Türk medyası Ergenekonun neresinde?

Ekrem Dumanlı

Ergenekon soruşturması başladığından bu yana bazı çevrelerin kimyası bozuldu. Ne haberciliğe dair evrensel ilkeler kaldı ortada; ne demokratik düşüncenin hassas kriterleri. Bir telaş, bir telaş ki sormayın.

Soruşturmada iddia edilen; hatta ortaya çıkarılan her şeye itiraz ediyorlar. Çürütülemez buldukları konuda da işi sulandırmak için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Niçin ve nereye kadar? Toplum, gerçekleri görmüyor mu? Ergenekon terör örgütünü gizlemek için verilen olağanüstü gayretten kuşkulanmıyor mu?

Gerçek şu ki karşımızda terör örgütü olmakla suçlanan derin ve karmaşık bir yapı var. Ülkeyi kaosa doğru sürüklemek için çeşitli senaryolar hazırlayan (eylemcisiyle, taktikçisiyle, destekçisiyle) bir örgütten söz ediliyor. Tüyler ürperten iddialarla (hatta bazı delillerle) karşı karşıyayız. Kim ne derse desin; suçlamaları yokmuş gibi görmek ya da ta baştan her şeyi inkar etmeye kalkışmak, akılla mantıkla izah edilemez. Bahsi geçen örgütün şu ana kadar ele geçirilen silahları bile insanın tüylerini diken diken etmeye yetiyor. Ülkeyi kaosa götürmek için her türlü eylemi meşru gören bir örgütü savunanlar her anlamsız çırpınışta şüpheleri kendi üzerlerine çekiyor. Gladyo iddialarını hafife almak, tarihî bir vebali üstlenmek demektir. Fanatik örgüt sempatizanları bunu yapabilir; ancak bir siyasî lider ya da hür düşünceli bir aydın, yahut kitle gazetesi olma iddiasında bulunan bazı yayınlar, Ergenekon örgütüne 'fasa fiso' muamelesi yapamaz. Yaparsa yakasını tarihten kurtaramaz.

BU DAVA BİR DÜŞÜNCE SUÇU DAVASI DEĞİLDİR

Bazı basın yayın organlarının kopardığı gürültüye bakanlar sanır ki Ergenekon soruşturması bir düşünce suçunu mercek altına almış. Yok böyle bir şey! Şu ana kadar yakalanan bombalar yeterince ürperti vermiyor mu? Silahlar, suikast iddiaları, krokiler, darbe planları... Kim bu kadar somut ve vahim suçlamaları sulandırmaya ya da örtbas etmeye kalkışabilir? Niçin böyle büyük bir riski üzerine alır? Hafta içinde ortaya çıkartılan gömülü cephanelikler bile bazılarının arsız savunma güdüsünü törpüleyebilmiş değil. Oysa müdahale edilmeseydi örgüt infaz kararı uygulayacak ve bugün Türkiye bambaşka şeyler konuşuyor olacaktı. Adamlardaki cesarete bakar mısınız! Sivas'ta Ermeni bir din adamı öldürülecek, 'Ermenilerden özür diliyorum' kampanyasına katılan aydınlardan bazıları suikasta kurban gidecek, Alevi kimliğiyle bilinen bir sima yok edilecek. Bu kadar vahim bir tablonun arkasındaki örgütü görmüyor mu bazı meslektaşlarımız?

Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınan kişilerden bazıları için feryadı koparanlar var. Bunların bir kısmı emekli askerler, öğretim görevlileri, üst yargı mensupları. Deniyor ki; 'Bir zamanlar devletin önemli kademelerinde bulunmuş bu kişiler suç örgütü üyesi olamaz'. Adama sormazlar mı 'nereden biliyorsun?' Diyelim ki garip önermeniz doğru; o zaman niçin sabredip asıl suçlamanın ne olduğunu görmüyor, eldeki delillerin ortaya çıkmasına tahammül edemiyorsunuz? Bu telaş niye? Bu ülkede 'asla sorgulanamaz' diye tanımlanan imtiyazlı bir zümre varsa adalet yok demektir.

YA GLADYO'YU BİLMİYORSUNUZ VEYA...

Kaldı ki devlet zırhına bürünmüş her gladyo, gücünü devletlû kişilerin desteğinden almıştır ve almak zorundadır. Bu tür örgütler üzüm ağacına benzetilir. Bir salkımın diğer salkımdan haberi olmayabilir; ancak kuru bir dal gibi gözüken ana bir damar, bütün unsurları stratejik anlamda bir araya getirir. Üstelik tecrübeyle de sabittir ki her darbe teşebbüsünün bir eylemci kadroları vardır; bir de onların teorisyenleri ve dahi lojistik destekçileri. Asker ya da polis bağlantısı olmayan, akademik çevrelerden destek almayan, operasyon sırasında karşılaşılan güçlükleri yargıdaki yandaşlarıyla çözmeyen örgütler, gladyo olamaz. Bu tarz yardımlarla kollanmayan organizeler, olsa olsa mafya özentili adi suç örgütleri olabilir. Yazılanlara ya da konuşulanlara bakınca şu yarım cümleyi söylemek zorunda kalıyorsunuz: Ya gladyoyu bilmiyorsunuz; veya...

Medyadaki bazı kişilere zanlı beğendirmek mümkün değil. Önce 'Kim bu serseriler?' diye küçümsediler; hatta bu işin paşasız olamayacağını söylediler. Şimdi de 'saygın insanlar' üzerinden iddiaları çürütmeye çalışıyorlar. Oysa beklemek, suçlamaların gerçekliğini iddianamede görmek gerekiyor. Daha baştan 'kesin suçludurlar' demek de yanlış; 'zinhar bu kişiler suç işlemez' demek de. Ortada bir örgüt olduğu kesin; yoksa bu kadar doküman, cephane ve kadro olmazdı; ancak kimin suçlu kimin masum olduğuna bugünden karar verilemez. 10. dalganın başladığı ilk andan itibaren yapılan bir kısım 'canlı yayınlar' tam bir provokasyon örneğidir. Bazıları belli ki Genelkurmay Başkanı'na büyük bir öfke duyuyor. İstiyorlar ki 'bizim adamlarımıza dokunmayın' manasına gelecek bir bildirdi yayımlansın. Asker hukukî sürece saygı gösterdikçe, üst yargı 'ihsas-ı rey olur' gerekçesiyle susmayı tercih ettikçe, bazı medya mensuplarının öfkeye kapılmasını anlamak mümkün değil. Bekledikleri açıklama gelmeyince eski açıklamayı yayınlamak ya da 'zaten bu konudaki görüşleri biliniyor' deyip 27 Nisan bildirisine atıflarda bulunmak, bozulmuş psikolojiyi yeterince ele veriyor. Aslında bu tip panikataklarla yapılan yayınlar, Ergenekon zanlılarının lehine bir duruma da neden olmuyor; tam aksine hem zanlıları daha zor durumda bırakıyor hem de 'savunucular' hakkında soru işaretlerinin oluşmasına zemin hazırlanıyor.

SUSURLUK GÖSTERİP ERGENEKON'A ÇARPMAK

Son operasyon gösterdi ki Ergenekon'un bir ucu Susurluk çetesine dayanıyor. Kim bilir hangi salkımdır bu? Susurluk'tan yargılanan, hüküm giyen, daha sonra A. Necdet Sezer tarafından affedilen İbrahim Şahin'den elde edilen bilgilerle Ankara'nın göbeğinde cephane bulundu. Bu vahim tablo bile bazıları için Ergenekon'u sulandırma vesilesi olabiliyor. Ergenekon sanıklarını koruma güdüsüyle çırpınıp duranlar, Susurluk'tan mahkûm bir Özel Harekâtçıya veryansın ediyorlar. Oysa durum nedir? İbrahim Şahin ve ekibi sonuçta Özel Harp Dairesi'ne bağlı olarak çalıştıklarını söylemiyorlar mı? Anlaşılıyor ki, Susurluk hücresi büyük bir yapının küçük bir parçası ve halen aktif durumdalar.

10. dalganın ortaya çıkardığı cephanelik sadece Şahin ile sınırlı değil. Bir muvazzaf yarbayın (Mustafa Dönmez) evinde de cephane çıktı. Sonra anlaşıldı ki iddianamede geçen tutuklu sanık Doç. Dr. Emin Gürses ile telefonda konuşan kişi Mustafa Dönmez'miş. Yarbayda çıkan silahlara birinci sayfalarında yer vermeyenler; ya da bu haberi minicik bir sütuna sıkıştıranlar, konu İbrahim Şahin olunca kükreyiveriyor. Ergenekon'dan kurtulmak için Susurluk'u feda etmek buna deniyor. Kaldı ki bu cephane meselesi bir ilk de değil. Önce Ümraniye'de, sonra Eskişehir'de askerî yetkililere ait cephanelikler çıkmıştı. Bu soruşturma olmasaydı kim bilir nerede kullanılacak, kim bilir bu ülke hangi kaosu yaşayacaktı?

Bazı gazeteciler ya hukuki süreci bilmiyor veya başka bir endişe ile olayı çarpıtmak istiyor. Malumunuz; Ergenekon davası Ümraniye'de bulunan bombalarla başladı. Bu bombalar Cumhuriyet'e atılanlar ile aynı türdendi. O noktadan başlayan soruşturma yeni bilgiler ve belgelerle derinleştirildi. Süreç şöyle işliyor: Savcılık (beş savcı) elde ettiği bilgileri toparlıyor. Sonra mahkemeye başvurarak gözaltına almak ve sorgulamak istediği kişileri ve sebeplerini bildiriyor. Daha sonra gözaltına alınacak kişilerin (askerse) kurumlarına bilgi veriliyor, onayları alınıyor. Ve son safhada polis devreye girerek bahsi geçen kişileri gözaltına alıyor. Sorgu en fazla dört gün sürüyor ve bu süre sonunda eldeki bilgi ve belgelere göre (bazen de zanlının yaş ve sağlık durumuna da bakılarak) tutuklanıyor ya da serbest bırakılıyor. Bizim medya bu hukukî süreci bilmiyormuş gibi yapıp (belki de gerçekten bilmiyor) bazen savcıyı, bazen polisi hedef alıyor.

Zanlıların daha bugünden suçlu ilan edilmesi de yanlış; masum ilan edilmesi de. Ortada bir örgüt olduğu kesin; çünkü terör örgütü suçlaması yapılacak kadar bombalar, silahlar, krokiler, suikast planları vs. var. Ancak kimin ne kadar suçlu olduğunu anlamak için yargılama sürecinin sona ermesi gerekiyor. Bu kadar delil ortadayken her şeyi sadece tetikçilik görevini üstlenen en alt kademedeki 'eylemci kadrolar' üzerine yıkmak, hem adalete uymaz hem de gladyo mantığına. Bu kadar pervasız bir örgüt, gücünü ancak devlet zırhına bürünerek alabilir. Onlara bu zırhı kim verdiyse, onları bugüne kadar kim kolladıysa vs., onların da kanun karşısında hesap vermesi gerekir. Gelecek ek iddianameler yakın tarihimizin karanlık kalmış olaylarına ışık tutabilir. Çünkü bu ülkede karanlık ve karmaşık olayların artık ortaya çıkarılması gerekiyor. Bunun aksini savunanlar, bir çeşit faşizmin devam etmesini ve karanlık dehlizdeki saltanatlarının kıyamete kadar sürmesini istiyor. Dünya bu kadar şeffaf ve sivil bir yörüngeye oturmuşken, demokratik bir ülkenin şatolardan yönetilmesi mümkün mü? Ergenekon davasındaki medyanın yerini bu dava karşısında takınılacak demokratik ve şeffaf tutum ortaya koyacak.

ZAMAN