İsmail Kılıçarslan, Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan makalesinde Cumhuriyet Gazetesi yazarı Aydın Engin’in Nureddin Zengi’yi CIA ajanı ilan etmesi üzerinden ile Türk aydını(!)nın trajikomik durumunu ortaya koymuş:
Vay arkadaş. Meğer Nureddin Mahmut Zengi CIA ajanıymış. Ben demiyorum bunu. Cumhuriyet Gazetesi’nin mümtaz şahsiyetlerinden Aydın Engin beyefendinin iddiası bu yönde. 1100’lü yıllarda Halep, Şam ve civarındaki Haçlı kuvvetlerinin istihbarat teşkilatının adı da CIA’dır zaten. Koskoca Aydın Engin asgari tarih bilgisinden yoksun olamayacağına göre, CIA en az 1.000 yaşında bir örgüttür. Net.
Gerçi Aydın Engin’in ve diğer Türk aydınımsılarının söz konusu İslam Tarihi ya da İslam ile ilgili herhangi bir mesele olduğunda asgari düzeyde bilgiye sahip olmamaları da sorun teşkil etmez. Zira Türk medyasında ve entelektüel kamusunda bilmediğin herhangi bir şey yüzünden seninle acımasızca dalga geçilebilir. Bunun tek istisnası vardır, o da İslam ve onun etrafındaki bilgiler. Misal, bu aydınımsıların ortamında “akşam ezanı okunuyor” deseniz yüzünüze mel mel bakarlar. “Ezan mı, o da ne?” demediklerine şükredersiniz.
Abarttığımı düşünenleriniz varsa birkaç sayı öncesinin Varlık Dergisi’ne bakabilirler. 100 yaşındaki edebiyat dergimiz Varlık, “İbn Taymiyya” diye İslam âliminden söz ediyor mesela. Zira “aydınımsı” dediğimiz adam İbn Teymiye’yi hayatı boyunca hiç “Türkçe yazılışından” okuyacak kadar tanımamıştır. Ancak bir oryantalistin yahut bir batılı araştırmacının metninde tesadüf etmiştir ismine.
“Türkçe bilse iyi şair aslında” cümlesiyle tanımlayabileceğimiz Özdemir İnce’nin Paulo Coelho’nun romanının çevirisinde yer verdiği “birden kulelerden şarkılar yükselmeye başladı” cümlesindeki kulenin minare, şarkının ezan olduğunu söylememize bilmem gerek var mı?
Yahu söz gelimi Fransız bir aydının temel Hristiyanlık tarihini, İseviliğin temel kavramlarını, ritüellerini, mezhepler tarihini bilmemesi söz konusu olabilir mi? Tefe koyarlar adamı. Ama işte Türkiye’de hiçbir şey olmaz. Ezanı, namazı, abdesti bilmiyor oluşunuz dert değildir. Nureddin Zengi’yi CIA ajanı yapabilecek kadar kara cahil oluşunuz problem teşkil etmez. Zira Türk aydınımsısı diye halka, toprağa, tarihe, dine karşı cehalet geliştirmeyi neredeyse vazife edinmiş adama derler. Opera tarihini kusursuz şekilde bilmemesi suçtur bunun; ama barak havasıyla bozlağı birbirinden ayırt edememesi normaldir.
Neyse… Aydın Engin diyorduk değil mi? Nureddin Zengi’yi CIA ajanı ilan ettiği yazısında, Türkiye’nin Afrin operasyonunda birlikte hareket ettiği ÖSO’yu da terörist ilan ediyor.
Bence, kamuoyu tepkisinden çekinen Türk aydınımsısının yeni numarası bu… Zeytin Dalı operasyonuna açıktan saldırmaya cesaret edemedikleri için “ama ÖSO” diyorlar. Nedir ÖSO? Zalim bir diktatöre karşı Suriye halkının kurduğu çeşitli direniş örgütlerinin toplamına verilen isim. İçinde tugaylar, ketebeler, bölükler falan var. Halk yani ÖSO dediğin. Bu yanıyla, Kuvayi Milliye’ye benziyor. Hatta yapılanma itibariyle Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri’ne daha çok benziyor.
Fakat Türk aydınımsısı için fark etmez tabii. Değil mi ki ÖSO’ya terörist yakıştırması yapmak işlerine gelmektedir. Yapıştırırlar hemen. Mesela Haşdi Şabi denen aşağılık terör örgütünün katlettiği binlerce insanı görmezler. Şerefsizler topluluğu olan Hizbullat’ın katlettiği insanları görmezler. Fransa’nın çoluk-çocuk ayırmadan sivil katlettiği Rakka bombardımanını görmezler. Esed diktatörünün halkın üzerine attığı varil bombalarını görmezler. Kimyasal silahla ölen çocukları görmezler. Guta’da açlıktan ölen bebekleri görmezler.
Bütün bunları görmemelerini geçtik. Hiç olmazsa Kilis’e ya da Reyhanlı’ya isabet eden roketleri PYD/PKK/YPG’nin attığını görebilselerdi. Onu bile göremiyorlar. O kadar göremiyorlar ki Ahmet Nesin, kuş uçuşu 6 kilometre olan mesafeye “68 kilometreden roket mi atılır? Ben bunları YPG’nin attığına inanmıyorum” diyor mesela. Ya da Aydın Engin’in gazetesi Cumhuriyet, roket saldırısında ölen kızımız için “uykusunda ölen kız” başlığını uygun görebiliyor.
Halkının, milletinin, toprağının, tarihinin yanında olmamak bir Türk aydınımsısı hastalığıdır çünkü. Ve ne yazık ki bilinen bir tedavisi de yoktur. O yüzden yazının başlığını Fuzuli dedemizden seçtim ya: “Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.”