Tüketim Toplumunda Dinin Popüler Tüketimi!

SİNAN ÖN

Yaşadığımız zamanları tanımlayan teoriler genelde üç temel kavramda kesişiyor. Felsefesi Postmodernizm, etkinlik alanı küresel dünya, amacı tüketim toplumu.

Küreselleşme genel anlamda dünya ekonomik sistemlerinin ortaya çıkışıyla ilintilendirilen bir kavram olsa da, köklerini daha eskilere götürmek mümkün. Örneğin dünya dinlerinin hemen hepsi 'fetih' vb. ideolojilerin aracılığıyla küresel ölçekte bir yayılmanın odağında oldular.

Dinler dünyada yaşayan herkesi ‘kutsal varlık' zinciri açısından bir yerlere yerleştirdi, bir nevi kodladı. Mesela Hristiyanlar için; ‘Tanrı'nın ülkesine’ dahil olup nihayi mutluluğa ulaşmış olan ‘müminler' ile, bu ülkeye dahil olmayı reddeden 'putperest kafirler' esas aktörlerdi. Bu yüzden coğrafi keşiflerle farklı insan gruplarını, farklı dinlere mensup insanları gören beyaz adam, bu yeni muhatabı mümin ya da kafir statüsünden farklı bir statüde değerlendirdi!

Küreselleşmenin sadece postmodern dünyaya özgü bir durum olmadığını, özünde uygarlıklara kadar götürülebilecek bir olgu olduğunu söylemek mümkün. Bununla birlikte postmodern dönemle anılmasının sebebi, olgunun yaşadığımız dönemde oldukça revaçta olması. Özellikle iletişim teknolojilerindeki gelişmeler, turizm, dünya çapındaki spor olimpiyatları, yerküreyi derinden sarsan facialar, AIDS, kuş ve domuz gribi gibi hastalıkların dünya geneline etkisi gibi olgular küreselliğin hem etkisini hem görünürlüğünü arttırıyor.

Süreç her türden ve her inançtan insanı bir araya getiriyor. İletişimle oluşan etkileşimler kanıksanıyor. Bu durumun ise, dinsel göreceliliği arttırdığı ve dinsel travmalar doğurduğunu görmek gerekiyor. Belki etkileşimler sonucu ekletik yapıya direnen ve diğeri ile rekabet edebilmenin yollarını arayan dinsel gruplar olabilir, ancak bu gruplar güç merkezlerinin düzenlerine zararlı kabul edilip, defolu ve sistem arızası olarak görülüyor.    

Postmodernleşme ile birlikte geri döndüğü söylenen din, dünyevileşmeye son vermiş midir, yoksa dinin de dünyevileşmesine katkıda mı bulunmuştur? Bu soruya yoğunlaşan birçok düşünür, postmodernleşmenin çoğulcu inanç, rastgele bağlılık ve postmodern yaşam tarzıyla dini de dünyevileştirdiğini söylüyor.

Bütün dinsel tasavvurları ‘büyük anlatılar’ olarak niteleyen postmodernizm, tek bir büyük anlatıya bağlanmayı ihtimal dışı bırakıyor. Bununla birlikte inancın dünyevileşmesi yanlızca akılcı eleştirilerin bir sonucu değil. İnançları alakasız ya da imkansız kılınan insanlar gündelik yaşamdaki dönüşümler tarafından dünyevileşmeye itiliyor.

Modern dünyanın aslında dine yaptığı şey, dinin temel itikadi ilkeleriyle doğrudan çelişen bazı bilimsel bulgular ve argümanlar ortaya koymuş olması değildi. Dünya hakkındaki yeni bilgiler, nosyonlar; eski gelenekler doğrultusunda pekala yorumlanarak dinin tutarlılığı korunabilirdi. Esasen Hristiyan ilahiyatı bu tür yorumlar üzerine bina olmuş bir geleneğe sahipti. Ancak buradaki sıkıntı yorumların kitleler üzerindeki etkisiyle alakalı. İnananlara alternatifin de mümkün olduğu, bir yorum havasında sunulan bilgilerin kitleler üzerinde bir disiplin uygulaması zordur . Dinin dili, inananların yoluna baş koyacakları mutlaklıkta olunca, modernizm onu yorumla tevil etme yolunu tercih etmedi ve savaş açtı.

Oysa postmodernizmin öncesinden en önemli farkı dinsel yoruma izin vermesi. Postmodern kültürlerin göreceliği, bir küresel farklılık ve çeşitlilik bağlamındaki tüketicilik deneyimiyle alakalı bir şey. Yani yaşantının ve dinin sekülerleşmesi küresellşemenin bir sonucu.

Batılı tüketicilik geleneksel yaşam tarzlarının temelini kemirip; geleneksel dinsel eylemleri, düzenli gündelik hayat pratikleri ve alışkanlıkları; kurulu-yapılmış ve yapılandırıcı tecrübeler düzeyinde aşındırıyor. Sonuç, yozlaşmak bilinçsizce kendiliğinden yaşanıyor. Bu aşındırma direk müdahaleler ile dinin yok edilmesinden daha tehlikeli ve vahim sonuçlar içeriyor.

Siyasi olarak her devlet dine aynı tarzda yaklaşmaz. Bazı ülkeler dine alabildiğince özgürlük alanı tanır. Dinin toplumsal birleştirici, sakinleştirici, suçtan uzaklaştırıcı yönü, mutlu topluma ulaşma açısından işlevsel görülür ve faaliyetleri desteklenir. Burada amaç ‘piyasa tanrısı’nın hoşnutluğudur.

Oysa bizim gibi ülkelerde dinin toplumsal ve siyasal hayat üzerinde hiçbir etkisinin olmaması uygulanan laiklik programının bir gereği olarak benimsendi. Dinin sosyal görünürlüğüne açık bir savaş ilan edildi. Buna karşılık din bu baskılar altında alttan alta kendini korumanın siyasal zeminini daha fazla buldu. Çünkü siyasallığı besleyen en önemli faktör tehtid altında olmaktı. Laiklik tehtidi dini daha fazla siyasallaştırıp, koruma refleksiyle ‘dönüşüne’ zemin hazırladı.

Diğer yandan dünyevileşmenin kentleşme ve sanayileşme sonucu kendi kendine gelişen bir boyutu da var. İnsanlar gündelik hayatın meşgalesiyle dini kaygılardan uzaklaştılar. Sanayi toplumunun dinle özel bir çatışmaya girmeksizin, dinsel hayata ve cemaatleşmelere başlangıç aşamasında büyük bir darbe vurduğu, dine hiçbir alan bırakmadığı söylenebilir. Ancak süreç  büyük anlam boşlukları ve manevi ihtiyaçları doğurdu. İnsanlar dünyevi kaygılarla unuttukları dini tekrar hatırladılar. Sekülerleşme sonrası olarak nitelenebilecek bu durum, ileri derecede kentleşme ve kültürel çoğulculuğun yaşandığı toplumlarda dinin gündelik hayatta daha görünür hale gelmesini sağladı.

Bununla birlikte küreselleşmenin doğası gereği her gün hayatımıza büyük bir hızla girip, aynı hızla çıkan, bazen kalıp anlam ve önemini kaybeden, bazen de emanet gibi durduğu herkesçe bilinen dinsel inanç ve pratikler hiçbir imtiyaza sahip olamamakta. Böylece müntesiplerine sağlam bir dünya tasavvuru sunamamakta, en iyi ihtimalle insanlar için çok gevşek kimlik referansları oluşturmakta. Örneğin, bir Hristiyan’ın en fazla müziğe yansıyan tercihleri ile, bir Müslüman’ın domuz eti yememe konusunda gösterdiği duyarlılıktan öteye gidememektedir.

Postmodernlik her şeyden evvel gündelik hayatı metalaştırıyor. Kitle tüketimin kültüre etkisi, yüksek ve aşağı kültür arasındaki ayrımı bulanıklaştırıyor. Buna dinsel alan da dahil.

İnsanlar inançları, akılcı temelde tutarlı olup olmadıkları yanında, gündelik ihtiyaçlara cevap verip vermemesine göre de benimsenip reddedilebiliyor. Dinsel mensubiyetin postmodern bir toplumda en önemli sorunu; gündelik hayatın küresel kapitalizmin bir metası haline gelmesi. Temel dini inançları da etkileyen bu olgu, batılı sekülerist anlayışın akılcı argümanlarından daha etkili. Öyle ki; gündelik hayatı derinden etkileyen pop figürler ve coca-cola gibi herkesin aynı anda tükettiği ürünler yoluyla oluşan bu etki, kendiliğinden içselleştirip, dönüştürüyor.

Postmodern gündelik hayat, dinsel pratiklerin varlığına izin verecek hiçbir boşluk bırakmıyor. Bizzat sembolleri, kavramları ve pratikleri söz konusu tüketim düzeninin birer metası haline getiriyor. Bir yandan dinsel semboller ve tartışmaların da metalaşmasına yol açarken, diğer yandan din dışı sembol ve tüketim ürünlerine karşı bir alternatif oluşturuyor.

Bilgi toplumunun gelişimi ve kitle iletişimin sunduğu yeni imkan ve alanlar, dini bilginin mahiyetini de büyük ölçüde değiştirdi. Dini otoritenin demokratikleşmesi, bireyselleşme, dini bilginin metalaşması ve tüketim konusu haline getirdi.

Matbaanın gelişimi, Avrupa’da İncil’in din adamlarının tekelinden kurtulup kitlelerin de yoruma dahil olmasını sağladı. Sonuç; dinde reform, dinsel bireycilik ve protestanlık oldu. Protestan kültür Avrupa'da laiklik fikrini doğurdu. Laikliğin siyasi nedeni, din savaşlarına karşı devleti tarafsız kılma ihtiyacı idiyse de, kültürel temelleri matbaanın icadıyla oluştu. Bugün benzer bir etkiyi yeni kitle iletişim araçlarının gelişmesi ve bilginin kolay ulaşılabilir hale gelmesi yapıyor. Bu etkiyi kısaca dini otoritenin dağılması ve herkesin din tartışmasına kolaylıkla dahil olabilmesi şeklinde özetlemek mümkün. Bugün dini yayınlarda yaşanan oransal patlama herkesin dini bilgiye aracısız ulaşabilmesini sağlarken, dini otoritenin de otoritesini kırdı. Dini bilginin popüler denetime açık hale gelmesi, ulema üzerinde baskı oluşturuyor. Bazıları bu yüzden ‘gençlere tavsiye’ niteliğinde ‘dini; kitaplardan değil otoritelerden öğrenmelerini’ öğütlüyor.

Bu durumun olumlu, olumsuz yanları var. Yani dinsel bilgi alanına katılım kitleselleşip dindarlık ve dinsel görünürlük artarken, diğer yandan dini cemaatlerin etkisi tartışmasız bir hiyerarşiye engel olmakta.  Birçok ortamda, özellikle sanal ortamlarda bir lise öğrencisi ile büyük bir din otoritesi bir anda eşitlenebilmekte!

Din adamları sınıfının teoride olmadığı İslam’da; bireysel sorumluluk, aklın kullanımı, Allah ile kul arasındaki aracısızlık gibi değerler ile uyumlu gibi duran bu gelişme diğer yandan; bilmiyorsan bir bilene sor, cemaatleşme, hakkı ve sabrı tavsiye, iyiliği emir kötülükten men gibi temel toplumsal dayanışma ilkelerini aşındırmakta! Sonuç kolay erişilen dini bilgi, kolay tüketilerek, hızlı ve köklü değişimlerle dünyevileşmek oluyor.

Tv’lerde cereyan eden dini tartışmalar; halktan uzak konuları, halka açık hale getirdi. ‘Din bilginleri’ bu tartışmalarda; popüler beğeniyi cezbeden reyting kaygılarıyla, dini bilginin doğasını dönüştürüyor. Ulemanın entelektüel ilgileri, popüler kültürün ilgi ve beğenilerine pazarlanıyor. Böylece dini konular; dinin doğasına aykırı bir çok seslilikle, tüketim kültürüne meze yapılıyor! Reyting kaygılarıyla güncelleştirilen, aslında üretilip tüketime sunulan bütün konular, belli dönemlerde halkın yoğun ilgisini çekse de, kısa bir zamanda çöpe atılıyor.

Görsel, yazılı veya sanal iletişim ağları dinsel sosyalleşmeler için çok yeni ve farklı alanlar açmakta. Bu alanlar yeni dindarlık biçimlerinin oluşturup, besliyor. Bu durum Batı kültürü açısından ‘dinin dönüşü’ olarak nitelense de, bizim için yozlaşmanın moderncesi!

Popüler tüketim kültürün; dini tecrübenin mahiyetini değiştirdiğini, ruhunu öldürdüğünü ve dünyevileşmeyi hızlandırdığını görmemiz gerekiyor. Bununla birlikte, bu kültürün küresel yaygınlığı dolayısıyla, dini anlayış ve davranış tarzlarının da küresel tarzda yaygınlaştığı söyleniyor. Böylece dinin ulusal sınırların aştığı ve bu yolla daha geniş bir cemaat ağıyla buluştuğu kabul ediliyor.

Asıl tehlike de bu galiba, kültürel etkileşimlerde güçlü kültürlerin güçsüzü kuşattığı, içinde erittiği örnekleri sıkça görmek mümkün! Bu noktada İslam din olarak benimsenmekten ziyade bir kültüre indirgenerek tepkisel olarak benimseniyor ancak! Ki son derece ekletik bir tarzda.

Batıda kiliseler popüler kültürün bütün pazarlama teknikleriyle çalışıyor. Kilise vaizleri pop sanatçısı edasında, vaazlarını uydu kanalları üzerinden bütün dünyaya ulaştırıyor. Dini duygu ve üretimler küresel ölçekte alıcı bulmak adına pazarlanıyor. Müslümanlar için de durum çok farklı değil. Popüler kültür dini ritüellerin neredeyse yerini alacak gibi! Sami Yusuf ve Yusuf İslam gibi popüler sanatçılar, İslami formda icra ettikleri performanslarıyla, dini mekanlardaki insanların kat be kat fazlasını topluyor.

Bu kitleler gevşek İslami kimlikleriyle çılgınca eğlenirken, ibadetlerin de içini boşaltıyorlar. Örneğin; hac ibadeti turistik bir eğlenceye dönüşüyor. Namaz kültürel bir olguya indirgeniyor. İslam’ın kulluk boyutunda olmazsa olmaz ilkelerinden bi haber dindarlaşılıyor! Dinle ilişkileri pamuk ipliğine bağlı bu kitleler içinde kaybolmamayı, Rabbimizden diliyor, sizleri O’na emanet ediyorum..