Suriye ve Irak’ta yaşanan kanlı gelişmeler söz konusu olduğunda özellikle Türkiye kamuoyunda nedense İran’ın rolü üzerinde yeterince durulmuyor. Hemen bütün gelişmeleri siyasi-stratejik analiz adı altında en az yüz yıllık küresel oyunların parçası olarak okumayı marifet ve alışkanlık kesbetmiş uzmanlarımız sayesinde ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin ve İsrail’in gizli planlarına odaklanmaktan olsa gerek İran’a hiç ama hiç sıra gelmiyor.
Bölgesel ve küresel gelişmelerin tahlili sırasında en iyi ihtimalle İran’ın ‘Acem Diplomasisi’ geleneğine atıflar yapılıyor. Benzer bir biçimde İran’ın kurnazlık temelinde ülkeler ve toplumlar üzerinde kurduğu nüfuz politikaları dair takdir ediliyor ve örnek gösteriliyor. Oysa bir taraftan klişe söylem ve çarpık perspektiflerden kaynaklanan bir İran imajı varsa da diğer taraftan Suriye ve Irak’ta yürüttüğü siyasi, diplomatik, askeri ve mezhebi pratikler açısından bakınca farklı bir İran realitesi duruyor karşımızda.
Sloganda ABD-İsrail Karşıtı, Pratikte …
2003’te ABD ve müttefiklerinin Irak’ı işgaliyle birlikte başlayan süreç ilerleyen zamanda karşımıza ABD-İran konsensüsüyle tahkim edilen Caferi-Maliki rejimini çıkardı. Hem Barzani-Talabani yönetimindeki Kürdistan’da hem de Sünni-Şii diğer bütün bölgelerde Şii olmayan bütün unsurlar ya el-Kaide ya da Baasçı ilan edilerek terörle mücadele adı altında bütün haklardan mahrum edildi. Irak bütünüyle İran ve ABD tarafından kontrol edilen Maliki rejimi eliyle özellikle bütün Sünni unsurlar için cehenneme çevrildi.
Ordu ve polis teşkilatı başta olmak üzere maliyeden adliyeye devlet bir bütün olarak Şii fanatizminin saldırı üssüne çevrildi. En genel manada Sünni kimliğini boğmaya yönelik Ebu Gureyb’i aratmayan işkence merkezleri, toplumun önde gelen insanlarına yönelik faili meçhul cinayetler, uydurma sebeplerle vakıflar dahil el konulan mali varlıklar, yolsuzluk, rüşvet ve iltimasın rutine döndüğü bir Irak’ın nihayetinde patlamaması düşünülemezdi. IŞİD’in önünden bütün silahlarını bırakıp kaçan Irak ordusunun paniği işte böylesine bir geçmişe dayanıyordu. Çünkü Irak ordusu denilen Maliki çetelerinin toplumsal hiçbir meşruiyeti bulunmuyordu. Bu kadar hızlı çözülme ve kaçışın en önemli nedeni buydu.
Maliki rejimi IŞİD’in önde olduğu Sünni ayaklanma karşısında iki merkezden gelen destekle ayakta kalabilirdi. Maliki rejiminin bu çöküşünü İran’dan gelen askeri destek ve ABD ordusu tarafından hızla hayata geçirilecek hava bombardımanı telafi edebilirdi ancak. Çünkü Irak ordusu eğitimden silahlanmaya kadar bu iki devlete dayanıyordu. Üstelik Maliki rejimi her iki ‘düşman’ devlet açısından da en önemli mutabakat noktasıydı.
Afganistan’ın ardından Suriye ve Irak’ta da hayata geçirilen siyasal-askeri ittifak ABD ve İran arasındaki sözde ideolojik düşmanlığın pratikte pekâlâ hızlı ve kalıcı bir dostluğa dönüşebileceğinin resmi olarak karşımızda durmaktaydı. Bu sebeple Tahran’da ‘Büyük Lebbeyk Buluşması’ adı altında tertiplenen gösterilerde kalabalıklarca “Kahrolsun Amerika, Kahrolsun İsrail” gibi sloganların atılması basit bir çelişki ve kandırmacadan ötesini ihtiva eder. Esed/Baas rejimi adına özel askeri birlikleriyle Suriye’yi cehenneme çevirmiş İran’ın şimdilerde Maliki rejimi namına IŞİD’e karşı Irak’ta daha fazla askerle ‘cihad’a soyunmasını sıradan bir siyasi manevra olarak mı görmemiz icap ediyor?
Sapkın ve Zalimlerin Mukaddes Türbesi
İran’ı İslam Cumhuriyeti ve emperyalizm karşıtı olma iddiasından hızla kopartıp açıkça işgal ve katliam rejimine dönüştüren en önemli moral değer nedir? Hiç şüphesiz temellerini Şiilik itikadında bulan ama pratikte daha fazlasıyla belirleyici olan türbecilik geleneği özelde İran’a genelde Şia’ya hemen her türlü sapkınlık ve zalimlik için meşruiyet sağlıyor. “Şii Türbelerin Muhafızları”na dâhil olma aşk ve şevki büyük bir kitleyi sadece adaletten ve merhametten değil Allah’a kul olmaktan da uzaklaştırıyor. Türbelerin muhafazası adına girişilmeyecek kirli bir ittifak, kanlı bir savaş yok. Adeta “her şey türbeler için, türbeler adına!” durumu.
İran ordusu tıpkı ABD ordusu gibi Maliki rejiminin bekası adına Irak’ı her türlü örtülü operasyonla işgal ederken demokrasi değil de elbette türbeler adına hareket edecekti. Türbeleri öpüp yalamayı ibadet sayan bir mezhebin mensupları güya ABD-İsrail karşıtı sloganlar atarak gövde gösterisi yapıyorlar.
Ancak siz siyasetçilerin ve kitlelerin “Lebbeyk ya Hüseyin” demesi bakmayın. Çünkü onlar hep birlikte Musul dahil Irak’ın en önemli kentlerini ABD’nin yeniden bombalaması için hem dua ediyorlar hem de Acem diplomasisini devrede tutuyorlar. Bir de Ayetullah Sistani gibi Ayetullah Hamaney’in de cihad fetvası vermesi için yanıp tutuşuyorlar! Hatta diyorlar ki: "Hamaney cihat hükmü verirse vay dünya ordularının haline".
Sizce de ‘türbelerin dini’ adına bu kadar cürümü yüklenenlerden tutarlılık ve ahlak beklemek boşuna değil mi?