Tunus devrimini bekleyen tehlike iç savaştır

Serdar Demirel

Tunus halkının nasıl bir zulümle yönetildiğini az buçuk Müslüman dünyaya ilgi duyan herkes bilir. Ama ben daha çok

Tunuslu dostlarımdan bilirim. Dindar olmaktan başka bir suç (!) işlememiş insanların dramlarının biraz tanığıyım. Bu kadar da olur mu dedirten cinsten nice zalimce uygulamalar...

Tunuslu mazlum Müslümanların nasıl tehcire zorlandıkları, ülke dışına çıkanların dönemedikleri, her şeyi göze alarak dönenlerin ise işkence, hapis ve daha nelerle karşılaştıkları bir sır değildir.

Tunus dikta yönetimini henüz lise yıllarında tanımıştım. Nahda harekatının lideri Raşid al-Gannûşî gibi ılımlı İslâmcı bir önder idamla yargılanıyordu. Türkiyeli Müslümanlar da bunu protesto etmek için Tunus konsolosluğunun önüne kara çelenk bırakmışlardı. Sonrasında al-Gannûşî ülke dışına çıkartıldı, bir daha geri dönmesine de izin verilmedi.

Türkiye 28 Şubat karanlık tünelinden geçerken medyamız Tunus modeline sıkça atıfta bulunmuştu. Başörtüsü yasağı terörü estirenler kendilerine bula bula Tunus modelini bulmuşlardı, orada baskılar sonuç vermişti vehmiyle tabiî.

Tunus halkı 1956 yılında Fransızlardan bağımsızlığına kavuştuktan sonra iki diktatör tanıdı, biri diğerinden karanlık. Bir diğer ifadeyle karşımızda iki diktatörden başka lider görmemiş bir halk var bugün. Zihin algısı yasakların dünyasında oluşmuş bir toplum yani. Yapılan protesto gösterileri başlarda Bin Ali diktatörünü devirmeyi hedeflemiyordu.  

Bu yüzden olsa gerek Bin Ali’nin kaçmasını kimse beklemiyordu. Halk da buna şaşırdı, muhalefet liderleri de. Arap dünyasında halkın bir diktatörü devirmesi pek görüldük bir şey değildi çünkü.

Ama asıl önemli olan bundan sonra Tunus’un siyasi yapısının nasıl şekilleneceği meselesidir. Bu hususta bir netlik yok. Eski nizam bezirganları yeni taktiklerle ve bazı kurbanlar vererek statükoyu sürdürme sevdasındalar. Bütün suçu Bin Ali’ye yıkıp kendilerini temize çıkarma ve birtakım tavizler vererek durumu kurtarma peşindeler.

Buna razı olmayan halk tekrar sokaklara döküldü. Önemli ölçüde muhalefet liderlerinden arındırılmış Tunus, iç istikrarını çabuk sağlayamazsa eğer, birtakım uluslararası gizli ellerin marifetiyle bir iç savaşa sürüklenebilir.

Bununla diğer Arap ülkelerine yayılma istidatı olan Tunus devriminin ateşini söndürmeyi hedefleyebilirler. Bir anlamda ölümü gösterip sıtmaya razı etme durumu.

İşin dikkat çeken bir diğer boyutu da, dostlarının devrik diktatöre kapılarını kapatması oldu. Fransa’nın Bin Ali’yi kabul etmemesi, kullanım süresi dolmuş bir liderin artık işe yaramayacağıyla alakalıdır. Tunus halkını karşısına almadan yeni oluşacak yönetim üzerinde söz sahibi olma arzusu bunu gerektirmektedir.

Kaderin bir cilvesi olsa gerek, İslâm’a ve özellikle de başörtüsüne savaş açmış bir diktatör gidip gerici addedilen Suudi yönetimine sığınmıştır. Bununla Suudi krallığı da kendisini zora sokmuştur. Çünkü Bin Ali’nin İslâm karşıtı geçmişi Suudi hanedanına karşı savaş açmış El Kâide’nin halk arasında argümanlarını güçlendirecektir.

Ne Fransa’nın ne de başka bir Batı ülkesinin kabul etmediği İslâm karşıtı devrik bir diktatörü Suudilerin kabul etmesi doğru bir karar değildir elbete. “Son dönem liberal açılımlara imza atan kraliyet ailesi riskini bildiği hâlde bunu neden yaptı?” dersiniz.

Bundan sonra birincil husus ise, bir diktatörü deviren Tunus halkının başka bir diktatörün tuzağına düşmeden istikrarını kurabilmesidir.

YENİ AKİT