Kocaeli Garnizon Komutanı Korgeneral Galip Mendi'nin Ergenekon davası sebebiyle tutuklu bulunan emekli orgeneraller Şener Eruygur ve Hurşit Tolon'u Genelkurmay Başkanlığı adına ziyaret etmesi ve TSK içinde 30 Ağustos devir-teslim töreninde komutanlarca yapılan konuşmalar tartışılmaya devam ediyor.
Burada istidradî olarak (antr-parantez) temas etmek gerekirse, şahsen Ergenekon operasyonunu, hiç şüphesiz ifade ettiği önemli manâlarına rağmen çok fazla önemseyemedim.
Operasyonu yürüten emniyet ve adalet mensupları elbette ne kadar iyi niyetli ve başarılı olsalar da, nasıl Türk gladyosu veya derin devleti, bir zaman kullandığı ve artık itaatten çıkıp kendi başına operasyonlar yapar hale gelen Abdullah Çatlı'yı Susurluk hadisesiyle harcamışsa, nasıl 2000 başlarında ekonomik sahada yapılan 'temiz eller' operasyonu, arkasından gelen kriz ve Kemal Derviş kanunları ve müesseseleriyle Türk ekonomisine yeni şekil verip, onu küresel ekonomiye bağlama operasyonu idiyse, Ergenekon operasyonu da fakire, Çatlı'nın askerî alandaki mukabili Veli Küçük ve birtakım elemanlarının harcanması olarak görülmüştür. Yanılmış olmayı çok isterim.
Her ne ise, TSK içinde devir-teslim törenlerinde, bazen de başka münasebetlerle yapılan konuşmalarda ve TSK'nın internet sitesine zaman zaman konan muhtıra ve bildirilerde şu husus bilhassa dikkat çekmektedir. TSK'nın akıl ve bilime yaptığı vurgulara rağmen, yapılan konuşmalarda ve yayınlanan bildirilerde aklî muhakeme, "bilimsel veri" ve entelektüel birikim çok fazla görülmüyor. Bunun en açık bir delili de şu: Tabiatı gereği askerlik mesleği şiir başta olmak üzere edebiyat ve musiki gibi güzel sanatlar dallarının en fazla üretilebileceği bir alan teşkil etmesine, tarihimizde meselâ birer asker devlet adamı olan Osmanlı padişahlarının hemen hepsi ya üst seviyede şair, ya hattat, ya musikişinas, yani birer sanatkâr olmasına, buna ilaveten içlerinde Abdülhamid gibi zanaatkârlar çıkmasına, ordu içinde büyük şairler, münşiler, sanatkârlar yetişmesine rağmen, Cumhuriyet döneminde, özellikle son zamanlarda TSK içinde yazar, şair, musikişinas, kısaca sanatkâr komutan göremiyoruz. Komutanlarca yapılan konuşmaların ciddî eleştirilere maruz kalmasına yol açan en önemli bir sebep, kanaatimce burada yatmaktadır.
Yeni Genelkurmay Başkanımız Sayın Başbuğ, 30 Ağustos'ta yaptığı konuşmada dinin toplumdaki "kısmî önemi"ne atıfta bulunurken, "halkımızın cemaatlere kaydığı"na menfî bir gelişme olarak dikkat çekti. Oysa böyle bir değerlendirme, her şeyden önce, müntesiplerini günde beş vakit camide namaza çağıran, haftada bir cuma, yılda iki defa bayram namazlarıyla daha geniş katılımlı cemaat oluşturmayı, yılda bir ay birlikte oruç tutmayı, yine birlikte haccı, bütün bunların yanı sıra karşılıklı yardımlaşmayı, başkaları uğruna fedakârlığı, dayanışmayı emreden dinin zaten cemaatsiz olamayacağını hesaba katması gerekir. Ayrıca, bir yandan terör belâsıyla uğraşırken, diğer yandan dinin bu özelliğinden toplumsal birliğimiz adına istifade etmeyi düşünmemek, akılcı ve bilimsel bir tavır olmasa gerektir.
Meseleyi haydi din açısından ele almasak bile, bizzat insan ve toplum açısından ele aldığımızda da cemaat olgusunun ne kadar önemli ve hayatımız için kaçınılmaz olduğunu görürüz. Bu olguyu, sadece "sosyal hukuk devleti olmamızdaki zafiyetle ve devletin sosyal yardımlaşma ve hukuku uygulamadaki yetersizliği"yle izah etmek de mümkün değildir. Maalesef, modern eğitim, bilimdeki uzmanlaşma, aydınlarımızın meselelere tek yönlü yaklaşmasına sebep oluyor. Sosyologlar ve siyaset bilimcileri, insanı ve insan psikolojisini hiç nazara almıyorlar. Eğer konuyu, sosyologların ve siyaset bilimcilerinin yaptığı gibi sadece sosyal ve siyasî açıdan ele almaz, insan psikolojisini, kimsenin kendisinin tayin etmediği değişmez insanî karakteri de nazara alırsak, bugün sosyal hukuk devletinin zirvesi olarak örnek gösterdiğimiz modern Batı'nın tarihinin, bize cemaat olgusunun kaçınılmazlığını çok güzel açıkladığını görebiliriz.
Zaman gazetesi