Tunus ve diğerleri!

Ali Bulaç

Henüz Türkçeye tercüme edilmeyen "El Hürriyatu'l amme fi'd Devleti'l İslam/İslam Devletinde Kamu Özgürlükleri" (Beyrut-1993) adlı kitabında Raşid el Gannuşi, "İslam'ın vaat ettiği sivil ve kamusal özgürlüklerin Batılı demokrasilerin fiili özgürlüklerinden çok daha geniş olduğunu" savunur.

Gannuşi ve bu çizgideki İslamcı düşünürlerin temel iddiasına göre, Batı dünyası İslam dünyasının kendi bildiği çerçevede reform yapmasına izin vermiyor. Bu konuda İslam dünyası üzerinde politik ve fikri hegemonya kullanmaktadır. Batı'nın reformların muhteva ve çerçevesini kendisinin çizmesi konusunda ısrarlı davranmasının sebebi, iki yüzyıldır sahip olduğu refahı buna borçlu olmasıdır. Batı'da süren refah ile İslam dünyası üzerinde politik-fikri hegemonya arasında mutlak bir bağ var.

Batı, düşünme tekelini elinden bırakmak istemiyor, İslam dünyasının kendine özgü düşünen bir aklı olmayacağına göre reformlar da Batı'nın çizdiği çerçevede olacaktır. Bunun sosyo-ekonomik tercümesi İslam dünyasının kaynaklarının yönetiminin iç/ulusal elit zümreler aracılığıyla Batı'nın denetiminde, tasarrufunda olması anlamına gelir.

Gel gör ki, bu elbise dikiş tutmuyor. Siyasi baskı rejimleri, ekonomik krizler, yaygın işsizlik, kent merkezlerine süren kitlesel göçler, yolsuzluklara batmış askerî ve sivil bürokrasi, rüşvet, hırsızlıklar, faili meçhuller, hukuksuz infazlar, müstebit idarecilerin gözüne bakan yargı sistemi, her türlü patolojinin sürdüğü çarpık kentler vs.

Batı medyası ise, alışageldiği oryantalist bakış açısından hareketle İslam dünyasının içinde debelendiği sefaletin İslam'dan ve İslamcı siyasi-sosyal hareketlerden kaynaklandığını yazıp "Radikal İslam-Siyasal İslam korkusu" pompalıyor: Madem Batılı reformlara itiraz eden Müslümanlar var, bunlardan korkmalı; madem Batı hegemonyasına meydan okuyanlar var, bunlar teröristtir ve George W. Bush'un deyimiyle "inlerinde imha edilmelidir"ler. Yerine göre sömürge artığı iç-ulusal rejimleri (diktatörlükleri, dinî monarşileri, otokrat rejimleri) desteklemekte, yerine göre ülkeleri işgal etmekte (Filistin, Irak, Afganistan) beis yoktur.

İnsanı çıldırtan bu modern trajediye her an her yerde isyan edilebilir. Uzun yıllar insanlar sussa da, her şey an meselesidir. Tunus'ta Sidi Buzid pazarında kendini yakan Muhammed Buazizi, sadece isyan ateşinin ilk fitilini yakmadı, hiç de tasvip edilmemesine rağmen diğer Arap ülkelerinde başka Buazizi'lerin de rol modeli oldu. Şimdi Cezayir ve Mısır'da gençler meydanlarda kendi bedenlerini ateşe veriyorlar.

Analojiler yapmak için vakit erken. Ancak rahatlıkla söylenebilecek olan şu ki, tıpkı İran İslam devrimi öncesinde olduğu gibi ne sömürge artığı Bin Ali'nin Kemalist yönetimi, ne bu ülkeyle yakından ilgilenen usta sömürgeci Fransa ve küresel sömürgeci Amerika bu isyanı bekliyordu. Apansız patlak verdi. Habib Burgiba'nın öğrencisi Bin Ali, Abbasiler gibi, Ehl-i Beyt'in şahsında zulmün, sömürü, yalan ve cinayetlerin intikamını almak üzere iktidara gelmişti, ama tıpkı Abbasiler gibi, mezarlarından kemiklerini çıkartıp kırbaçlattırdığı Emevi sultanlarından çok daha büyük zulümlerin altına imza attı.

Tunus, Kemalist devrimleri örnek almıştı. Steril Kemalizm'in somut örneği bugünün Türkiye'sinde değil, bugünün Tunus'unda aran-malı. Şimdi her şey yerle bir olmuş durumda. Bu aşamadan sonra ne olacağı herkesin merak konusu. Anlaşılan şu ki, Batı şimdiden, geçmişte kurtuluş savaşlarını yerli işbirlikçileri eliyle çaldığı gibi bugünkü isyanları da ikinci nesil işbirlikçilerini kullanarak çalmak isteyecektir.

"Olması gereken" bir yana "vuku bulmakta olan" şudur: Bu henüz "disiplinli bir devrim" değil, bir isyan, bir "toplumsal patlama"dır. Eğer Raşid Gannuşi'nin Nahda'sı dipteki değişim talebini perçeminden yakalayabilirse, yakın ve orta vadede Tunus'ta "tek parti Kemalist dönem" kapanıp "AK Partili Türkiye modeli" başlamış olacaktır. Bugün olmasa da yarın Tunus ve Arap ülkelerinin girdikleri güzergâhta önlerine çıkan ilk durak AK Parti tecrübesidir.

ZAMAN