TSK çelengi: Pişmiş aşın sosu

Alper Görmüş

Üç sembolik hamle: Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner’in, Necmettin Erbakan’ın “vatana hizmetleri”ni hatırlatan mesajı; Erbakan’ın cenaze namazının kılındığı Fatih Camii’nin avlusundaki kırmızı-beyaz TSK çelengi ve Erbakan’ı son yolculuğuna uğurlamak üzere cami avlusundaki yerlerini alan TSK temsilcileri...

Ne bunlar? Gecikmiş bir 28 Şubat özrü mü, askerlerin yeni bir politik hamlesi mi?

Haber sayfalarına bakıyorum; Vatan’dan Mutlu Tönbekici’nin harikulade saptamasıyla, 28 Şubat’ta “Halk hiçbir şey anlamasın, iyi oldu deyip geçsin” yayıncılığı yapan medya da, “28 Şubat zulümdü” yayıncılığı yapan medya da bir noktada birleşmiş... “Güzel oldu” diyorlar, “böylece ordu-millet barışı için çok önemli bir adım atılmış oldu”.

Haberi, “Asker Ankara’dan çelenk, İstanbul’dan komutan gönderdi” başlığıyla veren Zaman’a göre, “28 Şubat 1000 yıl sürecek” diyen eski Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun yeğeni, 1. Ordu Komutanı Orgeneral Hayri Kıvrıkoğlu’nun cami avlusundaki varlığı “bir anlamda ‘özür’ gibi”ydi...

Yorumlara bakıyorum, vaziyet değişmiyor; orada da belirgin bir sevinç havası hâkim. Zaman’ın haberinin bitişiğinde Fehmi Koru’nun yazısı var: “Türkiye bugün bir başka ülkedir” diyor o da... Çünkü:

Cenaze törenleri riyakârlık yapılacak zeminler değildir. Kaldı ki, ailesi ‘devlet protokolü’ istemediği için, son yolculuğunda Necmettin Erbakan’a eşlik edenler, her türlü teklif ve tekellüften uzak bir gönüllü katılım içerisindeydiler. Sevdikleri, beğendikleri, destek çıktıkları, üzerinde hakları bulunduğunu bildikleri veya haksızlık yaptıkları, hayatını cehenneme çevirdikleri, bu yüzden pişmanlık duydukları için katıldılar cenaze törenine...


Medyanın iki kanadı da sevinç içindeydi

Medyanın her iki kanadından bir çırpıda böyle onlarca yorum bulmak mümkün. Salı günkü cenaze törenini naklen yayınlayan televizyon kanallarına çıkan gazeteci ve bilim adamlarının favori yorumu da buydu zaten.

Bu yorumların bize anlattığı gibi bir “özür”le karşı karşıyaysak, bunun anlamı şudur: Asker 28 Şubat’tan bu yana kendi içinde birtakım değerlendirmeler yapmış ve artık vesayetçi konumundan vazgeçmiştir.

Yani artık, son yıllardaki reformlar, darbe teşhirleri ve yargılamalar nedeniyle ordunun müdahale imkânlarının iyice daraltıldığını söylemenin bir adım ötesine geçebilir; askerlerin, “önleri kesildiği için” değil, zihniyetlerindeki değişim nedeniyle “normal” bir ordu haline gelmekte olduklarını savunabilirdik.

Keşke ben de inanabilseydim bu yorumlara... Fakat 28 Şubat’tan bu yana askerlerin yapıp ettiklerine baktığımda hiç böyle bir “zihniyet değişikliği”, dolayısıyla da bir “28 Şubat pişmanlığı” göremiyorum. Dolayısıyla da askerin, “internet sitesinden mesaj, Ankara’dan çelenk, İstanbul’dan komutan” göndermesini “gecikmiş bir 28 Şubat özrü” değil “yeni bir politik hamle” sayıyorum.

2 martta kaleme aldığı “Hoca’nın cenazesinde TSK çelengi!” başlıklı yazısında, Hasan Cemal de benzer bir soruyu sorup cevabını aramış:

Cami avlusunda kırmızı-beyaz çiçeklerden oluşan bir çelenk gözüme ilişiyor. Üstünde Türk Silahlı Kuvvetleri yazıyor. İyi güzel. Acaba bir ‘değişim’in işareti mi? Yoksa yine ‘politika’ mı yapıyorlar? Bilemiyorum.

Ama bu soruyu soruyorum. Çünkü Türkiye’nin ‘asker sorunu’nun hâlâ bitmediği kanısındayım. Artık açık darbeler dönemi kapanmış olabilir.

Ama bugün siyaset meydanımız hâlâ asker müdahalelerine açık özellikler taşıyor, hem kurumsal, hem zihniyetsel açıdan...

Gördüğünüz gibi, askerin tavrının “değişim”e işaret ettiği hususunda Hasan Cemal de ciddi bir şüphe içinde... Galiba benim şüphem onunkinden de derin...

Neden böyle düşündüğümü anlatabilmek için burada genişçe bir “Millîci Erbakan” parantezi açmam gerekiyor... Bunu yapmak zorundayım, çünkü savunduğum “askerin yeni politik hamlesi” tezini esasen bu nokta üzerinden temellendireceğim...


Aydınlık’tan Erbakan güzellemesi: “Son sözü vatan”

En aktüelinden başlayalım, sonra biraz daha geriye gideceğiz...

Belki biliyorsunuzdur, Doğu Perinçek’in Aydınlık dergisi 1 marttan itibaren günlük gazete olarak yayımlanmaya başladı. Gazete ilk manşetini Erbakan’a ayırmıştı: “Son sözü vatan...” Alt başlıkta da manşet cümlesinin açılımı vardı: “Erbakan, hatırlanacak bir vasiyet bırakarak gitti. Son mesajında vatan için birlik çağrısı vardı...”

Malûm, Erbakan ölümünden hemen önce Demokrat Parti, Türkiye Partisi, Büyük Birlik Partisi gibi partilere ittifak önermiş, hatta DP lideri Namık Kemal Zeybek, Erbakan’ın kendisine “Namık Kemal, vatan tehlikede, vatanı kurtaralım” dediğini açıklamıştı.

Zaman gazetesinden Hüseyin Gülerce, bu ittifaka medyanın verdiği desteği analiz ederken şöyle diyordu (2 mart):

Aradan 14 yıl geçtikten sonra bugün ulusalcılar ve dün Erbakan’a en büyük zulmü reva gören vesayetçi medyamız, Erbakan’ı neden yere göğe sığdıramıyor? Neden, ‘tanıyamamışız, bilememişiz, çok millici bir insandı’ diye ağıtlar yakıyor? Neden, ‘falan falan partilerle bir seçim ittifakı çalışması yapıyordu’ diye heyecanlanıyorlar? Çünkü üç ay sonraki seçimde, AK Parti’ye verecekleri her zararı, kâr biliyorlar. ‘Erbakan milliciydi’ diyerek, aslında ‘Erdoğan millici değildir’ demeye getiriyorlar.

Bence Hüseyin Gülerce, özellikle de son cümlesiyle meselenin özünü yakalamış görünüyor. Gerçekten de, eğer bugün askeriyle, medyasıyla 28 Şubat’ı yapan güçlerin bir “pişmanlığından” söz edeceksek, bu ancak, “Biz ne yaptık da ‘devlet’e karşı o kadar uysal bir siyasetçi olan Erbakan’ı gönderdik de başımıza bu Tayyip Erdoğan’ı bela ettik” pişmanlığı olabilir. (Taraf’ın 28 Şubat belgeleri dizisinden öğrendik, Tansu Çiller uyarmış zamanında askerleri, “Bakın” demiş, “bu koalisyonu bozarsanız, tek başına iktidara gelecekler...”)

Bu pişmanlık, 28 Şubat’ın “sivil yüzü” Mehmet Haberal’ın itiraflarında da belirgin bir biçimde çıkmıştı ortaya. Ergenekon iddianamesinin belgeleri arasında yer alan kişisel ajandasının 8 Şubat 2007 tarihli bölümünde aynen şu not vardı:

Akşam Necmettin Bey’i evinde ziyaret ettim. Bir saatten fazla görüşme yaptık. Anladım ki kendisine büyük haksızlık yapılmış. Ona da bütün imkânlarımı kullanacağımı söyledim. Sayın Necmettin Erbakan’ın bugün ülke için önemli olduğu (maalesef bu noktaya geldik) ortaya çıktı.

Aslında, İlhan Selçuk, “Necmettin Erbakan’ın ülke için önemi”ni Haberal’dan iki yıl önce keşfetmiş, onu ve hareketini “millici cephe”nin unsurları arasında saymıştı. Artık tesadüf mü bilmiyorum, aşağıda birkaç paragrafını okuyacağınız başyazı, Cumhuriyet gazetesinde bir 28 Şubat günü (2005) yayımlanmıştı:

“(...) Bush yönetiminin tüm isteklerine ‘evet’ demeyi iktidarının güvencesi gibi gören AKP’nin bu siyaseti yürütmekte zorlandığı gün gibi aşikârdır. AKP’nin, merkez sağı şemsiyesi altına alarak ele geçirdiği iktidarın gidişatına karşı dağınık bir muhalefet cephesi oluşuyor. Kemalistler, milliyetçiler, Milli Görüşçüler (ya da Radikal İslamcılar), sağın ve solun laik kesimleri birbirlerine mesafeli de olsalar muhalefette birleşiyorlar.

Cumhuriyet, bu açık sözlü sıralamanın ardından bir de “müjde” veriyordu okurlarına: “Halkın şikâyetlerini arkasına alan bu ilginç gelişme, Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenliğine duyarlı güçler tarafından da izlenmektedir.”

Yani, “Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenliğine duyarlı güçler”in “Milli Görüş”le millici ittifakı heyecanla onayladıklarını, onları en iyi bilen bir ulusalcı daha 2005’te ilan etmişti.  


Erbakan öyle değil de böyle ölseydi?

Şimdi bütün bu bilgilerin ışığı altında, Necmettin Erbakan’ın cenazesine gösterilen ilginin bir 28 Şubat özrü olduğuna inanabilir miyiz?

Benim algılamama göre mesele şudur: Aradan geçen zaman içinde Necmettin Erbakan, başında bulunduğu hareketin fikriyatını, 28 Şubatçılığın bugünkü hedefi olan Adalet ve Kalkınma Partisi’ni berhava etmede bir araç olarak kullanılabilecek kadar esnetti... Birileri bunda maden buldu ve kendi amaçları açısından gayet isabetli bir siyasi hamlede bulunarak önce mesajladı, ardından da komutanladı ve çelenkledi.

Bildiğiniz siyasi pragmatizm işte...

Söylediklerim sizi ikna etmediyse, o zaman şu soruma cevap verin: Diyelim ki Erbakan ölümünden birkaç gün önce hareketini AK Parti’ye katmaya karar verdi, Tayyip Erdoğan da kendisini yeni birleşmiş hareketin “bilge kişisi” ilan etti.

Cenazesinde ordu ne yapardı?

alpergormus@gmail.com

TARAF