Dr. Hatice Rumeysa Dursun / Anadolu Ajansı
Tunus içinde bulunduğumuz günlerde ciddi bir siyasi belirsizliğin eşiğinde görünüyor. 15 Temmuz’da Başbakan İlyas el-Fahfah Cumhurbaşkanı Kays Said’e istifasını sundu. Başbakan Fahfah’a yönelik yolsuzluk suçlamalarının ardından, koalisyonun büyük ortağı Nahda hükümetten güvenoyunu çekme kararı almıştı. Said, Fahfah’ın istifasını kabul etti. Cumhurbaşkanlığından yapılan yazılı açıklamaya göre, Said Meclis Başkanı Raşid Gannuşi’ye, hükümeti kurmakla görevlendirilecek en yetkin kişiyi belirlemek için görüşülecek partilerin listesini hazırlaması için bir mektup gönderdi. Fahfah istifasını sunmadan evvel Nahda Hareketi’nden altı bakanı görevden aldı. Nitekim Fahfah’ın istifasına giden süreçte Nahda ile arasındaki kırılgan ilişkinin büyük rolü olduğu biliniyor.
Hükümet kurulduğundan bu yana Nahda Hareketi Nebil el-Karvi’nin Tunus’un Kalbi partisinin de koalisyonda yer almasını istemiş, fakat İlyas el-Fahfah bu partinin koalisyonda yer alamayacağını belirtmişti. Ekim 2019’da yapılan genel seçimlerden birinci parti olarak çıkan Nahda Hareketi’nin adayı Habib el-Cemli’nin kabine listesinin 10 Ocak’ta parlamentoda yapılan oylamada güvenoyu alamaması üzerine, 20 Ocak’ta eski Maliye Bakanı İlyas el-Fahfah hükümeti kurmakla görevlendirilmişti. Fakat Fahfah hükümeti Tunus’ta siyasi istikrarsızlığın devam etmesine neden oldu.
Bununla birlikte Fahfah’ın istifası Kays Said’in elini güçlendiriyor. Tunus Anayasası’nın 98. maddesi uyarınca, Fahfah’ın ardından yerine gelecek başbakanı seçme konusunda Said avantajlı bir konumda bulunuyor. Bu durumda Said nasıl bir yol izleyecek? Habib Cemli’nin geçen Ocak ayında başarısızlıkla sonuçlanan hükümeti kurma girişimin ardından Nahda’ya yeni bir şans tanıyacak mı? İç politikada Nahda ile belli bir uzlaşma yakalaması durumunda, özellikle Libya kriziyle ilgili Nahda’nın Ankara’ya yakın tutumuna bir son vermesi söz konusu olabilir mi? Şimdi bu sorular cevaplanmayı bekliyor.
Özellikle Tunus dış politikasının şu sıralar ana gündem maddesi olan Libya’daki belirsizlik sürecinde, Kays Said’in Ankara’nın Libya’daki varlığından rahatsız olduğu biliniyor. Nitekim Said’in bu rahatsızlığı, yaklaşık bir ay önce Fransa’ya gerçekleştirdiği ziyaretin temelinde yer alıyordu. Tunus’un Libya kriziyle ilgili sürdürdüğü “tarafsız” politikasına Nahda’nın sürekli olarak aykırı bir dış politika izlemesi, Kays Said’in Fransa ziyaretinin temel kaygısı olarak yorumlanabilir. Bu ziyaretin ardından Tunus’ta iç politik dengelerin yeniden tanımlandığı bir süreç başlamış oldu. Nahda’ya yeni bir şans vermesi durumunda, Kays Said hem iç hem de dış politikada oyunun kurallarını belirleme fırsatı yakalayabilir. Esasen Said, Fransa ziyaretinde Libya ile ilgili Nahda’nın “başına buyruk” tutumundan rahatsız olduğunu dile getirmişti. Fahfah ve Nahda arasındaki anlaşmazlık ve Tunus’ta siyasi istikrarın sağlanamaması ise Said’in ziyaretiyle açılım sağlamak istediği bir diğer noktaydı.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un daveti üzerine 22-23 Haziran tarihlerinde Paris’e bir ziyaret gerçekleştiren Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said’in ziyareti dikkatlerin bu iki ülkeye çevrilmesine neden olmuştu. Karantinanın kaldırılmasının ardından Elysee Sarayı’nda ağırlanan ilk devlet başkanı olan Kays Said ile yapılan görüşmede ikili ilişkiler, ekonomik sorunlar ve Libya krizi masaya yatırıldı. Kays Said açısından da bu görüşme, cumhurbaşkanı seçildikten sonra Avrupa’da gerçekleştirdiği ilk ziyaret olma özelliği taşıyor. Ayrıca Said’in çok fazla seyahat gerçekleştiren bir lider olmaması, Fransa ziyaretini daha da önemli hale getiriyor. Ekim 2019’da cumhurbaşkanı seçildiğinden bu yana nadiren yurtdışına çıkan Said sadece Umman’ı ve komşusu Cezayir’i ziyaret etti. Said’in üçüncü yurtdışı seyahati olan Fransa ziyareti ise Tunus açısından hem uluslararası hem de ulusal açıdan oldukça kritik bir dönemde gerçekleşti. Bu önemli ziyaret Libya krizi, Nahda’nın ülke siyasetindeki konumu ve Tunus’un içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik çıkmazlar olmak üzere üç ana eksende ele alınabilir.
İlk olarak, Libya’da oldukça kırılgan bir sürecin söz konusu olduğu bu dönemde, Said’in Fransa seyahati, her iki ülkenin krize yönelik pozisyonunu ortaya koyması açısından önem taşıyor. Macron ve Said’in görüşme sonrasında gerçekleştirdiği ortak basın açıklamasında bu konuyla ilgili pek çok nokta öne çıktı. Macron’un yaptığı basın açıklamasında Türkiye’yi Libya’daki varlığı konusunda açık bir şekilde uyardığı görülüyor. Türkiye’yi kastederek “bazı ülkeler tek taraflı olarak savaşı tercih eden bir tutum içerisindeler” diyen Macron, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a Türkiye’nin Libya’da “tehlikeli bir oyun” oynadığını ve daha önce verdiği taahhütlere uymadığını açık bir şekilde söylediğini vurguluyor. Aynı konuşmayı ABD Başkanı Donald Trump ile de yaptığına işaret eden Macron, Türkiye’nin “oynadığı bu oyunun” “Libya’nın, bölgedeki tüm komşularının ve Avrupa’nın çıkarlarına ters” düştüğünü söyleyerek Erdoğan’a yeniden bölgeden çekilmesi gerektiği mesajını gönderiyor.
Libya krizinde yaşanan son gelişmeler değerlendirildiğinde, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından desteklenen Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin (UMH) Türkiye’nin desteğiyle elde ettiği başarılar meşruiyetini güçlendirmesini sağlarken darbeci Hafter güçlerinin ise savunmacı bir pozisyona doğru gerilediği görülüyor. Bu aşamada, Sirte ve Cufra’nın kontrolünün sağlanması krizin gidişatını belirleyecek bir önem taşıyor. UMH’nin Sirte’nin kontrolünü ele geçirmesi, ülkenin güneyinde bulunan petrol üretim bölgelerinin denetiminin sağlanması anlamına geliyor. Cufra hava üssünün kontrolünün sağlanması ise UMH’nin ülke genelinde üstünlüğünü pekiştirmesinde etkili bir adım oluşturuyor.
Her ne kadar Hafter’i desteklemediğini belirtse de, Fransa’ya ait Javelin füzelerinin darbeci güçlerin silah depolarında bulunması, Macron’un söylemlerinin inandırıcı olmadığını gösteriyor. Bu noktada Hafter’in Libya’da gerilemesi karşısında hayal kırıklığı yaşayan Fransa, Libya’da varlık gösteren ve UMH’yi destekleyen Türkiye’nin “yanlış bir yolda” ilerlediği vurgusunu yapmaya çalışıyor. Ateşkes çağrısında bulunan Fransa, Türkiye’nin UMH’ye verdiği desteğin başarısından rahatsız görünüyor. Fransa’nın Libya’da söz sahibi olma girişimlerinin temelinde ise özellikle Doğu Akdeniz ve Mağrib’deki etkisinin giderek azalması yatıyor. Ortak basın açıklamasında Said, gerçekleştirdiği ziyareti, “Fransa ve Tunus’un tarihin mirası olan kusursuz dostluğunun bir göstergesi” olarak nitelendirdi. Macron ise “iki ülkeyi birbirine yakınlaştıran kültürel, entelektüel, felsefi ve hukuki bağlara olan inancından dolayı” Said’i takdir ettiğini belirtti. Macron’un bu ifadeleri, Mağrib bölgesinde geçmişte Fransa’nın denetiminde olan topraklardaki yönetimler üzerinde bugün de belli konularda nüfuzunu korumayı hedeflediği şeklinde okunabilir.
İkinci olarak, Libya’nın geleceği açısından kritik bir noktaya gelinen bu dönemde, Kays Said’in Fransa ziyaretini Tunus’un iç ve dış siyasi dengeleri açısından değerlendirmek mümkün. Komşusu Libya’da yaşanan güç mücadelesiyle ilgili ülkesinin tarafsız bir tutum sergilediğini savunan Kays Said, Tunus’un kendisinin olduğu gibi Libya’nın da egemenliğini önemsediğini ve hiçbir tarafın arkasında olmadığı vurguluyordu. Buna karşın Libya konusunda Tunus siyasetinde ciddi bir görüş ayrılığı bulunuyor. Kasım 2019’da Halkın Temsilcileri Meclisi’nin (HTM) başkanı olarak seçilen Nahda Partisi’nin lideri Raşid Gannuşi’nin 2020’nin ilk ayında Türkiye’ye gelerek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmesi büyük tartışmalara yol açmıştı. Libya’daki çatışmalara taraf olan bir ülkenin, meclis başkanı tarafından ziyaret edilmesi, Tunuslu bazı siyasiler tarafından “ulusal egemenliğin ihlali” olarak yorumlandı. Türkiye ziyaretiyle yetinmeyen Gannuşi iki ay sonra Katar tarafından organize edilen ve Müslüman Kardeşler’in de katıldığı uluslararası bir konferansa katılmıştı. UMH’nin Başbakanı Fayiz es-Serrac’ı arayarak Vatiyye hava üssünün Hafter’in denetiminden çıkmasını tebrik etmesi ise Gannuşi ve Said arasında gerilimin iyice artmasına neden oldu. Artan gerilimin bir sonucu olarak, bu yıl Nisan ayının sonunda kabul edilmesi beklenen iki kanun teklifi iptal edildi. Bu kanun teklifleri Türkiye ve Katar’la karşılıklı yatırımların yapılmasını öngörüyordu. Nahda’nın Müslüman Kardeşler’le ikili ilişkilerine şüpheyle bakan koalisyon ortaklarının ve muhalefetin olumsuz tavrı Gannuşi’nin girişimlerini başarısızlığa uğrattı.
Gannuşi’nin bu diplomatik hamleleriyle “bazı kararları” etkilemeye çalıştığını belirten Said, Tunus’ta “tek bir devlet, tek bir dış politika, tek bir devlet başkanı” olduğunu vurguladı. Serrac’ı kutlamasını ise “Gannuşi’nin hatası” olarak yorumladı. Macron ile yaptığı görüşmenin ardından Libya sorununun ancak Libyalılar tarafından çözülebileceğini ve Libyalılara istedikleri çözümü seçme hakkının verilmediğini ifade etti. Macron’un Türkiye’nin Libya’ya yönelik müdahaleleriyle ilgili eleştirilerini destekleyen Said, dış güçlerin sahada olmaması gerektiğini savundu.
Gannuşi’nin Katar, Türkiye ve Libya’daki UMH ile yakınlaşmasından rahatsızlık duyan Said’in, iktidarı için ihtiyaç duyduğu dış desteği Fransa’dan sağladığı anlaşılıyor. Resmî karşılama sırasında Said’in Macron’u omuzlarından öpmesi ise iki ülke arasındaki sömürge geçmişine uzanan bağları sembolize ediyor. 75 yıl (1881-1956) boyunca Tunus’un yönetimini elinde tutan Fransa, protektora (himaye) döneminde olduğu gibi, günümüzde de ülkenin kritik konulardaki tutumunu etkileyen bir dış güç olarak beliriyor. Nitekim Said’e Fransa ile olan sömürge geçmişi sorulduğunda, herhangi bir özür ya da telafi beklemediklerini belirtiyor ve “yüzümüzü geleceğe dönüyoruz” diye ekliyor.
“Libya’ya müdahale eden pek çok dış güç var. Peki, Macron neden sadece Türkiye’yi ve Erdoğan’ı bir tehlike olarak nitelendiriyor?” sorusunu ise Macron’u destekleyen bir şekilde cevaplandıran Said, Libya hükümetinin meşru olmakla birlikte geçici olduğuna işaret ediyor. Dahası Afganistan’da olduğu gibi, Libya’da da aşiretlerin bir anayasa taslağı üzerinde anlaşabileceğini vurguluyor. Said’in bu önerisi ise Libya’da tepkiyle karşılandı. Libya Devlet Yüksek Konseyi Başkanı Halid el-Mişri Libya’da aşiretlerin siyasi bir parti olmadığını ve toplumsal yapının bir parçası olduğunu belirtiyor. Bu açıdan değerlendirildiğinde Macron-Said görüşmesi, Libya konusunda iki ülkenin ortak bir yaklaşım içinde olduğunu ortaya koyuyor.
Üçüncü olarak, Said’in ziyareti Tunus’un son dönemde artan ekonomik ve siyasi sorunlarına bir açılım sağlamayı hedefliyordu. Siyasi açıdan epey istikrarsız bir süreçten geçen Tunus’ta, hükümet dört ay süren tartışmaların ardından İlyas el-Fahfah’ın başbakanlığında Ocak ayının sonunda kurulabilmişti. Ekim 2019’da yapılan genel seçimlerden galip ayrılmasına karşın Nahda hükümeti kurmak için gerekli mutlak çoğunluğu elde edemedi. 10 Ocak 2020’de Habib el-Cemli tarafından önerilen hükümet güvenoyunu alamadı. Şubat ayının ortasında hükümetten çekilme kararı alan Nahda ulusal birlik hükümeti kurulmasını talep etti. Diğer taraftan Fahfah kendisine yönelik, ihalelerde yolsuzluk yaptığı iddialarını değerlendiren komisyon raporunun gelmesini bekliyordu. Tunus Meclisi ise Fahfah’ın hakkındaki incelemeler süresince geçici olarak görevden uzaklaştırılmasını tartışıyordu.
Genel seçimlerden bu yana siyasi açıdan çıkmazda olan ülkede Nahda ve diğer muhalif partiler arasında da anlaşmazlıklar bulunuyor. Ekonomik olarak zaten kırılgan bir süreçten geçen Tunus’ta salgın süreci bu durumu daha da pekiştirdi. Bu noktada Said, Fransa ziyaretinde ekonomiyi canlandıracak bazı adımların atılmasını hedefliyordu. Macron ortak basın açıklamasında Said’in beklediği ekonomik desteği sağlayacağını ve 350 milyon avro borç vereceğini duyurdu. Tunus’un güneyindeki Tatavin şehrinde işsizlikten yakınan kitlelerin protestolarına polisin sert bir şekilde müdahale etmesi, ekonomik istikrarsızlık içindeki ülkenin zor bir dönemden geçtiğini ortaya koyuyor. Böyle bir ortamda Fransa’nın sağlayacağı bu finansal desteğin Kays Said açısından çok önemli olduğu ortada.
[Dr. Hatice Rumeysa Dursun Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir]