Turan Köyde Kuran Semineri

Bursa'da Turan Köy Özgür-Der Girişimi tarafından "Kur'an'ı Anlatmak Farzdır" konulu bir seminer yapıldı.

Bursa’da Özgür-Der Turan-Köy Girişimi tarafından “Kur'an’ı Anlamak Farzdır” konulu bir seminer düzenledi. Cenk AĞ’ın sunumu ile gerçekleştirilen programda "Kur'an neden bir Hayat Kitabı olarak anlaşılamıyor?" sorusuna cevap arandı. Kur'an ile geliştirilen ilişkinin gönderilme amacına uygun olmayışının nedenini; yüzyıllar boyu camilerde, medreselerde Kur'an kursları ve imam-hatip okullarında sevap maksadıyla okunup öğretilen bir mukabele Kitabı, ölülerin ruhuna bağışlanan bir dua mecmuası, hastaların üzerinde taşıdıkları bir muska, özel mahfazalarda saklanan esrarengiz, efsunlu bir Kutsal Kitap olarak nesilden nesile aktarılmış olmasına bağlayan Cenk AĞ; konuşmasını şu sözlerle devam ettirdi:

"Farz: Yapılması kat’i delillerle sabit olan ilahi emirlerdir. Farzı terk etmek haramdır; işlenmesinde sevap, özürsüz terk edilmesinde ise Allah'ın azabı vardır. Böyle anlatılır kitaplarda yani terk edilmemesi gereken bir emirdir ki Kur'an bunu Hz. Muhammed (a.s.)'ın ağzından bize böyle aktarır; "Rabbim kavmim bu Kur'an'ı mahcur bıraktı" Furkan Sûresi 30. ayet. Rabbim kavmim bu Kur'an'dan hicret etti uzaklaştı. Peki, bu uzaklaşma nasıl oldu?  Biz biliyoruz ki ilk Kur'an Nesli, Rasulullah’ın yanında yetişen o neslin hayatının merkezini vahiy oluşturuyordu. O ilk nesli eğiten, yetiştiren, başarılı kılan mükemmel okul Vahiy/Kur'an'dı. Ashabı ashab yapan, İslam toplumunu ayakta tutan Kur'an'dı. Onlar Kur'an'a sarılarak mübarek insanlar oldular. Hayatlarının her alanında O'nun ilkelerini ayakta tutarak başarılı oldular ve örnek İslam medeniyetinin temellerini attılar.

Ancak, Kur'an'ın berrak kaynağından fışkıran bu dönem fazla uzun sürmemiş; Kur'an'ın biricik gündem maddesi olmaktan çıkması, Müslümanların farklı ve bulanık kaynaklardan beslenmeye başlamaları, çeşitli mezhep ve meşreplere ayrılmaları ve yaratıcı düşüncenin yerini taklitçi düşüncenin almasıyla birlikte problemler, sıkıntılar ve felaketler artmış, duraklama ve gerileme başlamıştır. Her grup kendi mezhebinin görüş ve kanaatleriyle yetinerek onun etrafında dönüp durmak ve taassupla onu savunmaya başlamış; kendi hizbinin zaferi için bütün kuvvetini kullanmaya başlamıştır. Bu arada imamların, alimlerin sözleri Allah'ın sözü mertebesine çıkarılmaya başlanmış, Kur'an ve Sünnet'in yerini kulların sözleri almış, Kur'an ile Müslümanların arasına kalın perdeler çekilmiş ve aşılmaz duvarlar örülmüştür. Hicri 4. y.y.'a gelindiğinde, bazı âlimler "müctehid imamların sözlerine aykırı düşen ayet ve hadislerle amel etmenin caiz olmadığına ve bu nassların tevil edilmesi gerektiğine" hükmedilmiş (Y. Vehbi Yavuz, Siyasal ve Sosyal Boyutlarıyla İslam. s:57-58) ve taklitçilik müzmin bir yara haline gelmiştir. Mezhep imamlarını yüceltmek o noktaya varmıştır ki, meşhur bir âlim şu sözü söyleyebilmiştir: "Mezhep âlimlerimizin görüşüne ters düşen her ayet ve hadis ya mensuhtur veya tevil edilmiştir" (Seyyid Sabık, Fıkhussunne, s.1/22)

Taklit ve taassup nedeniyle ümmet, doğrudan Kur'an'ı anlama ve onu hayatlarına aktarma görev sorumluluğunu kaybetti. Müslümanlar da giderek Kur'an'ı faydalanmak, düşünmek ve uygulamak için değil de teberrüken okumaya, ezberlemeye başladılar. Kur'an'ı sadece sevap için okumaya alıştılar. O'nu ölülerin ardından okunan bir dua kitabı haline getirdiler. Kısacası Kur'an, yaşayan Müslümanlara hitap etmeyen, güncel sorunlara çözüm getirmeyen, sadece ahirete yönelik bir kitap gibi algılanmaya başladı.

 

Bugünlere geldiğimiz de ise; nasıl ki Müslümanlığımız sadece bir isimden ibaret hale gelmişse, elimizde bulunan Kur'an'da klasik bir metin haline gelmiş bulunuyor. Biz bu metnin anlamını kavrayıp hayatımıza uygulamak yerine, O'nu ölülerimiz için okunan bir dua ve hastalarımız için okunan bir şifa, hatta nazar, cin çarpması, yitik eşyayı bulma, düşmanları mahvetme gibi işleme yarayan bir üfürük kitabı gibi kullanıyoruz.

 

Din bilginlerimiz, Kur'an'dan, yaşayan pratik bir hayat nizamı çıkaracaklarına O'nun yalnızca dil ve üslup özellikleri üzerinde durdular. Onun hayata uygulanmasından ibaret olan fıkıh bir müddet sonra teferruata içinde kaybolup gitti. Kısaca el birliği ile Kur'an'ı hayatımızdan uzaklaştırdık.

Bu uzaklaştırma, için türlü kılıflar da bulunmadı değil? Bunların başında Kur'an'ın anlaşılması zor bir kitap olduğu iddiası gelmektedir. Maalesef bugün, Müslümanlar arasında doğrudan Kur'an'la muhatap olmanın günah olduğu, Kur'an meali veya tefsirini okumanın mahzurlu olduğu, dahası Kur'an'ı okuyanın sapıtacağı tarzındaki kanaatler -kasıtlı veya kasıtsız olarak- hayli yaygın bir zan olarak karşımızda durmaktadır. bu yüzdendir ki, günümüz Müslüman’ı ile inandığı dinin esasını açıklayan Kitap arasına konulan kalın duvarlar bir türlü aşılamamaktadır. Kur'ani bir temele dayanmayan bu tür söylemlerin biricik nedeni, Kur'an'dan kopuk olmak, Kur'ani kültüre sahip olmamak ve Kur'ani bakış açısından yoksun bulunmaktır.

 

Kur'an ısrarla kendisinin Allah katından bütün insanlar için rehber, yol gösterici (hadi Dil bilmez yol gösterici olur mu?), uyarıcı, açıklayıcı, kolaylaştırılmış bir kitap olarak bir rahmet olarak gönderildiğini hatırlatıp dururken; O'nun zorlaştırılmış, kapalı, şifrelerle dolu veya sadece bazı uzmanların çözüp anlayacağı bir kitap olduğunu söylemek, gaflet değilse ihanettir. Kur'an'ın kapağını açıp da birkaç sayfa okuyan bir Müslüman Allah'ın kitabının ne kadar kolay anlaşılır ne kadar kuşatıcı bir kitap olduğunu görecektir.

 

Peki, neler oldu da o neslin hayat kaynağı Kur'an gitgide yukarıda saydığımız hayattan koparılan, cumadan cumaya ve ya ölüler için merasim haline getirilen bir kitaba dönüştü. Bu önemli soruyu kendimize sormamız gerekiyor!

 

Kur'an’ı okumaktan murat anlamak, anlamaktan murat ise yaşamaktır. Anlamak okumanın gayesi, yaşamak anlamanın gayesidir. Bir şey anlaşılmadan yaşanmaz, yaşanmadan hayat olmaz ve hayat vermez. Kur’an Hayat Kitabıdır. Beşere hayat vererek onu insan etmek için üflenmiş ruh gibidir. Hatta vahiy ruhun ta kendisidir. Bunu vahyin kendisi söyler. Nahl Suresi’nin 2. ayetinde, Kadir Suresi’nin 4. ayetinde “vahiy” ruh olarak yer alır. Vahiy, ruhun ruhudur. Vahiysiz kalan insanın ruhu ruhsuz kalmıştır. Ruhu ruhsuz kalan insan, bedeni ruhuna tabut olmuş canlı cenaze gibidir.

Seminer, dinleyiciler tarafından yapılan katkıların ve sorulan sorulara verilen yanıtlarına ardından sona erdirildi.

 

 

 

Etkinlik-Eylem Haberleri

Bursa’da Suriye devrimi ve Gazze konuşuldu
"Sürünün İçinde Dijital Dünyaya Bakışlar"
Başakşehir’den Gazze direnişine bin selam!
Adana Özgür-Der’de “Emperyalizm ve Siyonizm İlişkisi” konferansı düzenlendi
Özgür-Der Gençliği “İslami Perspektiften Psikoloji” kitabını değerlendirdi