarafından örgütlenen; İslamcı ve ülkücü kuvvetler. Bunların ikisini de devlet bize karşı kullandı o zaman. Kanlı Pazar'da olayı kışkırtanlardan birisi Mehmet Şevki Eygi. Bugün gazetesi ile saldırıyı kışkırtan yayınlar yaptılar. 69'da 6. Filo gelmişti. Biz onların aleyhinde eylemler yaparken Taksim'de üstümüze saldırdılar, iki arkadaşımız öldü.
Bugün her şey değişti. Nasıl 68'liler kendi içinde bir hesaplaşma tartışması yaşıyorsa aynı şey İslamcılar arasında da, ülkücüler açısından da var bence. Onların da tarihi gözden geçirmesi lazım. Saflar değişiyor, bakış açıları değişiyor, ihtiyaçlar değişiyor. İnsan geçmişi ile yüzleşirse kendini değiştirebiliyor. Şimdi her şeyi daha kolay konuşuyoruz. Eskiden birbirimizi öldürmeye kalktığımız kamplaşmanın olduğu birçok insanla bugün aynı yerde tartışıyoruz. Kadir Topbaş ile oturup bu meseleleri konuşuyoruz. O zaman onlar akıncıydı, biz devrimciydik…
Aksiyon Dergisi