Türk dış siyasetinin temel prensipleri

Serdar Demirel

Herkes Türk dış siyasetinin son yıllarda kazandığı ivmenin farkında. Ak Parti dönemi dış siyaseti iyi incelendiğinde, yapılanların arkasında bir kadronun olduğu görülecektir. Kadronun başmimarı ise, kuşkusuz Prof. Ahmet Davutoğlu’dur.

Davutoğlu da, akademik hayatta teorisini yaptığı “stratejik derinlik”i 4 temel prensip üzerinden hayata uyarlamaktadır.

Dış siyasetteki başarıların tesadüflerle yürümediğini anlamak için de, bu prensipleri iyi algılamak lâzım. Özetleyelim bunları:

1. Psikoloji kontrolü prensibi Bu ilke, ince siyaset yolunun taşlarını döşeyen aklın, şartlar ne olursa olsun, kendisini kontrol etmesine dayalı. Kendi psikolojisini kontrol edemeyen muhataplarının psikolojisini de kontrol edemez zira.

Bu da sağlam bir sinir yapısını ve bunu besleyen bir özgüveni ve samimi olmayı gerektirir. Muhatabınız sizin rol yapmadığınızı, ikili oynamadığınızı, yürekten konuştuğunuzu hissetmeli ki, varsa psikolojik bariyerleri aşabilsin.

Kelimelerin arkasındaki psikolojiye nüfuz etmeyi elzem kılar bu prensip. O zaman muhatabınızla ikinci tekil şahıs zamiriyle değil, “biz” olarak konuşabilirsiniz. Bağdatlıyla Bağdatlı, Bosnalıyla Bosnalı gibi konuşmak yani. Tarih bilinciyle ve bu bilincin kuşattığı coğrafyaya aidiyet duygusuyla. Dışlayıcı değil, kucaklayıcı bir lisanla, velhâsıl empatiyle.

Davutoğlu’nu biraz tanıyanlar bunu iyi becerdiğini bilirler...

2. Metodolojik prensip

Dış siyaset masası, bir anlamda kriz yönetimi masasını andırır. Devletler arası çıkarlar çoğu zaman çatıştığından yeni krizler sürekli masanın üstündedir.

Bu ilke, “krizin kendisinden yola çıkarak, kriz yönetilemez” inancına dayanıyor. Esaslı bir duruş geliştirmek için öncelikle krize dair bir vizyon olmalıdır. Krizi besleyen tarihsel ve konjonktürel sebepleri iyi analiz etmeli, tepkisel değil rasyonel davranmalısınız.

Rasyonelitenin bir gereği olarak da, ihtilaf nedeni olan meseleyi, tarafların tümünün kabul edebileceği kuşatıcı ve herkesin kazançlı çıkacağı bir vizyon etrafında ele almanız gerekir.

Bu da, ancak, çok kültürlü, çok dilli, karşılıklı ekonomik bağımlılık ve maksimum düzeyde tarafların güvenliğini sağlayan bir “kuşatıcı çerçeve” vizyonuyla başarılabilir.

Gürcistan’ın güvenliğini önemseyen, Bağdat’ı İstanbul gibi algılayan, Ermenistan’la yeni bir sayfa açan, İran’ın nükleer enerji çalışmalarını İsrail’in nükleer silahlarını gündeme getirerek koruyan Türk dış siyasetine, işbu metodolojik yaklaşım hayat vermektedir denebilir.

3. Entelektüel prensip

Yukarıda anlattıklarımızı hayata geçirebilmek için bu vizyonu besleyen güçlü entelektüel bir arkaplana ihtiyaç vardır.

Meselenin taalluk ettiği mekâna derinliğine nüfuz etmek, mekânı; şimdiki hâliyle, yakın geçmişiyle ve medeniyetler tarihinde oynadığı tarihsel rolle algılamak, soruna hakiki veya uzun ömürlü çözümler getirme imkânı sunar.

Meselâ, Yahudi tarihini, Kudüs tarihini, bu mekânın semâvî dinlerin inanç sistemindeki yerini, tarihsel Yahudi-Müslüman ilişkisini bilmiyorsanız Filistin sorununa kalıcı çözümler de sunamazsınız.

Mekân ve zaman ilişkisinin kodlarını yerel bağlamda çözmek yetmez; bölgesel ve küresel boyutuyla da anlamak gerekir.

Davutoğlu’nun açılımlarında “zamanın işleyiş mantığı”nı kavrayan güçlü entelektüel birikimi hemen farkedebilirsiniz. Medeniyetler tarihi üzerine akademik hayatta yoğun çalışmalar yapmış olması, ona, kriz sebebi olan bir problemi, büyük bir vizyonun küçük bir parçasına dönüştürme avantajı vermektedir.

4. İletişim prensibi

Çağın iletişim araçlarına ve bu araçların kullandığı dile görev yükleyen bir esas bu. Yani, yapılmak isteneni kitlelere aktarmak için medyayı, kolay anlaşılır kavramlar eşliğinde yapılan açılımın bir parçası hâline getirmek.

Buna, komşu ülkelerle ilgili yeni Türk dış siyasetini anlatan, “Komşularla sıfır problem” kavramsallaştırmasıyla açıklık getirebiliriz. Dost ve düşmanın yediden yetmişe rahat anlayabileceği bir kavramsallaştırma.

Ak Parti sonrası Türk dış siyasetini bu dört temel prensiple anlamak mümkün. Ancak her ne kadar prensipler sağlam olsa da, kırılgan yönleri olduğunu da söylemeliyiz.

Bence, en tehlikeli kırılma noktası, Ak Parti’nin hâlâ içini dolduramadığı “muhafazakâr kimliği” ve bu muğlak kimlikle “devletin kimliği” arasındaki boşluk. Dış siyasetin mimarının da kişisel kimliğini partinin muğlak “muhafazakâr kimlik”iyle özdeşleştirdiğini sanmıyorum.

Kısa dönemdeki başarılar, şimdilik, “kimlik sorunu”nun teşkil ettiği riskin üstünü örtmektedir. Ama bu sorunu çözmeden medeniyetimizin yeniden inşaasını sağlayacak kalıcı açılımlar üretmek zor gözüküyor bize.

Çünkü siyaset, yaşanılan zamana ve sizi kuşatan mekâna yön vermeyi hedefler. Bunu yapmak için de güçlü bir vizyona ihtiyaç vardır. Kimliksiz bir vizyon olamaz. Muhafazakârlık Batı’da bir dünya görüşünü ifade etse de bizde aynı şeye tekâbül etmez.

VAKİT