Tuhaf Bir Gazetecilik: İktidarın Her Yaptığını Gözü Kapalı Onaylamak

Alper Görmüş yazısında, “bir siyasi görüşe yakın olmayı, o siyasi görüşün partisinin ve hükümetinin bütün kararlarını gözü kapalı onaylamak olarak anlayan gazetecilik”in düştüğü zor durumları örnekleriyle tahlil ediyor.

Bir Kısım Medyaya Geçmiş Olsun!

Alper Görmüş / Serbestiyet

İktidar bloğundaki iki başlılık görüntüsü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın doğrudan inisiyatifiyle çözüldü ve bu sayede iktidara yakın medya da rahat bir nefes almış oldu. Çünkü, 1.5 yıldır hükümetin hangi politikalarını desteklemeleri, hangilerini desteklememeleri gerektiği hususunda çok sıkıntı çektiler... Çünkü 1.5 yıldır beğenmeleri gereken iktidar odağı sayısı birden ikiye çıkmıştı ve problem şuradaydı ki, birinci odağın (Başbakan ve Hükümet) aldığı kararların bir bölümü ikinci odak (Cumhurbaşkanı) tarafından sert bir biçimde eleştiriliyordu. İşte böyle durumlarda birinci odağın kararını beğenmiş olan gazeteler ne yapacaklarını bilemez hale geliyorlar, iki arada bir derede kalıyorlar, ellerinde patlayan eski ‘like’larla ortada kalakalıyorlardı.

Ağır, yönetilmesi zor bir sıkıntıydı ve işte şimdi bu son gelişmeyle birlikte bu sıkıntı kökten halledilmiş oluyordu. Bu durumda, basınımızın bir bölümü için ‘geçmiş olsun’ dileğinde bulunmak yerinde değil mi?

Üç-dört gündür gazetelerin hem haber hem yorum sayfalarında, hangi sürecin sonunda buraya gelindiğine, Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın hangi konularda anlaşmazlığa düştüklerine dair maddeleştirilmiş açıklamalar okuyorsunuz... Bunları tekrar etmeyeceğim, fakat en önemlilerini, iktidara yakın medyanın bu süreçler yaşanırken nasıl bir sıkıntı yaşadığını örneklemek açısından bir daha hatırlamanın faydalı olacağını düşünüyorum. Böylece, kendi bakışı ve değerlendirmesi olmayan, kendisini salt onay-beğenme seçeneğiyle sınırlandırmış bir medyanın ne tür güçlükler yaşayacağını örnekler üzerinden hatırlamış olacağız.

Örneklere geçmeden önce belirtme ihtiyacı duyuyorum: Bu, iki iktidar odağı arasındaki çatışmalı noktalarda hangi tarafın haklı olduğu üzerine bir yazı değil. Bu yazıyı sadece, “kendi bakışı ve değerlendirmesi olmayan, kendisini salt onay-beğenme seçeneğiyle sınırlandırmış” bir medyanın, iktidar odağından sadece tek bir sesin geldiği durumlara kıyasla katmerli hale gelmesi kaçınılmaz sıkıntılarını ortaya koymak amacıyla kaleme alıyorum.

Hakan Fidan Olayı: Süreç Başlıyor

Ahmet Davutoğlu’nun Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) Genel Başkanlığı’na seçilmesinden sonra, sıra seçimlere gelmişti. Davutoğlu, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Hakan Fidan’ın AK Parti’den milletvekili adayı olduğunu açıkladı ve Fidan görevinden ayrıldı. Fakat bir süre sonra Erdoğan bu kararı onaylamadığını açıkladı. Ondan bir süre sonra da Fidan adaylıktan çekildi, MİT Müsteşarlığı'na yeniden atandı.

Şaşırtıcı, şoke edici bir gelişmeydi bu. Haberin duyulmasından birkaç saat sonra, kamuoyu araştırmacısı ve yazar Bekir Ağırdır ile Yeni Şafak yazarı Süleyman Seyfi Öğün NTV’de, Davutoğlu’nun ‘partide, devlette ve toplumda’ net bir itibar kaybına uğradığını dile getirdiler...

Programın üçüncü katılımcısı, basındaki Erdoğan destekçilerinin en önemlilerinden biri olan Mehmet Barlas onları dinledikten sonra, Davutoğlu’nun bu olaydan çıkartması gereken dersi özetleyiverdi:

“Davutoğlu, bundan sonra herhangi önemli bir adım atmadan önce mutlaka Erdoğan’la istişare etmelidir.”.

Ne var ki öyle olmadı. Başbakan Davutoğlu, kendi yetki alanında gördüğü konularda, en azından bir bölümünde “istişare etmeden” kararlar almaya devam etti. Böylece, iktidara yakın medyayı bekleyen zor günler de başlamış oluyordu.

Fidan Olayında ve Öbür Gelişmelerde İktidar Medyası

Hakan Fidan Olayı: Hükümete yakın merkez medya, Hakan Fidan’ın istifasına ve milletvekili adayı olmasına hiçbir eleştiri getirmemişti, fakat Erdoğan’ın çıkışından sonra onun haklı olduğuna dair haberler ve yorumlar biribirini izledi: Ülkenin şu koşullarında Fidan gibi bir müsteşarın milletvekili olması olacak iş miydi? Davutoğlu nasıl olup da yanlışlığı apaçık böyle bir adımı atabilmişti? İşte ‘siyasi tecrübesizlik’ böyle bir şeydi. Neyse ki Cumhurbaşkanı duruma müdahale etmişti de bu sayede hatadan dönülebilmişti...

Dört Bakanın Yüce Divan’a Gönderilmesi: 17-25 Aralık’ta yolsuzlukla suçlanan dört bakanın Yüce Divan’a gönderilmesi hususunda AK Parti’de belirgin bir eğilim baş gösterdi. AK Parti’ye yakın gazete ve televizyonlar, haberleri, böylece partinin üzerindeki şaibenin kalkacağı umuduyla ve dolayısıyla hoşnutlukla izlediler, desteklediler. Ne zaman ki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın buna karşı olduğu ortaya çıktı, hava birdenbire değişti, iktidara yakın gazetelerde böyle bir şeyin seçim öncesinde ‘zaaf’ yaratacağı tezi işlenmeye başladı.

Şeffaflık Paketi: Yüce Divan ricatının ardından, Başbakan Davutoğlu’nun özel bir sunum ve vurguyla kamuoyuna duyurduğu şeffaflık paketinin seçimlerden önce mutlaka çıkartılacağı ilan edildi. İktidara yakın medya, Yüce Divan meselesinin zihinlerde yol açtığı olumsuzluğu dengeleyeceği beklentisiyle pakete geniş bir destek verdi. Fakat bu hamle de, “Bu konularda ekonomiyi dikkate alarak karar verilmeli. Sert kararlar alırsanız, ekonomiyi olumsuz etkiler.” (Milliyet, 17 Ocak 2015) diyen Erdoğan kayasına çarptı. Paket çekildi, medya da konuyu kapattı.

Dolmabahçe ‘Mutabakatı’: “Cumhurbaşkanı’nın haberi vardı, yoktu”, “dedi, demedi” tartışmalarını bir yana koyarsak... 28 Şubat 2015’te Dolmabahçe’de okunan ‘mutabakat’ metni, hükümete yakın medyanın bütün gazetelerinde sevinçle ve övgüyle karşılandı.

Örneği Sabah’tan verelim... 28 Şubat 2015’teki ‘mutabakat’ toplantısından bir gün sonra, 1 Mart 2015’te Sabah, ‘Şimdi barış zamanı’ manşetiyle çıktı. Manşetin üst başlık-spot kombinasyonu da şöyleydi:

Üst başlık: Çözüm süreci toplantısından PKK’ya tarihi çağrı çıktı.

Spot: Bugüne kadar karşılıklı ateşkes önerisinden öteye gitmeyen Öcalan ilk kez olarak PKK’dan kongresini toplayıp silah bırakma kararı almasını istedi.

Birkaç manşet daha verelim...

Yeni Şafak: Silahlara veda çağrısı... Star: Barış baharı... Akşam: Barışa dev adım... Takvim: Tarihi çağrı... Güneş: Güzel şeyler oluyor... Türkiye: Tarihi gün...

Sonrasını biliyorsunuz, hep birlikte yaşadık: Ne zaman ki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın itirazı geldi, aynı gazeteler bu defa da ‘Dolmabahçe tuzağı’nı ve onun ‘karanlık yüzü’nü işlemeye başladı.

En Taze Örnekler ve Sonuç

Sonrasını da hep birlikte yaşadık: İktidara yakın medyayı kontrpiyede bırakan bu türden gelişmeler biribirini izledi. Bunların en tazeleri de bildiri imzalayan akademisyenlerin tutuklu olarak yargılanmaları ile Cerattepe’de maden çıkarma faaliyetine ilişkin tutumlarda ortaya çıktı: Başbakan Davutoğlu birinci olayda tutuklu yargılamaya karşı çıkarken, ikinci olayda, mahkeme sonuçlanıncaya kadar maden arama faaliyetinin durdurulmasına karar verdi. Her iki çıkış da Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından eleştirildi.

İktidarı destekleyen merkez medya bu iki olayda da öncekilere benzer güçlükler yaşadı. Böyle durumlarda gazete yöneticilerinin, ‘yukarı’dan bir düzeltme gelecekse bir an önce gelmesi için duacı olduklarını tahmin etmek güç olmasa gerek.

Yanılmıyorsam, iktidara yakın medya bu çerçevedeki son sıkıntıyı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Avrupa Birliği (AB) ülkelerine vizesiz girişi tartışmalarında yaşadı: Vizesiz giriş hakkının hükümetin gayretiyle dört ay öncesine çekilmesindeki ‘başarı’ Erdoğan tarafından küçümsenince, bunu AB’ye karşı elde edilmiş diplomatik bir zafer olarak sunan medya zor durumda kaldı.

Neyse ki tam o esnada iktidar bloğundaki ikili karar mekanizması izale edildi de iktidara yakın medya hem vize meselesinde hem de bütün diğer meselelerde içine girdiği paralize olma halinden kurtulmuş oldu.

Sonuç olarak: Elbette sorun, bir siyasi partiye ve onun iktidarına sempati duymak gibi meşru bir pozisyonu, onun her yaptığını gözü kapalı onaylamak olarak yorumlayan tuhaf bir gazetecilik anlayışından kaynaklanıyor. O nedenle de, iktidar bloğundaki farklı bakışların nasıl haberleştirileceği büyük bir sorun haline geliyor.

Evet, şimdi iktidar bloğundaki ikili karar mekanizması ortadan kalktı. Fakat bir siyasi görüşe yakın olmayı, o siyasi görüşün partisinin ve hükümetinin bütün kararlarını gözü kapalı onaylamak olarak anlayan gazetecilik yaklaşımı değişmediği sürece, bu türden gazeteciliğin zorlukları da bitmeyecek. Sıkıntılar ‘katmerli’ olmayacak belki, fakat bu haliyle de yapılan şey gazeteciliğe pek benzemeyecek.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!