Tuhaf beyan ve zamanlardan sıyrılış reçetesi

KENAN ALPAY

Sesiyle, bestesiyle, yorumuyla, bağlamasıyla geniş kitleleri coşturmuş ve toplumun duygu dünyasında derin izler bırakmış kimi sanatçılar tuhaf davranışlar ve provokatif beyanlar vermek için seferber olmuşlar sanki. Magazin kültürü denilen ve her türlü rezilliğin geçit yaptığı kitleleri ifsad etmek üzere işleyen sektör de zaten bu sanatçıların akla hayale gelmedik şaşkınlık ve sapkınlıkları üzerine bina ediliyor. Misal; Bodrum Belediyesi’nin çevreci bir etkinliğinde konuşma yapan Sertap Erener şöyle buyurmuş: “Artık çocuk doğurmamamız, çoğalmamamız gerekiyor. Fareden beter olduk, onlar bile bizden daha az ürüyor olabilir.” 

Gitaristi, bateristi, vokalisti derken başından üç evlilik, sayısız ilişki geçmiş ve atmışına merdiven dayamış Sertap Erener’in mide bulandıran bu münasebetsiz çıkışı uyduruk ve güdük bir çevreci hassasiyetten neşet ediyordu güya. Neyse ki en berbat parçası kadar olsun toplumda bir karşılığı olmadı bu edep ve mantık yoksunu beyanın. İnsana, adalete, merhamete, dayanışmaya dair güzel bir cümle olsun imrendirici bir davranış olsun arkasında bırakamadan geçip gitmek ne dehşetli bir yoksunluk.

Atmış yıllık hayatı pop kültür ve magazin eğlencesiyle harcayıp yetime, yoksula, mülteciye, mağdura el uzatmadan geri kalanını da bu yola hasretmek… Şehvet, şöhret, tüketim, eğlence üzerine kurulu ama yaradılış gayesinden habersiz, fıtrata yabancı bir hayat; ne büyük bir azap!

Tahlil yok, propaganda ve kariyer planlaması çok

 Peki, Marksist çizgiyi hayatına rehber edinmiş Zülfü Livaneli’nin “Türkiye’de sol-sosyalist hareketin iktidar yürüyüşünü Ecevit ve Baykal gibi devletçi-ulusalcı aktörlerle kestiler” mealindeki sözlerini de içeren itiraf, itham ve çelişkilerle dolu röportajına ne demeli? 75 yaşındaki Livaneli’nin hırslarının azalmak bir tarafa fena halde azmış olduğunu görmek için röportajın tamamını okumanız gerekiyor. 2023 seçimlerine ilişkin masal tadında bir geçmişle hesaplaşma ve efsane cazibesinde bir gelecek tasavvuruyla paçaları sıvamış durumdaki Livaneli’nin yol haritası epey iltifatlar yağdırdığı Kemal Kılıçdaroğlu CHP Meclis Grubu’nda konuşunca büyük bir gürültüyle gümleyiverdi. Kürt ve Kürt solunu sınıf temelli bir cephede birleştirmek, işçi sınıfıyla LGBTİ hareketini ülkenin kaderini değiştirmek üzere ortak fikri ve siyasi cephede harmanlamak üzere büyük teoriler üreten Livaneli iki gün içerisinde özürler, teviller, üzüntüler içeren konuşmasını kamuoyuna ulaştırmak üzere hemen bütün kanalların kapısını telaşla çalıyordu.

Kafası bir hayli karışık olan ve kamuoyunun kafasını daha fazla karıştırmaya da inatla azmetmiş Livaneli esasen tipik sol-sosyalist ajitasyon ve propagandayı ihtiva eden oportünizmden başka bir şeyi temsil etmiyor. 1960’lı, 1970’li yıllarda sol-sosyalist hareketler ajan-provokatörler marifetiyle silahlı mücadeleye yöneltildiler mi yoksa devlet sol-sosyalist mücadeleye başka çıkış yolu mu bırakmadı? Yarım asrı geçen problemin kaynağını bulamamış ama Kemal Derviş ve Ahmet Necdet Sezer güzellemelerine yaslanarak ilerleyen siyasal-toplumsal çözüm önerilerine LGBTİ, yeşiller ve Meral Akşener’le yürümenin fazilet ve zaruretlerini sıralayarak sürdürmüş.

Devrime nasıl ulaşılır?” sorusuna mezkûr kişi ve çevreleri işaret ederek “uzaydan politikacı getiremeyeceğimize göre, eldekilerle” cevabını yapıştırmış beyefendi. Kemalist ideoloji ve kadroların eteklerinde serpilmiş sol-sosyalist çevreler için de “esas büyük mesele” Livaneli’ninde zikrettiği üzere her daim en fanatik düzeyde “Osmanlı’dan beri gelen gericilikle aydınlanmacılık arasındaki mücadeledir.

Türkiye’de hangi sol iktidara yürüyordu? Sovyetler Birliği yanlısı örgütler mi yoksa Çin veya Arnavutluk yanlısı örgütler mi? Dev-Genç çizgisi mi, Dev-Sol çizgisi mi Türkiye’de iktidarı devrimle ele geçirecekti? Pekin uzantısı Maocu-Aydınlık örgütüyle Moskova’nın örgütlediği örgütler arasındaki çatışmalarda işkence, infaz ve ihbarların kirli tarihini, çirkin birikimini perdeleyip işçi-köylü mücadelesi diye pazarlayanların ellerinde LGBTİ bataklığından başka bir şey kalmaması şaşırtıcı değil elbette. Üstüne asıl olarak bütün bu örgüt ve çevrelerin 27 Mayıs ihtilalinden 28 Şubat post-modern darbesine değin ilericilik-aydınlanma-ilerleme gibi putların arkasına sığınarak askeri cuntalara nasıl hevesle eklemlendiğini bir türlü konuşturmuyorlar.

Oysa Doğan Avcıoğlu ve İlhan Selçuk’tan Bülent Ecevit, Deniz Baykal ve Doğu Perinçek’e kadar sol-sosyalist hareketin hemen bütün renkleri işçi-köylü mücadelesini de emek-adalet kavgasını da hep Atatürkçü Ordu’ya yaslanarak, Mustafa Kemal’in Askerleri’yle safları sıklaştırarak yükseltmişlerdi!? Demokratik devrim ne hikmetse hep bürokratik oligarşiyle bitişik nizam işleyen ama muhakkak halkın iradesiyle çelişip çatışan müstesna bir aydınlanma ve ilerleme mücadelesiydi.

Siyaset tarzı yenilenebilecek mi?

Son dönemlerin en çok tartışılan isimlerinden biri de hiç şüphesiz İçişleri Bakanı Süleyman Soylu oldu. Sebebi ve muhtemel sonuçları nasıl tartışılırsa tartışılsın organize suç örgütü lideri Sedat Peker’in sosyal medya paylaşımlarındaki bir dizi iddia ve itham siyaset, sermaye, bürokrasi ve medya ilişkilerine dair Türkiye’de ciddi sıkıntılara işaret etmektedir. Giderek yıpranan, hızla prestij kaybeden sadece İçişleri Bakanı Soylu’dan daha fazlasıdır. Devlet, hükümet, siyaset, bürokrasi, yargı ve medya üzerine ortaya saçılan iddialar için “ciddiye almayın” veya “beyanat vermeyin” çağrıları intihardan başka bir seçeneği göstermez. Dikkatlerden kaçmadığı üzere Cumhurbaşkanı Erdoğan son dönemde hemen hiçbir etkinlikte içişleri Bakanı Süleyman Soylu ile birlikte olmadığı gibi onu takdir ve taltif eden hiçbir cümle de sarf etmedi.

Beklenen takdir ve taltif beyanları daha önce olduğu gibi yine MHP lideri Devlet Bahçeli’den geldi. Bahçeli “hayâsız tezviratlar” olarak tanımladığı iddiaları tümden reddederek Soylu’yu “mert ve milletperver bir devlet adamı” şeklinde tasvir ettikten sonra MHP’nin duruşunu şu iki soruyla tahkim ediyordu: “Kim demiş Sayın Soylu yalnız diye? Kim demiş Sayın Soylu kimsesiz diye?” Ancak Soylu’nun yalnız ve kimsesiz olmadığı yönünde ne Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan ne de AK Parti sözcülerinden bir katkı cümlesi işitiliyordu. Bilakis Cumhurbaşkanı Erdoğan Suriye, Irak, Kırgızistan, Arnavutluk vd. ülkelerdeki PKK, FETÖ, ve İŞİD’in faaliyetlerine yönelik operasyonlar için ısrarla MİT ve TSK’nın başarısını vurguluyordu. Tam da bu gibi sebeplerle Soylu’nun manşetlerden indi(rildi)ği, Soylu adına PR yapan gazetecilerin ekranlardan uzaklaştı(rıldı)ğı fark edilemeyecek gibi değildi.

Siyasette yeni bir süreç mi yaşanacak şimdi? Siyaset ekonomik sıkıntılarla boğuşurken refah ve sosyal adalet, şeffaf ve denetlenebilir devlet üzerine yeni bir hikâye yazılabilecek mi? Üç beş vitrin düzenlemesi, epey zamandır hiçbir heyecan dalgası oluşturamayan dava ve fedakârlık üzerine yapılan vurgular yerine hızla ve samimiyetle hayata geçirilecek hukukun üstünlüğü, siyaset ve bürokraside köklü bir arınma gelecek mi, gelmeyecek mi? Toplum bütün dirayet, feraset ve sabrıyla tam olarak bu yolu gözlüyor. Evet, son derece uyanık, temsilcilerinden daha kıvrak ve basiretli bir toplumda yaşadığını unutanları akıbeti hiçbir dönemde hayırlı olmaz, olmamıştır da.

Yeni Akit