Tüm Çeşitleriyle Kemalizm Otoriter ve Totaliterdir

"Kemalizm," son tahlilde, çoğulculuk karşıtı "otoriter siyaset" ve "toplum mühendisliği"ni meşrulaştırıcı bir araç işlevi görmektedir. Onun Tek Parti, darbeciler ve günümüz ulusalcıları tarafından savunulması bu araçsallaştırmayı ortaya koymaktadır.

M. Şükrü Hanioğlu, Sabah gazetesinde yayınlanan “Kemalizmler”in çoğalması çoğulculuk göstergesi mi?” başlıklı yazısında Türkiye’yi birleştiren olgu ile sunulan Atatürkçülük/Kemalizm’i yorumluyor:

"Evrimi göz önüne alındığında gündemimizin değişmeyen tartışması "Kemalizm/Atatürkçülük"ün yeni bir boyuta taşınması şaşırtıcı değildir.

Kemalizmlerin evrimi

Atatürk'ün düşünce ve vecizelerinden yapılan seçmelerle inşa edilen "Kemalizm"ler 1930'lu yılların ortalarından itibaren fazlasıyla daraltılmış siyaset yelpazesinin şekillenmesinde önemli rol oynamıştır.

Bunun neticesinde Kadro dergisinin temsil ettiği "sol" ve Ülkü mecmuasının savunduğu "sağ" Kemalizmler, Tek Parti içindeki temel ayrışma eksenlerinden birisini oluşturmuştur.

Burada eski Marksistler tarafından "devrimin ideolojik arka planını oluşturma" amacıyla araçsallaştırılan "sol Kemalizm"in "milliyetçi," buna karşılık pozitivist, solidarist ve korporatist temeller üzerinde yükselen "sağ Kemalizm"in de "seküler" ideolojiler olduğunun altını çizmek gerekir. Bu dönemde "sağ-sol" ayrımı günümüzdekinden oldukça farklı olmakla kalmamış, söz konusu iki Kemalizm "milliyetçilik" ve "sekülerlik" üzerine benzer görüşler savunmuşlardır.

Çok partili rejime geçiş sonrasında bir ölçüde arka plana itilen Kemalizm, 1960 Darbesi'ni meşrulaştırma amacıyla kullanılmasını takiben değişik biçimlerde yeniden üretilmiştir.

1968 sonrasında yükselen "sol" hareketler, Mustafa Kemal'in İstiklâl Harbi sırasında kullanmak zorunda kaldığı "sosyalist" söylemden yola çıkarak "sol Kemalizm"i "devrim stratejisi" haline sokma girişiminde bulunmuş, 1971 ve 1980 askerî müdahaleleri ise Soğuk Savaş koşullarında tehdit olarak gördüğü bu "Kemalizm"e karşı gene İstiklâl Harbi sırasında dile getirilen İslâmcı ifadelerden hareketle yeni bir "sağ Kemalizm" üretmiştir.

1980 sonrasında bu "sağ Kemalizm"in "Türk-İslâm Sentezi" ile bağdaştırılmaya çalışılması, "seküler" hassasiyetleri güçlü kesimleri "yaşam tarzı" temelli yeni bir "sol Kemalizm" şekillendirmeye yöneltmiş, bu ise "ulusalcılık" adı verilen hareketin düşünsel motoru haline gelmiştir.

Süreç içinde değerlendirildiğinde, "Kemalizm"lerin çeşitliliği ve aralarındaki farklılık artmış ve zıt görünen hareketler "gerçek Atatürkçü"nün kendileri olduğunu savunmuşlardır. Bunun sonucu olarak günümüzde Kemalizmler arasındaki makas fazlasıyla açılmıştır.

Ancak ilk bakışta farklı görünen bu hareketler "milliyetçilik," "otoriter siyaset" ve "toplumu dönüştürmeyi hedefleme" ortak paydalarında birleşmektedir.

Bunun temel nedeni Atatürk'ün 1919-1938 arasında, bilhassa da İstiklâl Harbi boyunca pragmatik bir siyasetçi olarak çelişkili söylemler kullanmasıdır.

Bunlardan seçmeler yaparak "sosyalizm karşıtı" ve "Müslüman milliyetçiliği"ni ya da "sosyalist" ve "seküler ulusçuluk"u savunan Kemalizmler üretmek mümkündür. Ama bunların hepsinin de "milliyetçi" ve "otoriter" karakterli olacağı gözden uzak tutulmamalıdır.

"İzm" mümkün mü?

Bunun yanı sıra üretilen değişik Kemalizmlerin derinlikli kuramlar oluşturamayacağının da vurgulanması gereklidir.

Bu ise Atatürk'ün üzerine "izm" inşa edilmesi oldukça zor bir düşünsel miras bırakmasından kaynaklanmaktadır.

Atatürk, Comte ve Marks benzeri bir kuramcı ya da Lenin gibi teoriyi siyasal pratiğe dönüştüren bir lider değildir.

Bunun da ötesinde Atatürk "siyaset felsefecisi" değil "siyasetçi" olduğundan programı fazlasıyla pragmatiktir ve pek çok alanda Fransız Üçüncü Cumhuriyeti'nin temel uygulamalarını örnek almıştır.

Atatürk, düşünceleri üzerine bir "izm" kurulmasının altyapısını oluşturacak entelektüel çalışma ve gayret içinde de olmamıştır.

Diğer bir ifade ile Kemalizmin bir "magnum opus"u olmadığı gibi "el kitabı" da yoktur. Sıklıkla böylesi bir eser olarak atıfta bulunulan "Nutuk," İstiklâl Harbi ve akabindeki gelişmeleri Cumhuriyet kurucusunun bakış açısından değerlendiren, "anı-belgesel" karışımı bir kitaptır.

Atatürk'ün eklektik programı asır sonu ideolojisinin başta bilimcilik (scientism) olmak üzere temel yaklaşımları ile bunlara dayanan İkinci Meşrutiyet "Garbcılığı"nın, aynı dönem öncesinde ivme kazanan "Türkçülük" hareketinin ve iki savaş arası dönemde yükselişe geçen fizikî antropoloji temelli milliyetçiliğin sentezinden oluşur.

Atatürk, söz konusu düşünceleri radikal siyasetlere dönüştürürken şüphesiz "özgün" yorumlar yapmıştır. Ancak bunlar üzerine bir "izm" inşa edilecek kapsam ve bütünsellikte olmadığı gibi asır sonu düşüncesi ile iki savaş arası dönem siyasetinin ürünü olan bu pragmatik yaklaşımların post-modern toplumun sorunlarına cevap verebilmesi söz konusu değildir.

"Kemalizm"in işlevi

Bu çerçeveden değerlendirildiğinde sorulması gereken doktrin yaratma amacıyla geliştirilmemiş, güncel meselelere çözüm getiremeyecek düşüncelerinin neden aralıksız olarak "ideoloji" inşa'ında kullanıldığıdır.

Bir örnek üzerinden ele alırsak, "laiklik" savunusunu "Kemalizm"e başvurmadan ve on dokuzuncu asır sonunun değil post-modern çağın sekülerlik yaklaşımları çerçevesinde yapmak mümkündür. Fakat bu tercih edilmemektedir.

Bunun nedeni "Kemalizm"in güncel siyasal tercih ve programları "meşrulaştırıcı" işlev görmesidir.

Uzun süre siyasetin sınırlarını çizen, sonrasında ise logokratik söylemi şekillendiren "yanılmaz kurucu lider kültü," Atatürk ile özdeşleştirilen fikir ve siyasetlere kalın bir "meşruiyet zırhı" sağlamaktadır.

Dolayısıyla siyasal yelpazenin bir ucundan diğerine ulaşan alanda "Kemalizm"ler üretilmesini "çoğulculuk" ve "demokratikleşme" göstergesi olarak görmek anlamlı değildir. Bu, böylesi bir gelişmeden ziyade, toplumda siyasal farklılıkları aşan "otoriter siyaset" eğiliminin güçlenmesini yansıtmaktadır.

Günümüzde etkisini büyük ölçüde kaybetmiş olan "Gaullisme" istisnâ edilirse liberal demokrasilerde bir lider ile özdeşleştirilen "izm"lere rastlanmaması da zikredilen gelişmenin demokrasimizin aşmaya muvaffak olamadığı bir "araçsallaştırma" sorununu yansıttığını ortaya koymaktadır.

"Kemalizm," son tahlilde, çoğulculuk karşıtı "otoriter siyaset" ve "toplum mühendisliği"ni meşrulaştırıcı bir araç işlevi görmektedir. Onun Tek Parti idaresi, 1960 "Milli Birlik"çileri, 1971 muhtıracıları, 1968 sonrasının "Millî- Demokratik Devrim"cileri, Kenan Evren liderliğindeki cunta, 28 Şubat "post-modern" darbecileri ve günümüz ulusalcıları tarafından savunulması bu araçsallaştırmayı ortaya koymaktadır.

Bu hareketlerin her biri gerçek "Kemalizm"in kendilerininki olduğunu savunmuştur. Ancak bunların "yukarıdan aşağıya siyaset" ortak paydasında buluştuğu, herhangi bir "Kemalizm" biçiminin "otoriter" olmayan yaklaşımlar ve siyaset üretmesinin mümkün olmadığı unutulmamalıdır.

"Kemalizmler"in çoğalmasının bir diğer olumsuz etkisi de Atatürk'ün bir devlet kurucusu olarak tarihselleştirilmesini önleyerek onu bağlamları değişik tartışmaların aktörü haline getirmesidir.

Bu ise ona duyulan "saygı"dan ziyade onun adının güncel amaçlar çerçevesinde "araçsallaştırılması"ndaki artışın göstergesidir."

Yorum Analiz Haberleri

Döktüğün kan yetmedi mi hala utanmadan konuşabiliyorsun?
"Suriye'den bize ne?" yaklaşımını besleyen körlük
Suriye devrimine çarpık ve indirgemeci yaklaşımlar
Yılbaşında normalleşen haram: Piyango
Yapay zeka statükocu mu?: ChatGPT'de cevaplar neye göre değişiyor?