"Kürt meselesi"nin özünde ve başlangıç noktasında "ayrılıkçılık" yoktur. Son zamanlarda biraz "kızgınlık ve öfke" biraz da "aba altından sopa göstermek" düşüncesiyle "Kürtlerden ayrılalım" diyen Türklere rastlanıyor. Bu konu üzerinde durmak gerekir.
Belirtmek gerekir ki, Türkiye'den ayrılıp "bağımsız bir Kürt devleti" isteyenler yüzde 2,5. "Federasyon" düşüncesinde olanlar da azami yüzde 7,5. Geriye kalan yüzde 90'lık ana kitle Türkiye'de ve bir arada yaşamak istiyorlar. Ama bu kitle ortada ciddi bir "Kürt sorunu" olduğunu söylüyor.
Sorun, Osmanlı'nın yanlış modernleşme ile "merkezî devlet"ten "merkeziyetçi sosyo-politik bir düzen"e geçmesinden ve kurulurken cumhuriyetin Fransız usulü sıkı markaj monolitik, yukarıdan aşağı, otoriter-totaliter bir toplum ve tektip vatandaş yetiştirme projesini, hükmü altında tuttuğu her etnik gruptan insana empoze etmesinden kaynaklanmaktadır. Türk ırkından gelenler, hiç de meraklısı ve isteklisi olmadıkları halde, zamanla üst-ulusal kimliğin "Türk ve Türklük" olmasından rahatsız olmadılar. Türklerin, diğer kavimler gibi birincil aidiyetleri Müslümanlıklarıdır. 1950'ye kadar onlar da yeni kimlik tanımlamasından çok çektiler. Kuruluşundan bu yana Türklerin yeni "Türk ve Türkçü kimliği" içselleştirmelerinde MHP önemli rol oynamaya çalışıyor, ama bu partinin seçmen nezdindeki desteği ortada.
Türk ırkından gelenlerin yeni kimlik tanımlamasına pek meraklı olmamalarının sebepleri var: Yeni kimlik, Türklerin hem dinî aidiyetlerini bastırıyor, hem aslında onların ırk, kavim veya etnik hakikatlerini inkâr ediyor. Çünkü eğer "Türk"ten bir etnisite kastedilmiyorsa, yani İbn Haldun'un terimleriyle 'Türklük'ten "nesep" değil "sebep" kastediliyorsa, bu durumda Orta Asya'dan gelip de Anadolu'da yerleşen, bazı fizyonomik özellikleriyle diğerlerinden ayrılan "Türk" diye bir ırk, bir kavim de "yok" demektir. Dikkatlice bakıldığında aslında Türklerin etnik kimliğinin inkâr edildiği ve Türklerin 1071'den bu yana Müslümanlıkla kazandıkları kültürel hasılalarının "Türkçülük politikaları" içinde eritilip asimilasyona uğratıldıkları görülür.
Resmî Türk ve Türkçü kimliğe sahiden ırk olarak Türk olanlardan çok, Balkanlardan gelen göçmenler ve Kafkaslardan gelen muhacirler dört elle sarıldılar; kendi ırk, kavim veya etnik kimliklerini geri plana çekip Türk ulusal kimliğini benimsediler. Burada kastettiğim; ana kodları, âlem tasavvuru, ümmet bilinci ve din algısıyla Anadolu'da yaşayan Türklerden, Kürtlerden ve Araplardan temelde farkı olmayan Müslüman halk (Arnavut, Boşnak, Pomak, Çerkes, Gürcü, Çeçen, Abhaz vs.) değil, onların iktidar elitleridir. Bugün de Kürt kimliği mücadelesine karşı en sert direnci bu elitlerin ve etkisindeki grupların göstermesi tesadüfî değildir.
Bu kavimlerin iktidar elitleri Kurtuluş Savaşı'ndan sonra inisiyatifi ele geçirince, bütün etnik grupları kapsayacak Müslümanlık temelinde ortak ve birleştirici bir kimlik benimsemek istemediler. Hem dış baskılar buna izin vermiyordu -özellikle Hilafet'in lağvedilmesini ve İslam hukukunun yürürlükten kaldırılmasını şart koşan İngilizler-, hem kurucu kadro zaten "dinin kamusal hayattan tasfiye edilmesi"ni kafasına koymuştu. Onlar artık dünyaya İslamiyet'in değil, pozitivizm ve Fransız usulü laiklik penceresinden bakıyorlardı.
Böyle olunca "Müslümanlık"ı ortak payda görmediler. Din ayrımına göre gayrimüslimleri "azınlık" statüsüne soktular. Burada da iki problem vardı: 1) Gayrimüslimlerin "azınlık" sayılması İslam'ın tarihî tecrübesi dışında bir tanımlamaydı. 2) Bunu böyle yapmalarının sebebi Müslüman kökenden gelen herkesi Türkleştirebileceklerini düşünmeleridir. Dolayısıyla çoğunluğun "Müslüman", gayrimüslimlerin "azınlık" kabul edilmesi, Müslümanların hayrına değildi, dinlerinin yerine yeni ulusal kimlik ikame edilecek diye böyle düşünülmüştü. Bu açıdan Kürtler kadar, Türklerin ve Kürt olmayanların da sıkıntı yaşadığı söylenebilir.
ZAMAN