Türk Solu Referandumun Neresinde?

Cengiz Alğan

Referandumda “Hayır” cephesinin başını, aslen CHP ve onunla ‘uzatmalı nişanlılık’ yaşayan HDP çekiyor. Bunlara Saadet Partisi, MHP’den ayrılan veya ihraç edilen bazı muhalifler ekleniyor. Bunların yanı sıra, istisnasız bütün sol örgütler de “Hayır” cephesinde birleşiyor. Türk solunun Hayır bildirilerini okuduğumuzda; laiklik, doğa, kadın, hayvan hakları vb referanduma sunulan paketle hiç alakası olmayan, genel geçer itirazlar görüyoruz. Bunun dışında hemen hepsinin birleştiği iki temel nokta var. İlki “tek adam diktası”, ikincisi “İslamcı-gerici rejim” getirilecek olduğu iddiası.

Bazı sol partilerin Hayır bildirilerinden bazı alıntılar şunlar:

ÖDP:

“Olağanüstü yetkilerle donatılmış partili Cumhurbaşkanlığı-tek adam-dikta anayasası”

“Başkanlık-tek adam-dikta anayasası, ‘rejim değişikliği değil sistem değişikliği’ olarak sunulmaya çalışılıyor. Oysa yapılmak istenen, fiili olarak inşa edilmeye çalışılan siyasal İslamcı rejimin otoriter bir başkanlık sistemi ile ilerletilmesi ve anayasal düzeyde kurumsallaştırılmasıdır.” 

“İslamcı faşizmi kurumsallaştırmaya çalışıyor. Kimi AKP’liler bu durumu saklama gereği de duymuyor. Anayasa değişikliğinin ardından ‘Erdoğan’ın Halife’ olacağı bile şimdiden ilan ediliyor.” 

EMEP:

“Bağımsız, Laik, Demokratik Bir Türkiye İçin Tek Adam Yönetimine HAYIR!” başlığıyla yayınladıkları bildiride diyorlar ki:

“Getirilmek istenen “yeni anayasal düzen” bir karşı darbe ürünüdür ve eğer aralarında bir kıyaslama yapılacaksa gericilikte ancak 12 Eylül Anayasasıyla yarışabilir.”

“Getirilmek istenen tek kişi yönetimine dayalı siyasal rejimin de uluslararası emperyalist tekellerin ve işbirlikçi tekelci sermayenin çıkarlarının bekçiliğini yapacağı açıktır.” 

Devrimci Parti:

“…partimiz sarayın halka dayattığı baskı rejiminin halklar üzerinde ağır bir baskı kurmak ulusal, inançsal, yaşamsal tüm özgül farklılıkların yok edilerek toplumsal yaşamın Türk- İslam temelinde ırkçı ve Sünni bir temelde tek tipleştirileceğini kadınların var olan tüm kazanımlarının yok etmeyi hedeflediği gerçeğini de teslim eder” 

“Saray yasama yargı ve yürütmenin tek kişide cisimleştiği bir devlet, İslami temelde örgütlenmiş bir toplumsal hayat istemektedir”.

 Halkevleri:

“85. yılımızda iktidarlarını ancak faşizmle sürdürebilenlere, onların hayatın her alanını gericileştirmeyi hedefleyen politikalarına ve 80 milyonun iradesini tek adam rejimiyle gasp etmeye çalışmasına karşı mücadele ediyoruz. Halkevleri 85. yaşını kutlarken bugün daha da güçlü şekilde ümmet değil yurttaş, gericilik değil laiklik, faşizm değil demokrasi diyor.” 

DSİP:  

“…başkanlık konusunda egemen sınıfın ve devletin en geniş kesimleri arasında bir uzlaşının olduğu, hatta bu uzlaşmanın Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçildiği dönemlere kadar gittiği” iddiasında ve düzenlemenin “anayasal bir otoriterlik” inşa edeceğini söylüyor.  

Komünist Parti:

“…başkanlık sisteminin, ülkemiz için anlamı bellidir: Şeriatçı faşizmin hukuksallığa büründürülmesi. Faşistler ve şeriatçılar yeni anayasa denemesiyle işlerini yapıyorlar. Yobaz yobazlığını, gerici gericiliğini yapar”.

***

Görüldüğü gibi sol, tüm tartışmayı “gerici-ilerici” dikotomisine ve “tek adam diktatörlüğü” ajandasına sıkıştırmış durumda. Bunların sol içindeki tek istisnası, Doğu Perinçekliderliğindeki Vatan Partisi. Bu parti de diğer sol partiler gibi Hayır kampanyası yürütüyor. Ancak “çok güçlü ve otoriter cumhurbaşkanlığı” geleceği için değil, tam tersine cumhurbaşkanlığı zayıflayacağı için!

 Doğu Perinçek, Vatan Partisi yayın organı Aydınlık’ta (bu yazıyı kaleme aldığım 18 Mart’a kadar) “Halk oylaması siyasetleri” başlığıyla toplam yedi yazı kaleme aldı. Yanı sıra konunun çeşitli yanlarına değinen başka yazılar da yazdı. Perinçek kampanyaların eksenine “terör ve ekonomiyi” yerleştirmeyi öneriyor ve gelecek sistemde cumhurbaşkanlığı zayıflayacağı için Türkiye’nin asıl bu iki konuda zaafa uğrayacağını iddia ediyor. 

Örneğin;

“Cumhurbaşkanlığı Sistemi, hükümeti Meclisten koparıyor ve Cumhurbaşkanlığı çevresinde bir bürokratik oluşuma dönüştürüyor. Meclise dayanan, Meclisten güç alan, Meclis tarafından denetlenen bir hükümet sisteminden Meclise sırtını dönen bir hükümet sistemine geçilmesi öneriliyor.
​Böylece Cumhurbaşkanlığının otoritesinin de zayıflatılması öngörülmektedir”.

 “İktidarın tabanı zayıflıyor”

“Cumhurbaşkanı da Millî Seferberlik çağrısında bulundu. Oysa Cumhurbaşkanlığı Sistemi, bırakalım milleti birleştirmeyi iktidarın tabanını daraltıyor, AKP’nin bir kesimini bile iktidarın dışına itiyor. Meclisin yetkilerinin budanmasının başka bir sonucu yoktur. Meclisten alınan yetkiler, Cumhurbaşkanının çevresindeki dar bir bürokrat kesimin ellerinde toplanıyor. O zaman Millî Seferberlik değil, millî bölünme olur. 

“Diktatörlük geliyor” söylemi milletin büyük çoğunluğunda yankı bulmuyor ve bulmayacak. Bu söylem, CHP tabanının yalnızca bir kesimine sesleniyor.” 

“Diktatörlük suçlaması gerçekçi değil”

“Diktatör suçlamasının etkili olmayışının nedeni, gerçeklerle buluşmayışıdır. Diktatör suçlamasının arkasında ABD emperyalizmi var ve bu suçlama Türkiye’nin üzerine atılan bombalarla aynı işlevi görüyor. “ABD emperyalizmiyle birlikte diktatörü devirelim” siyaseti, milletin içinde karşılık bulmaz, tam tersine milletin önemli çoğunluğunu karşısına alır.”

Perinçek, içinden geçilen süreci iki ayrı stratejik düzlemde ele almak gerektiğini söylüyor: “Vatan savaşı stratejisi” ve “Halk oylaması stratejisi”. Aslolanın “vatan savaşı” olduğunu, halk oylamasının bunun bir alt düzlemi olarak düşünülmesini öneriyor. Her iki strateji için farklı saflaşmalar olduğu fikrinde. Ona göre halk oylamasındaki saflaşma şöyle:

“Hayır diyenler: Vatan Partisi, CHP, MHP’nin Milliyetçi kanadı ve tabanı, AKP’nin Hayırcıları, Saadet Partisi, Büyük Birlik Partisi, AKP’ye karşı olan bazı cemaatler ve HDP’nin bir bölümü.

Evet diyenler: AKP’nin Tayyip Erdoğan önderliğindeki büyük bölümü + Devlet Bahçeli’ye bağlı olan MHP’liler + AKP’nin güdümündeki cemaat ve tarikatlar + HDP’nin AKP ile işbirliğinden yana olan kesimi.” 

“Vatan savaşı” stratejisindeki saflaşma ise şöyle:

“Vatan Partisi + Türk Ordusu, Polisi ve Köy Korucuları + Tayyip Erdoğan yönetimindeki AKP + MHP’nin bütün grupları + CHP’nin vatansever ağırlığı + Saadet Partisi + Büyük Birlik Partisi + Millici olan diğer muhafazakâr çevreler.

Vatan Savaşına karşı Amerikancı güçler: PKK + FETÖ + Amerika güdümündeki yobaz örgütleri + HDP’nin çoğunluğu + AKP’nin Abdullah Gül-Ahmet Davutoğlu kanadı + CHP içindeki vatan savaşı karşıtları.”

 “Milli Seferberlik Hükümeti”

Görüldüğü gibi Perinçek, Hayır cephesinde birlikte davrandığı bazı kesimleri, söz konusu “Vatan Savaşı” olunca, rakip tarafta görüyor. Buna karşın “Erdoğan yönetimindeki AKP’nin büyük bölümünü” Hayır cephesinde rakip, “Vatan Savaşı”nda ise müttefik görüyor. Hatta öyle ki AK Parti ve MHP’yi referandumda düşman ilan edenleri “ABD planlarına hizmet” etmekle suçluyor. FETÖ ve PKK’yı her iki durumda da dışlaması ise yaklaşımının en sağlam noktası.

Perinçek’in önermelerine göre Türkiye’nin ABD tarafından işgaline engel olabilmenin yegâne yolu bir “Milli Seferberlik Hükümeti” kurulmasıdır. Tabii bunun içinde kendi partisi de (stratejiyi baştan çizen kuvvet olarak) saygın bir yere sahip olacaktır.

Hiçbir zaman yüzde birden fazla oy alamamış olsa da Perinçek, her seçim atmosferinde, iktidara geliyormuşçasına stratejiler belirler. Durum yine böyle. Fakat kabul edelim ki referandumda, sol içinde incelemeye değer tek görüş Perinçek’in partisininki. Diğerleri 40 yıllık ezberleri tekrarlamaktan öteye geçemiyor ve topluma söyleyecek sözleri kalmadığını kanıtlıyorlar.

Not: Bu yazı ilk olarak Kriter dergisinin Nisan sayısında yayınlanmıştır.

Serbestiyet