Ahmet Varol / Yeni Akit
Ezilen halklar diktatörlere aşık mı?
Siyonist işgal rejiminin, ABD’nin ve onun yanında duran tüm işbirlikçi zalimlerin yardım ve destekleriyle Filistin’de ve Lübnan’da kan akıtmaya devam ettiği sırada Tunus’ta gerçekleştirilen sözde başkanlık seçimleri çok fazla kimsenin ilgisini çekmedi ve pek gündeme de gelmedi. Gerçi ilgilenmeye ve gündeme getirilmeye değer bir yanı da yoktu zaten. Ama halkların, zulüm rejimlerinin baskı politikaları altında sindirildiği ülkelerde sözde demokrasinin nasıl bir uyuşturma ve zulmü meşrulaştırma aracı olarak kullanıldığına örnek olmasına dikkat çekmek amacıyla biz bugünkü yazımızda söz etmek istiyoruz.
Türkiye’de Kays Said olarak şöhret bulunan Arapça kaynaklarda ise soyadındaki ye harfinin üzerine itinayla şedde konarak Saiyyed diye okutturulan adamın Tunus’ta kurduğu yeni dikta rejimi 6 Ekim Pazar günü kendince başkanlık seçimi gerçekleştirdi.
Bu adam zaten en önce anayasada yaptığı değişikliklerle tek adam diktatörlüğüne dönüş için ihtiyaç duyduğu düzenlemeleri yapmıştı. Burada bu konunun ayrıntısına girersek son seçimlerle ilgili değerlendirmelere sıra gelmez. Ancak bu ülkede anayasa değişikliği ve öncesindeki gelişmeler hakkında aylık Ribat dergisinin Haziran 2023 sayısında yayınlanan “Tunus’ta Tek Adam Diktatörlüğüne Dönüş” başlıklı yazımızda ayrıntılı bilgi verdiğimizi, ihtiyaç duyanların ulaşabileceğini ve yararlanabileceğini hatırlatalım.
Tunus’un yeni diktatörü Kays Said, son başkanlık seçimleri öncesinde kendisine rekabet etmeye kalkışanları zaten yargı kanalıyla epey bir ıslattı. Dolayısıyla seçimlerin çok adaylı olmasının sahada herhangi bir karşılığının olmadığı zaten seçim günü gelmeden çok açık bir şekilde ortaya çıktı. Seçimlerden başarıyla çıkması mümkün ve muhtemel tek bir aday vardı: O da ülkenin siyasi sistemine yeniden ayar veren ve tek adam diktatörlüğünü geri getiren Kays Said.
Siyaset sahnesinde yer alan partiler bunu gördüklerinden, muhtelif siyasi oluşumları bir araya getiren ittifak niteliğindeki Ulusal Kurtuluş Cephesi başta olmak üzere birçok siyasi parti ve oluşum, eşit şartlarda rekabet imkanı hasıl olmadığı gerekçesiyle seçimlerin boykot edilmesi çağrısı yaptı. Boykot çağrısı yapanlar arasında İşçi Partisi, Sosyalist Parti, Demokratik Kitle Partisi gibi sol partiler de yer alıyordu. Bu çağrı yankı buldu ve resmi açıklamalara göre katılım oranı %28.8’de kaldı. Ancak gerçek oranın bundan daha düşük olması muhtemeldir. Çünkü burada sahtekârlığı bizzat sistemin ve yönetimi ellerinde bulunduranların kendileri yaptığından, bilgi kaynakları da onların elinde olduğundan kamuoyuna açıklananların doğruyu yansıttığından emin olmamız mümkün değildir.
Sözde Bağımsız Yüksek Seçim Kurulu adaylıkların kesinleştiği Ağustos ayında, adaylık başvurusunda bulunanların çoğunun müracaatını son derece tutarsız ve uyduruk gerekçelere dayanarak reddettiğinden sadece üç aday seçime katılma hakkı elde edebildi. Bunlardan iş adamı El-Ayyaşi Zimmal hakkında evrakta sahtecilik ve yolsuzluk iddialarıyla dava açıldı ve hakkındaki iddialar aynı zamanda onun siyasi itibarının sarsılması için değerlendirildi.
Zuheyr El-Meğzavi’nin sadece vitrin süsü olmak için aday olduğu, başkan seçilme gibi bir ideal ve gayesinin olmadığı, seçimlerin çok adaylı olduğu iddiasına gerekçe oluşturması için bizzat diktatörün kendisi tarafından piyasaya çıkarıldığı tahmin ediliyordu.
Geriye bir tek aday kalıyordu ki o da ülkenin yeni diktatörü Kays Said. Böyle bir seçimden onun dışında bir kimsenin zaferle çıkması ihtimali de zaten yoktu. Üstelik bu adam da Arap dünyasının eski diktatörlerinin bilinen “demokratik (!)” geleneklerini aynen uyguladı ve oyların %90.69’unu aldığı duyuruldu. “Zulmüyle, şiddet uygulamalarıyla öne çıkan, halkın tepkisine maruz kalan, ülkede siyaset sahnesinde yer alan farklı partiler ve oluşumlar tarafından reddedilen bir diktatörün bu kadar oranda oy alması biraz fazla akıl dışı, bunu %60’lara falan çekelim de en azından biraz inandırıcı olsun” diye düşünmedi.