Tufeyli: İranın Dış Siyaseti İslam Siyaseti Değil

Tufeyli: İran dış siyaseti, Farisi öğelerin ağırlık taşıdığı bir siyaset olup İslam siyasetini yansıtmıyor.

Lübnan İslami Direniş Hareketi Hizbullah’ın ilk genel sekreteri olan Şeyh Subhi et-Tufeyli Timetürk'ten Mustafa Öztürk’e Lübnan Baalbek'te yaptığı açıklamalarda, mezhepçiliğin İslam ümmetinin başına bela olduğunu, İran yönetimi ve bölgedeki Hizbullah, Emel hareketlerinin Esed’in yanında olduğunu, Hizbullah ve Emel hareketi arasında yaşanan çatışmaların sorumlusun da İran yönetimi olduğunu ifade etti. Tufeyli, İran dış siyasetinin, Farisi öğelerin ağırlık taşıdığı bir siyaset olup İslam siyasetini yansıtmadığını ifade ederek, “kesinlikle Suriye yönetiminin karşısındayız” dedi.

Röportaj: Mustafa Öztürk

Şu anda Suriye’de sürmekte olan bir halk devrimi hareketi var. Lübnan Hizbullahı şu anda siyasi olarak Suriye’deki Baas rejiminin tarafını tutmakla eleştiriliyor, bu konuda yorumlarınız nelerdir?

Öncelikle böyle bir soruyu yanıtlamadan önce açıklayıcı olmak için başka konulara değinmemiz gerekiyor..

Şeran, Aklen ve geleneğe göre, ümmetin yöneticisinin ümmetin istekleri doğrultusunda olması gerekir. Halk yöneticiyi belirler, kararları halk verir, yöneticiyi azletme hakkı da halktadır. Bu görüşler Kur’an’ın ifadesidir : “onlar işlerini kendi aralarında Şüra ile hallederler.” İyiliği emredip kötülüğü engellemek gibi bir sorumluluğumuz vardır. Dünyada ki entelektüel sezgi sahipleri tercih olarak halkın yönetimi belirlemesini uygun görmektedir. Şunu ifade etmeliyim ki İslam ve Arap coğrafyasında birçok ülkede hala totaliter baskı rejimleri yönetimdedir. Krallar ve diktatörler tüm yetkiyi ellerinde bulundurarak halkın ve bu toprakların geleceğine karar verme mevkiindedir. Bu tür yönetimler takdir edersiniz ki gerici yönetimler olup en çokta yetkileri altında ki halkın geleceğine yönelik zararlar vermektedir. Bu baskıcı yönetim örneklerinin yeryüzünden tamamen kaldırılması gerekir… Bu yönetim biçimlerinin ortadan kaldırılmalarının sırası gelmiştir. Suriye rejimi de bu bahsettiğimiz sıfatlara fazlasıyla haiz bir yönetim biçimidir. Suriye Rejiminin bu haliyle yönetimde kalması düşünülemez. Suriye Rejiminin yönetimi kendi isteğiyle bırakacağını düşünmüyoruz. Şüphesiz tüm gücüyle yönetimde kalmanın mücadelesini verecektir. Suriye rejimi, Alevi mezhebine mensup kitlelere; ben sizi korumak için varım, sizde beni koruyun ki sizi korumayı sürdürebileyim demektedir. Gerçekte koruduğu tek şey sistemleştirdiği güç dağılımıdır. Herhangi bir mezhebi önemsememektedir.

MEZHEPÇİLİK BAŞIMIZA BELA

Ne yazık ki doğuda çok eski tarihlerden beri bize kalmış olan çirkin bir mirasa sahibiz. Bu topraklarda İslam öncesi ve sonrası çok büyük çatışmalar yaşandı. Bu topraklarda tarihte farklı mezheplerden, farklı düşünceleri benimseyen devletler oldu. Şii devletler Sünni devletler vs… Bu devletler meşruiyetlerini dinden alıyordular, İslam’a ve Kur’an’a uygun hükümlerle yönetildikleri iddiasındaydılar. İslami yönetim esaslarını benimsedikleri iddiasında olan bu devletler, hasımlarını Din dışı olmakla suçlamak durumundaydılar. Safeviler ve Osmanlıları ele alalım, Safeviler rakip olarak gördükleri Osmanlı devletini, din dışı addediyor katillerine yönelik fetvalar çıkarıyordu. Osmanlılarda Safevilerden çok farklı davranmıyordu. Bu nedenle biz, bu bölgede mezhepsel bir Piramit’in en tepesinde bulunuyoruz. Sünni mezhepler ya da Şii mezhepler, Bu mezhep mensupları ne yazık ki birbirini tekfir etme, din dışı sayma eğilimindedir. Bu mezheplerin çıkış ve çatışma noktalarının temelinde ne yazık ki iktidar vardır. Bizler şu anda mezhepçi tutuma tepki gösterirken tarihe başvurarak bu mezheplere girmiş olan tüm din dışı argümanın temizlenmesi gerektiğine inanıyoruz. Tüm İslam mezheplerinde İslam adına birçok konu da İslam dışı uygulamanın girdiğini düşünüyoruz. Açıkçası her mezhepten alimlerin mezheplerine giren din dışı konuları gayet iyi bildiğini düşünüyoruz, kişisel kanaatim odur ki bu alimler Şer’i olanla İslam dışı olan konuları gayet iyi bildikleri yönündedir.

Eğer her mezhep uzmanı bu bahsettiğimiz İslam dışı etkileri ortadan kaldırmak için çaba sarf edecek olursa mezhepçilik gibi bir tehlikenin ortadan kalkacağını düşünüyoruz. O zaman saf İslam dini, Kur’an’ı Kerim’le çatışmayan sünnete ulaşabilme imkanımız doğacaktır. Az önce belirttiğimiz üzere bizler mezhepsel Piramidin zirvesindeyiz. Günümüzde ciddi bir mezhepçilik gözlemliyoruz, her mezhep bir öteki hakkında iftiralarda bulunuyor birçok konuda maalesef yalanlar söyleniyor. Birbirlerini tekfir ediyorlar. Düşmanca tutum sergiliyorlar birbirine karşı. Maalesef Ümmet Alimleri bu konuda yeterince büyük bir çaba sarfetmediler. İran’da mezhepçilik gerçekten çok katı. Suudi Arabistan’da da mezhepçilik korkunç boyutlara varmış durumda. Bu iki ülkenin Mezhep çatışmasının başını çektiğini söyleyebiliriz. İran günümüzde Şii siyasi akımının başını çekmektedir. Arap topraklarına Suudi Arabistan siyasal Sünni akımların başında gelmekte, mezhepsel yaklaşım noktasında İran ve Suudi Arabistan birbirine oldukça yakın duruyor. Mezhepçiliği en çok kışkırtan ve alevlendiren ülkelerin bu ülkeler olduğunu kolaylıkla söyleyebiliriz. Mezhepçilik algısı yüzünden ortaya çıkan bu sonuçların müsebbipleri olarak kınamamızı bu ülkelere yöneltiyoruz.

“İran yönetimi ve bölgedeki Hizbullah gibi, Emel hareketi Esed’in yanında”

Bu ön tespitleri yaptıktan sonra konuyu günümüze getirebiliriz.

İran yönetimi ve bölgedeki Hizbullah gibi, Emel hareketi gibi siyasi müttefikleri, Suriye halk devrimi sürecinde Şam yönetiminin yanında duran bir siyasi tavır sergiliyor. Çünkü Suriye yönetimi Sünni bir yönetim değildir. Dolayısıyla tabir yerindeyse mezhepsel bakış açısıyla dost addedilen bir yönetimdir. Ne yazık ki olayı Şii-Sünni çatışması dâhilinde değerlendirmek durumundayız. Her akıllı insan, Allah rızasını gözeten, ümmetin maslahatını hedefleyen her aklı selim, bu tutumu insafsız bir tutum olarak değerlendirecektir. Baskıcı totaliter bir rejimi desteklemek akıl karı değildir. Suriye yönetimi ümmetin geride kalmasının başlıca müsebbiplerindendir. Tüm sosyal hastalıkların da birinci derece sorumlusu bu yönetimdir. Tüm dünya da olduğu gibi Lübnan’da da Suriye devrimini destekleyen geniş bir kitle var. Ama son dönemlerde bu konu hakkında Basına sadece Hizbullah’ın tutumu yansımaktadır.

Hizbullah İran’ın dış politikasına paralel hareket etme durumundadır. İran dış siyaset politikasında Suriye Rejimini desteklemenin kendi yararına olduğunu düşünmektedir. Hali hazırdaki Suriye yönetimi İran’ın bölgede ki müttefikidir. Bu yönetimin düşme durumunda yerine geçecek yönetimde Sünni yöneticilerin de olacağı kesin gibidir. İran’ın dış siyasette Sünni liderlerle yaşadığı sorunlar hepiniz malumudur. Olayın özü kanaatimizce budur.Bu durumda İran ve bölgede ki müttefikleri Hizbullah ve Emel hareketi, onurlu diyemeyeceğimiz bir Maslahat örgüsü etrafında Suriye rejiminin tarafını tuttuğunu gözlemliyoruz. Bizler sesimiz çok fazla duyulmuyor olsa bile, kesinlikle Suriye yönetiminin karşısındayız.

Suriye ve İsrail ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bölgede ki yönetimlerin birincil meselesi kendi yönetimlerini sürdürmektir. Diğer tüm meseleler onlar için talidir. Yönetimde kalmak için eğer İsrail ile bir anlaşma yoluna gitmeleri gerekirse kesinlikle çekinmeyeceklerdir. İsrail’in her türlü isteğine de karşılık vermeleri doğaldır. Suriye yönetimin ilkesel düşmanlık ya da ilkesel dostluk sergileyebileceğini düşünmüyoruz. Zaten bu tür yönetimlerin kalıcı olmak için her türlü vahşete başvurduklarını görüyoruz.

Hizbullah’ın İsrail’e karşı tutumu hakkında neler söylemek istersiniz?

1978’de Camp David anlaşması yapıldığında neredeyse tüm Arap ülkeleri bir konuda ikna olmuş durumdaydı. O da: İsrail’in büyük bir devlet olduğu ve İsrail ile kesinlikle çatışmaya girilmemesi ve barış imzalanmasıdır. Bizler o zamandan beri bu algıyı değiştirmeye yönelik mücadeleci bir tutum sergilemek yolunu tuttuk. İsrail’le o zaman yapılmış biz Müslümanları aşağılayıcı bir tutum olan bu barış anlaşmasını kabul etmedik. Direnişin sürmesi gerektiğini ısrarla tüm eylemlerimizde belirttik. İsrail’in yenilmez olmadığını da tüm o süreçlerde ispatladık. Kaderimizin Filistin’i İsrail’e teslim etmemek olmadığını tüm dünyaya gösterdik. Lübnan’daki Filistin direnişi olarak birçok şeyi başardık. İran hepinizin bildiği üzere 1979 devriminden itibaren Lübnan’daki ve Filistin’deki tüm direniş örgütlerini fiili olarak desteklemiştir. Bölgedeki direniş örgütlerine silah ve para yardımı yapmıştır. Hala bu yardımlarını sürdürmektedir. Takdir edersiniz ki bu tür örgüt desteklerinde ülkeler destekledikleri örgütlerin politikasında söz sahibi olmak ister. İran bölgede İsrail karşıtı örgütleri desteklerken bazen bu örgütlerin iç meselelerine fazlasıyla müdahaleci davranmaktadır. Bu nedenlerden ötürü Hizbullah içinde aktif rol aldığımız dönemlerde aramızda ciddi ihtilaflar doğmaktaydı. Örnek vermemiz gerekirse İran bizden İsrail karşıtı bazı askeri operasyonları gerçekleştirmemizi istiyordu. Bu operasyonların amacı İran’ın dış politikasıyla ilgiliydi. İran Lübnan’da, tamamen kendisine bağımlı, adeta siyasi bir dükkan açmayı düşünüyordu. Hizbullah ve Emel hareketi arasında yaşanan çatışmaların sorumlusu da İran yönetimidir.

Buna benzer nedenlerden ötürü İran yönetimiyle aramız açılmış oldu. Sonuç olarak İran devleti Hizbullah’ın yönetimine, İran devletinin politikalarına hiçbir konuda aykırı düşmeyecek yöneticileri getirmeyi başarmıştır. Bu şekilde Hizbullah İran’ın siyasi dehlizlerinde gezinir olmuştur. Bize göre İran dış siyaseti, Farisi öğelerin ağırlık taşıdığı bir siyaset olup İslam siyasetini yansıtmamaktadır. İran, İran’la ilgilidir. İran dışında ki Şiilerin dahi maslahatlarına özen göstermemektedir. Bir örnek vermemiz gerekirse, doksanlı yıllarda Sovyetler dağıldıktan sonra Azerbaycan ve Ermenistan arasında Karabağ sorunu yaşandı, bildiğiniz üzere orada yoğun bir Azeri Şii nüfus var, İran tarihte o bölgenin kendilerine ait olduğunu Ruslar tarafından ele geçirildiği tezini işlemekteydi. Karadağ meselesinde Azerbaycan’ın tarafını tutmasını beklerken Ermenistan tarafını tuttuğunu gördük, o dönem İran dışişleri bakanına ne yapıyorsunuz diye sordum, dışişleri bakanı bana bazı siyasi meselelerden, birtakım dengelerden bahis açtı. Meseleye yeni kurulmuş bağımsız ülkeler üzerinde kuracakları etki üzerinden, Türkiye ile bölgedeki çekişmelerinden bahsetti. Bir İslam devleti olarak ne Kur’an’dan ne de ümmetin maslahatından söz etmiyordu. Benim için o olay çok önemliydi, düşündüm ki kendi toprağı olarak gördüğü bir bölgede kendi halkına karşı böylesi bir tutum sergiliyorsa, kendi halkını eğer siyasi dengeler için satıyorsa, Lübnan’daki kendi halkından olmayan insanlara karşı nasıl bir tutum sergilemesini bekleyebiliriz.

Hizbullah 1996’da İsrail ile ‘’Nisan antlaşması’’ imzalamış ve sonrasında Hizbullah bölgede 2000’li yıllardan itibaren 2005 yılına kadar, kendi sınırını koruma kaygısıyla direnişte durağanlılığa girmiştir. Günümüzde İran desteğiyle ayakta duran Hizbullah 2005 yılından itibaren Lübnan’daki iç siyasetin içine fazlasıyla gömülmüş, Şii Sünni tartışmalarına girerek Kudüs’ün özgürlüğü hayalinden fazlasıyla uzaklaşmıştır.

Hizbullah’ın Suriye İsrail ilişkisine bakış açısı nedir?

Hizbullah’ın resmi açıklamasına göre Suriye Filistin direnişinde temel işlevi gören ülkelerdendir. Açıkçası biz şii ve Sünni yaklaşımlı, yani mezhepsel yaklaşımlı siyaseti hoş bulmuyoruz. Hizbullah’ın içinde müthiş değerli insanlar var. Siyonist İsrail’e karşı büyük onurlu bir savaş verdiler. Bu insanlar Hizbullah’ın büyük bir çoğunluğunu oluşturuyor. Bunlar Gerçekçi ve ilkelerine bağlı Müslümanlardır. Evet biz Hizbullah’ı onursuzlukla suçlamıyoruz. Yönetiminin İran güdümünde olduğunu ve zaman zaman açıklanamaz af edilemez hatalar yaptıklarını söylüyoruz. Bizler genelleme yaparak hataya düşmekten Allah’a sığınırız. Bizler hiç kimse hakkında insafsız ve gerçeğe aykırı hükümler vermek istemeyiz. Mısırlılar onursuz insanlardır diyebilir miyiz? Hayır diyemeyiz. Ama Hüsnü mübarek onursuz bir insandır diyebiliriz. Hüsnü Mübarek’te Mısır yönetiminin başındaydı, meseleler böyle evriliyor, bizler mezhep çatışmasını eleştirirken kendimizi mezhepsel bir çatışmanın içinde bulmak istemeyiz. Hizbullah için kanaatimiz şudur: Hizbullah’ın yönetimi İran’ın dış politikasına mutlak tabii bir politika izlemektedir. Tekrar uyarıyorum, Hizbullah hakkında konuşurken özellikle genellemelerden kaçınıyoruz, eleştirdiğimiz kirli siyasi oyunların içine düşmek en son isteyeceğimiz şeydir.

İran ve dolayısıyla Hizbullah Suriye rejiminin yıkılmaması için ellerinden gelen tüm çabayı sergilemektedir. Rejimin yıkılmayacağını, devrimin gerçekleşmeyeceğini düşünüyorlar. Aynı zamanda diğer ihtimali yani devrimin başarıya ulaşma ihtimalini de değerlendiriyorlar ve bu onları izledikleri olumsuz tutum yüzünden oldukça korkutuyor. Açıkçası düşük bir ihtimal olsa da Suriye Rejiminin en azından bir süreliğine kalıcı olma ihtimali var.

Suriye yönetimi, Rusya’nın destekler tavrını sürdürmesi durumunda iç isyanı bastırabileceğini düşünmektedir. Dış müdahale yahut muhalefete dışarıdan yapılacak silah desteği olmazsa Baas yönetimi kanlı da olsa bu başkaldırıyı sona erdirebileceğini düşünmekte. Rusya’nın tutumunun değiştiği gün Suriye yönetiminin muhalefete olan tutumu da değişecektir. Baas partisinin Suriye yönetimini barışçıl yollarla terk etmesi hepimizin dileğidir. Sanıyorum bu herkes için en uygun çözüm olacaktır. Ama görünen o ki bu gerçekleşmeyecek. İkinci ihtimal bir iç savaştır ki bu başladı denilebilir, muhalefetle düzenli ordu arasında ciddi bir güç eşitsizliği olduğu da doğrudur. Suriye’de böyle orantısız bir iç savaşın yaşanması Suriye’nin yıkılması anlamını taşır. Allah korusun böyle bir savaş yüz binlerin ölümüne sebep olabilir. Bu savaşın Lübnan’a da yansıması muhtemeldir.

Türkiye’nin bölgedeki siyaseti hakkında ne düşünüyorsunuz

Türkiye’nin yeni bir dış politika uyguladığını biliyoruz, doğrusu Türkiye’nin tüm dünya tarafından takip edilen özgün bir dış politikası var, şu anda bazı sonuçları elde edemeden bu konu hakkında aceleci bir yargı vermek istemiyoruz. Türkiye bu hükümet öncesinde her yönüyle batının siyasi tutumunu takip ediyordu. Amerika ve Avrupa’nın güdümünde durgun bağımlı bir dış politika takip ediyordu, 1920’lerden itibaren uzun yıllar Arap ülkeleriyle neredeyse hiç ilişki geliştirmedi. Bölgede İsrail’e yakın durdu. AKP hükümeti böyle bir geleneği miras aldı ve sanıyorum bu durumu biraz sessiz temkinli bir biçimde değiştirmeye başladı. Türkiye daha önceleri hiç geliştirmediği doğu ülkeleriyle birtakım güzel ilişkiler geliştirdi. Bu hükümetle birlikte Türkiye İsrail ilişkisi ciddi yaralar aldı, gerginlik had safhaya vardı. Eskiden Türkiye İsrail ilişkileri iyinin de üstündeydi. Bu biz doğulular için çok iyi bir gelişme. Ben şahsen Türk yetkililerle bu konuya dair düşüncelerini daha yakından tanıma imkanı bulamadım. Sanıyorum ki, (Allahtan düşüncemde beni yanıltmamasını dilerim) AKP hareketi, Türkiye’nin yüzünü eskiden olduğu gibi, temkinli, akıllı, hikmetli, sabırlı bir biçimde doğuya ,döndürmektedir. Bu nedenlerden ötürü genel olarak Türkiye’nin dış siyasetini beğeniyorum. Ben bu şekilde anlıyorum, anladıklarımın ne derece doğru olduğunu bilmiyorum ama hissiyatım bu yöndedir. Türkler Suriye devrimini destekliyorlar, ama sanırım ellerindeki güç sınırlı bir güç, tam olarak yapmak istediklerini bazı dengeler yüzünden gerçekleştiremiyorlar. Türkiye Suriye arasında uzun bir sınır var, Türkiye bölgede etkisi en yüksek olabilecek ülkedir. Türkiye Suriye’de güvenli bir bölge oluşturacağını açıklamıştı. Sonrasında bilemediğimiz bazı nedenlerden ötürü bunu ertelemiş olduklarını düşünüyoruz. Türkiye devleti Suriye Özgür Ordusunu açıkça destekleyecekleri yönünde de bir takım işaretler sözler verdiler. Ama eylem noktasında sözlerindeki sertliği gözlemleyemedik. Bizimde aklımızı karıştıran bir noktadır bu. Acaba Türkiye kendi iç siyasi dinamikleri yüzünden mi daha somut adımlar atmadı yoksa ABD’nin konu hakkındaki tereddütleri yüzünden siyasi olarak büyük bir risk almaktan mı çekindi. Bilemiyoruz, ama Türkiye güçlü bir ülke ve henüz yapacağı şeylerin tümünü yapmadı.

Türkiye İsrail ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye halkı Müslüman bir halktır. Türkiye halkının Kudüs ve Filistin konusunda izlediği ve izleyeceği tutum açıktır. Türkiye halkının bu isteklerinin Yönetimin İsrail ile olan ilişkilerine İsrail adına menfi biz Müslümanlar ve Araplar adına olumlu yansımış olması bizi oldukça sevindirmektedir.

Türkiye halkına vereceğiniz bir mesaj var mı?

Türkiye halkı geçmişte, asırlar boyunca İslam’ı ve Müslümanların koruyuculuğunu üstlenmiştir. Müslümanları aynı çatı altında toplamayı başarmıştır. Müslüman Türkiye halkı tarihte İslam’ın savunmasında doğuda ve batı da yüz binlerce şehit vermiştir. Burada Türkiye halkına ve tüm Müslümanlara sesleniyorum: Ümmetin davası birdir. Ben Lübnan da Türkiye’de yaşayan tüm bireylerin acılarını, Annemi kardeşimi nasıl düşünüyorsam öyle düşünmekteyim. Türkiye’deki Müslümanlarında bizim ve Suriyeli direnişçilerin acılarıyla acılanmaları gerekmektedir kanaatindeyim. Peygamberimizin dediği gibi bizler aynı bedenin parçalarıyız, bunu bildiğimiz için biz gerçekten Türkiye’nin son yıllardaki demokratik, halkın etkin olduğu olumlu gelişmeleri sevinçle karşılıyoruz. Türkiye halkına bu olumlu gelişmeleri desteklemeleri, her türlü insancıl gelişimi, ümmet kardeşliğini hedefleyen her türlü çabayı korumaları yönünde isteklerimizi iletiyoruz. Allahtan günü geldiğinde tekrar tek bir ümmet tek bir beden olmayı bize bahşetmesini diliyoruz.

Amerika ve İsrail’in İran’a saldırma ihtimali sizce nedir? Böyle bir durumda bölgedeki etkileri neler olur?

Amerika her zaman Sünni ve Şii toplumlar arasında karşılıklı korkuların yaşanmasını istemektedir. Amerika Irak’a Sünni olan Saddam’ın Şii halka zulmetmiş olmasını, Müslüman olan Kürt halkına zulüm etmiş olmasını bahane ederek Irak’ı işgal etti. İran ve Iraklı Şiiler Amerika’dan Saddam’dan kurtulmak için yardım istedi. Açıkçası ben başımıza ne gelirse Mezhep kavgaları yüzünden geldiğini düşünüyorum. Şu an Suriye muhalefeti Amerika’dan Suriye’ye müdahale etmesini istiyor eğer böyle bir şey olursa bunun sorumlusu Beşşar Esad’dır. Haliç ülkeleri İran korkusu yüzünden ABD’ye haliç ülkelerinde karargahlar kurması için astronomik meblağlar ödemektedir. Benim senden, seninde benden korkuyor olman Batının önünde ki tüm kapıları açtı. Batı ve ABD artık gelip beni senden, seni benden koruyabilir. Buradan İslam coğrafyasındaki mezhep çatışmalarının kesinlikle ABD menfaatine olduğunu çıkarabiliriz. ABD bu mezhep çekişmesini sürekli alevlendirmek için çaba sarf ediyor.

TİMETÜRK 

Röportaj Haberleri

Suudi Arabistan'da İslam, sekülerleşme ve Bin Selman reformları
“Filistin özgürleşmediği sürece, bu travma asla geçmeyecek”
Netflix abonelerine yalnızca eğlence değil "politik görüşlerini" de satıyor
Nazmul İslam: Bangladeş’te devrim bir süreç esas mesele şimdi başlıyor!
"Sinvar’ın yolunu sürdüreceğiz"