Tuncay Güney’in TV şovları hakikatte kimin işine yarıyor?

Alper Görmüş

Geçen salı bu sayfada Ergenekon soruşturmasının “asıl dayanağı”nın Tuncay Güney’in 2001’de poliste verdiği ifade olduğunu öne sürenlerin “yalana dayalı bir propaganda” yaptığını öne sürmüş, Ergenekon iddianamesinin gerçekte neye (nelere) dayandığını bizzat iddianamenin satırlarını izleyerek göstermeye çalışmıştım. Orada da söylediğim gibi: İddianamede o ifade hiçbir şekilde delil olarak kullanılmamaktadır. Delil olarak yalnızca “Tuncay Güney çuvalları”nda ele geçirilen belgeler kullanılmıştır ki onların en önemlileri zaten başka sanıklarda da bulunmuştur.

Bugün de madalyonun öbür yüzüne bakmak, Tuncay Güney’i ikide bir televizyonlara çıkartan “iyi niyetli” meslektaşlarımızın tutumunu gözden geçirmek istiyorum. Önce kanaatimi söyleyecek, ardından da bu kanaatimi temellendirmeye çalışacağım.

Bence bu “iyi niyetli” meslektaşlarımızın söz konusu yayınları, “Ergenekon soruşturmasının asıl dayanağı Tuncay Güney’dir” çarpıtmalarına malzeme teşkil etmekten başka bir işe yaramıyor, yani murat ettiklerinin tam tersi bir sonuç çıkıyor ortaya.

Neden böyle düşündüğümü anlatmaya, Tuncay Güney’li televizyon programlarını “rezalet” olarak niteleyenlerin tepkilerini analiz ederek başlamak istiyorum... Özellikle TRT2’deki canlı yayının ardından gelen tepkilere şöyle bir bakmak bile bu şovların kimin işine yaradığını açık bir biçimde gösteriyor. Dikkat edin, “Ergenekon fasa fisodur”cuların sesi en çok Tuncay Güney konuşmaya başlayınca çıkıyor. Bu çevreler, Güney’in dengesiz ruh halinin, sahnede olmaktan mutluluk duyduğu her halinden belli kişiliğinin ve enformasyonla dezenformasyonu harmanlayıp sunma yeteneğinin ortaya çıkardığı paketin kıymetini çok iyi takdir ediyorlar ve bu imkânı sonuna kadar kullanıyorlar. Hiç şüphesiz, Ergenekon’un “asıl dayanağı”nın ne olduğunu onlar gayet iyi biliyorlar, fakat bütün akıllı insanlar gibi baş edemeyecekleri hakiki dayanakları değil, kendi ilan ettikleri ve kurguladıkları sözde dayanakları topa tutuyorlar.

Dediğim gibi, sırf Tuncay Güney’in her televizyona çıkışının “fasa fisocu” takımının bitlerini nasıl kanlandırdığına bakmak bile neyin ne olduğunu anlamak için yeter de artar bile. Bakmayın siz bu zevatın “Bu adamı neden televizyona çıkarıyorsunuz” diye bağırıp çağırmalarına, aynı anda “yan cep”lerine bakarsanız orada göreceğiniz şey bizatihi o “adam” olacaktır.

Yağmurdan sağanağa...


Güney’in televizyon şovlarının “iyi niyetli” meslektaşlarımızın amaçladığının tam tersine hizmet etmesinin yegâne nedeni, onun sergilediği güvenilmez performans ve bu performans üzerinden yürütülen kara propaganda değil...

İşin başka boyutları da var ve bu boyutlar, sözünü ettiğim propagandaya maruz kalanların propagandadan etkilenme katsayılarını büyüten bir rol oynuyor.

Eskiden daha fazla bilgi ve enformasyonun daha fazla toplumsal farkındalık ve ilgi yaratacağına inanılırdı. Son 20-25 yılda yapılan araştırmalar ise enformasyon aktarımında belli bir eşiğin aşılması durumunda (yağmur halinde enformasyon) tam tersi sonuçların ortaya çıkabileceğini gösterdi. Enformasyonun “karmaşık” olması durumunda ise bu sonuç neredeyse mukadderdi. İşin bu yanını daha önce de ele almış, 8 Ağustos 2008’de kaleme aldığım “Enformasyon yağmuru Ergenekon’a ilgiyi artırıyor mu?” başlıklı yazımda şöyle demiştim:

“Şöyle düşünülüyordu başlangıçta: Artık televizyon sayesinde dünyanın en uzak yörelerinde gerçekleşen haksız uygulamalar bile tek tek odalarımıza taşınacak, böylece oluşacak uluslararası kamuoyu tepkisi sayesinde bu tür haksızlıkları gerçekleştirenler eskisi gibi rahat hareket edemeyecekler... Bu iyimser yaklaşım, ‘Yağmur halinde gelen enformasyon’la ona ‘maruz kalan’ insan arasındaki ilişkinin doğasından bîhaber olmaktan kaynaklanıyordu...

“Ortaya çıkması zaman gerektiren ve ancak 1990’lardan itibaren teorileştirilebilen bu ‘doğa’, başlangıçta düşünülenin tam tersi bir tarzda işliyordu... Buna göre, ne kadar ‘acı’ olursa olsun, insanlar tekrar tekrar izledikleri olaylar karşısında bir süre sonra ‘sıkılmaya’ başlıyorlar, o olaya karşı ilgilerini yavaş yavaş kaybediyorlardı... Sözünü ettiğimiz olay hele bir de anlaşılması ve izlemesi zor, çaba isteyen bir şeyse, kopuş daha da hızlı gerçekleşiyordu...

“1996 Kasımı’nda Susurluk’taki kazayla birlikte ortaya çıkan ‘hesap sorma ve arınma’ talebinin bir süre sonra tavsamasının nedenlerinden biri de buydu kuşkusuz. Öylesine yoğun bir haber bombardımanı altında kalmıştı ki okur, bir süre sonra yavaş yavaş ilgisini kaybetmeye başladı. Üstelik konu karmaşıktı, izlemek için çaba sarf etmek gerekiyordu ve gene üstelik, ‘tepe’de meselenin üstüne gitme yönünde samimi bir çaba gözlenmiyordu... Sonrasını biliyorsunuz: Okurların, gazetelerde bu tür haberler gördükçe sayfaları çevirmeleri bir oluyordu...

“Susurluk konusunda bir-bir buçuk yıl boyunca gazetelere yağan (ve rekabet nedeniyle gazetelerin bunların tamamını kullandığı) doğru-yanlış haberleri düşünürsek, bu haberleri gazetelere pompalayan odakların, ‘yağmur halinde gelen enformasyon’ karşısında insanların nasıl bir tepki gösterdiğini bildiklerini bile varsayabiliriz...”

“Ciddi”nin magazinleştirilmesi...


Ergenekon soruşturmasının ve davasının hakiki dayanaklarının oluşturduğu enformasyon zaten ancak “yağmur”la ifade edilebilecek kadar yoğunken; onu “sağanak yağmur”a dönüştüren Tuncay Güney konuşmalarının, Ergenekon konusunda duyarlılıktan çok duyarsızlık yarattığı konusunda benim hiç kuşkum yok.

Fasa fiso’cuların, Tuncay Güney’in ekranlardan fışkıran güven vermez ve esrarengiz kişiliğine yaslanarak yürüttüğü kara propagandayı daha da etkili kılan birinci unsur bu...

İkinci unsur “ciddinin magazinleştirilmesi” üzerinden yürüyor. Tuncay Güney’in bu kadar ciddi bir meselede sergilediği “dünya yansa dalgasını geçme” tutumu, alaycılığı, oyunculuğu, rol kesmeleri sanki sahih olmayan bir durumla, bir “oyun”la karşı karşıya olduğumuz gibi bir izlenim yaratıyor.

Gazeteciliğin bir “ayıklama” mesleği olduğu doğruysa eğer, meşhur siyasi klişemize nazireyle söyleyeyim, ona “her zamankinden fazla ihtiyaç duyduğumuz” günlerden geçiyoruz. Benim bu ilkeyi Tuncay Güney vakasına uyguladığımda çıkardığım sonuç, “meslektaşlarımız onun konuşmalarını ayıklayarak vermelidir”den ibaret değil.

Hayır, ben, Tuncay Güney’in televizyon yayınlarından bütünüyle “ayıklanması” gerektiğine inanıyorum.

TARAF