Ahmet Varol’un Yeni Akit gazetesinde yayımlanan yazısı (25 Eylül 2021) şöyle:
TUNUS’UN YENİ DİKTATÖRÜ: ANAYASA ‘BEN’İM
Arap Baharı olarak isimlendirilen sürecin başladığı yer olan Tunus’ta halkın kazanımlarını geri almak isteyen diktatörler ve Avrupa’nın sözde demokratik rejimleri daha önce muhtelif taktiklere başvurdular. Ancak bu taktikleri büyük ölçüde başarısız oldu. Ne var ki, halka verdiği sözlere sadık kalmayan cumhurbaşkanı Kays Said’in kendi kişiliğini pazara çıkarması onların işlerini kolaylaştırdı ve Arap dünyasındaki ihanet rejimlerinin Tunus’ta da Mısır’daki Sisi’ye benzer bir diktatör çıkarmak amacıyla hazırladıkları planlarının hayata geçirilmesi için önemli adımlar atıldı.
Kays Said, halkın küçük çaplı bazı protesto eylemlerini bahane ederek, 25 Temmuz 2021 tarihinde, Anayasanın 80. maddesinin kendisine verdiği yetkileri kullandığı iddiasıyla hükümeti görevden alarak ve Meclis’in çalışmalarını dondurarak siyasi darbe gerçekleştirdi.
Oysa Tunus’un yeni bir diktatörü olmaya heveslenen Kays Said’in sözünü ettiği 80. madde ona bu yetkileri vermiyordu. Olağanüstü hal uygulamasıyla ilgili olan bu madde, ülkenin geleceğini ve bağımsızlığını tehdit eden tehlikeli gelişmeler olması durumunda cumhurbaşkanının olağanüstü hal uygulayabileceğini söylüyordu. Oysa ortada böyle tehlikeli gelişmeler değil basit gösteri eylemleri vardı. İkinci olarak bu madde cumhurbaşkanının yetkisini kullanmak için Meclis Başkanı’yla ve hükümet başkanıyla istişare etmesini isterken Kays Said, hükümeti görevden almış, Meclis Başkanı Raşid El-Gannuşi’yi Meclis’e sokmamıştı. Üçüncü olarak darbeci Said, belirtilen maddenin, olağanüstü hal kararı alınması aşamasında sürekli oturum yapmasını istediği Meclis’in çalışmalarını tamamen dondurmuştu.
Söz konusu maddenin üzerinde durduğu bir diğer husus ise cumhurbaşkanının, Meclis ve hükümet başkanlarıyla istişare ederek ilan edebileceği olağanüstü hal süresinin bir ayla sınırlı olmasıydı. Ondan sonra sürenin uzatılabilmesi için Meclis üyelerinden 30 kişinin Anayasa Mahkemesi’ne başvurarak uzatma talebinde bulunması ve kararı bu mahkemenin vermesi gerekiyordu.
Cumhurbaşkanının olağanüstü hal uygulaması için tahdit edilen süre doldu. Ama ülkede Anayasa Mahkemesi kurulamamıştı. Kurulmasını engelleyen de yine Said idi. Fakat yasa tekliflerinin Anayasaya uygunluğunu denetlemek için bir geçici komisyon oluşturulmuştu. Said, kimseye danışmadan keyfi olarak olağanüstü hal süresini uzattığı gibi söz konusu komisyonu da fesh ederek, yasaları denetleme yetkisinin kendisinde olacağını ilan etti. Meclis’i tamamen devreden çıkardığı için kişisel kararlarıyla kendi yetkilerini genişleten yeni düzenlemeler yaptı.
Yeni düzenlemeye göre, Cumhurbaşkanı Bakanlar Kurulu’nun görüşlerini alarak yasa çıkarabilecek. Bakanlar Kurulu da Meclis’e karşı değil Cumhurbaşkanına karşı sorumlu olacak. Cumhurbaşkanının aynı zamanda Meclis’in onayına gerek görmeden başbakanı, bakanlar kurulu üyelerini, hükümetin siyasetini ve kararlarını belirleme yetkisi olacak.
Bütün bu düzenlemeler tabii ki, tam anlamıyla Habib Burgiba dönemindeki “Tek Adam” diktasına dönülmesi anlamına geliyor.
Said, başta Anayasanın kendisine verdiği yetkileri kullandığını ileri sürüyordu. Ancak bütün Anayasa uzmanları iddiasının yalan olduğunu, Anayasanın kendisine bu yetkileri vermediğini, gerçekte yetkisi dahilinde olmayan işler yaparken Anayasayı çarpıttığını ortaya koyunca şimdi “Anayasa benim. Bütün herkes bana başvurmak, benim onayımı almak zorundadır” diyor. Yani başlangıçta kendisine mesnet edindiğini ileri sürdüğü Anayasayı da şimdi hükümden kaldırmış durumda ve tek karar merciinin, nihai hüküm kaynağının kendisinin iki dudağının arasından çıkacak sözler olduğunu ileri sürüyor.
Tabii ki böyle diktatörlük hevesi sadece İslami kesimi değil ülkedeki bütün siyasi kesimleri rahatsız ediyor. O yüzden en azından siyasi haklara ve özgürlüklere, halklarının kazanımlarına saygı duyulmasını savunan bütün partiler Said’in bu diktatörlük hevesinin ve “Tek Adam” dönemine dönülmesinin önüne geçilmesi için çağrılar yapıyor.