Ulustan Ümmete Gezi ve Diyalog Grubu olarak (45 kişi) Tunus’a üç günlük bir ziyaret gerçekleştirdik. Müslüman coğrafyalarda yaşanan devrim tsunamisine kelebek etkisi Tunus’ta oluştu. Tunuslu Muhammed Buazizi’nin (1984- 2011) 17 Aralık 2010’da kendi bedenini ateşe vermesiyle başlayan devrim süreci, Tunus’un bütün şehirlerini sarar. Rabbimizin yardımıyla (Tunuslu general Reşid Ammar’ın kendi halkına silah çekmeyi reddetmesi) 23 gün gibi kısa bir zaman diliminde Tunus diktatörü ülkeyi terk etmek zorunda kalır. Müslüman coğrafyalarda devrimin başlangıcı olan Tunus’u ve Tunus halkını tanımak, devrimin kahramanlarıyla tanışmak, devrimi onlardan dinlemek, olan biteni doğru anlamak ve sağlıklı bir müşahedede bulunmaktı gayemiz.
1881-1956’da emperyalist Fransa’nın sömürgesi ve sonrasında onun yerli despotları olan Habib Burgiba (1956-1987) ve Zeynel Abidin Bin Ali’nin (1987-2011) iktidarlarında yaklaşık bir buçuk asrı bulan süreç içinde Tunus’un Müslüman halkı büyük bir zulüm ve baskı altında yaşadı. Bu zaman zarfında on binlerce Müslüman Tunusluyu cezaevlerinde işkence ederek öldürmeleri, sakat bırakmaları, tutsakların dışarıdaki mağdur ailelerine insani yardımı yasaklamaları, sokaklarda bile başörtüsünü yasaklamaları, ramazanda içki içerken TV ekranlarına poz vermeleri, iş gücünü düşürüyor diye oruç tutmayı yasaklamaları vb. örneklerde olduğu gibi Tunus’un ve Tunus halkının bu insanlık dışı muameleye yıllarca maruz bırakılması hiç kuşkusuz dünya insanlık tarihinin en iğrenç sayfalarındaki yerini alacaktır.
Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“Her zorluktan sonra bir kolaylık vardır. Ve şüphesiz her zorluktan sonra bir kolaylık vardır.” (İnşirah, 5-6)
Bu, Rabbimizin değişmez yasasıdır.
Doğrusunu söylemek gerekirse devrime rağmen Tunus zihnimde -uzun yıllar Fransız sömürgesi olması hasebiyle- baskın bir Avrupa kültürünün kuşattığı bir ülke olarak yer etmişti. Öyle ki, çöldeki bedevilerin bile anadili gibi Fransızca konuştukları söylenmişti. Böyle bir Tunus algısıyla Tunus’a gittim. Tunus’ta evler az katlı ve çatısızdı. Başkent Tunus’ta bile yüksek gökdelenler ve iş merkezleri çok az sayıda. Evlerin genel özellikleri hep aynı; beyaz evler mavi kapı ve pencereler… Tunus’ta beni şaşırtan olgulardan ilki mimarinin doğallığıydı.
Tunus, Fransızca da konuşabilen bir ülke fakat asıl önemli olan Arapçanın anadil olması ve Tunus’un din diliyle konuşuyor olması. Çünkü önceki nesillerin birikim ve tecrübelerinden yararlanma imkanı var. Bu tecrübelerden fazlasıyla yararlanmış olan Nahda’nın lideri Raşid Gannuşi’nin adanmışlığı, tevazusu, kuşatıcılığı kendisini fazlasıyla hissettiriyordu. Bundan dolayı Tunuslu Müslümanların modern terminolojiyle çok fazla başının belaya gireceğini düşünmüyorum.
Nahda’nın teşkilatlanmadan sorumlu başkanı Amir el-Ureyd, “Kur’an kelimeler mucizesidir. Hayat çok girift ve çelişkili. Nassla vakıanın arasını bulmak için çaba sarf ediyoruz. Ancak ıslah bir seferde olabilecek bir iş değil, merhalelere ihtiyaç vardır. Bu yüzden ıslah takva ve ibadet gibidir; bir çaba ve süreç gerektirir. Ulusal devlet ile İslam devleti bilinen bir farktır. Yaşamış olduğumuz ulusal devletten daima özlem duyduğumuz ümmet eksenli harekete geçiş klasik halifelik veya imparatorluk gibi olmayacak, farklı şekillerde tezahür edecek.” diyor. Bu birikim ve hikmet dolu sözler, Tunus’un geleceğiyle alakalı umudumu fazlasıyla perçinledi.
Nahda’nın genel merkezine ziyaretimizde halkla ilişkilerden sorumlu Muhammed Akrut’un -14 yılı hücrede olmak üzere- 16 yıl cezaevinde yatmış biri olduğunu öğrendiğimizde hepimizin şaşkınlığına şaşırması; cezaevlerinin onların yaşamlarının doğal bir parçası haline geldiğini fark ettirdi bize.
Kayravan şehrinde şehirle aynı ismi almış yaklaşık 460 sütun üzerine kurulu Kayravan Camii’ni ziyaret ederken camideki bir yaşlının “Müslüman mısınız?” sorusuna “Hamdolsun” cevabımızın ardından “Buraya hep laikler geliyor, neden Müslümanlar fazla gelmiyor?” gibi haklı bir sitemde bulunması çarpıcıydı. Bu bilince ülkemizdeki o yaş grubu insanlarda rastlamak pek mümkün görünmüyor.
Ayrıca kaldığımız otelde otel personelinin Müslüman olduğumuzu fark ettiklerinde bize yaklaşımları diğer Avrupalı turistlerden çok daha ayrıcalıklı ve özenliydi.
Sonuç itibariyle diliyle, geçmiş birikimiyle, devrimin mimarlarının hikmeti, tevazusu kuşatıcılıkları, fedakârlıkları ve her şeyden önemlisi Yüce Rabbimizin yardımıyla Tunuslu kardeşlerimizin Tunus’u ve bu şanlı devrimi daha fıtri ve vahyi menzillere taşıyacaklarına inanıyorum.
Umudumuz, umudu var edenin bizden umduğu gibi bir hayatı yeryüzünde imar ve inşa edebilmektir.
Rabbimiz Tunus’un ve yeryüzündeki tüm direniş erlerinin yar ve yardımcısı olsun…