Yazısında Trump’ın katıldığı Riyad zirvesini değerlendiren Ahmet Varol, “Riyad zirvesi gerçekte Suudi Arabistan’ın davetiyle Trump’ın önünde toplananların ABD’nin yeni başkanına beyat ilan etmeleri, onun talimatları doğrultusunda çalışmaya hazır olduklarını beyan etmeleri anlamına gelmektedir.” yorumunu yaptı.
Ahmet Varol’un konuyla ilgili bugünkü Yeni Akit’te (25.05.17) yayınlanan yazısı şöyle:
Riyad Zirvesi
21 Mayıs 2017 Pazar günü Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da ABD Başkanı Donald Trump’ın da katıldığı bir uluslararası toplantı gerçekleştirildi. Biz bu toplantının gerçekleştirilmesinden önce geçen hafta yayınlanan son yazımızda kısa bir notla sözünü etmiş ve toplantının gerçekleştirilmesi sonrasında biraz daha ayrıntılı olarak üzerinde durabileceğimizi söylemiştik.
Gördüğümüz kadarıyla zirveye ağırlıklı olarak ABD - Suudi Arabistan yakınlaşması ve özellikle de Suudi Arabistan’ın ABD’den yüklü miktarda silah ve askerî malzeme satın alması konusunda imzaladığı anlaşmalar damgasını vurdu. Zirvenin orta bölgesinde yine Suudi Arabistan’ın yönlendirdiği Arap ülkeleri yer aldı. O yüzden zirve bazı Arapça haber kaynaklarında Amerikan - Arap İslam Zirvesi olarak da adlandırıldı. Fakat sadece Arap ülkelerine de münhasır değildi. Elliden fazla İslâm ülkesinin yöneticilerinden katılanlar olduğu için genelde Amerikan - İslâm Zirvesi olarak isimlendirildi.
Zirve öncesinde medyaya yansıyan haberlerde Suudi Arabistan’ın ABD’den en az yüz milyar dolar tutarında silah ve askerî malzeme alacağı ifade ediliyordu. Fakat zirve sonrasında Suudi Arabistan Dış İşleri Bakanı Adil El-Cubeyr, ABD ile yaptıkları anlaşmalara göre satın alacakları silah ve malzemenin toplamda tutarının 380 milyar dolar olacağını söyledi. Belki ABD tarihinde ilk kez bu kadar büyük çaplı silah ve askerî malzeme satma anlaşması imzalıyordu. ABD bir yandan, 11 Eylül olaylarından dolayı Suudi Arabistan aleyhine dava açılmasına imkân veren düzenlemeler yaparken diğer yandan Suud yönetimi kendini Amerikan yönetimine kabul ettirebilmek için ülkesini ağır bir külfetin altına sokan anlaşmalar imzalama ihtiyacı duyuyordu. Bu da aslında Suudi Arabistan’ın içine düştüğü zilleti ortaya koyması açısından dikkat çekiciydi.
ABD, Suudi Arabistan’a bütün bu silahları ve askerî malzemeleri pazarlayabilmek için İran tehdidi gerekçesinden yararlanmaya çalıştı. Oysa aynı ABD’nin Irak ve Suriye’de İran zulmüyle işbirliği yaptığı ortadadır. O yüzden başta Suudi Arabistan olmak üzere Arap ülkeleri İran’ın Irak ve Suriye’deki saldırgan tutumu karşısında ciddi anlamda sözlü tepki ortaya koymaktan bile çekiniyorlar.
Zirve öncesinde Trump’ın Suudi Arabistan’a Arap Natosu kurdurmak amacıyla gittiği yönünde yorumlar da yapıldı. Fakat görüldüğü kadarıyla asıl amaç Arap ülkelerinin kendi aralarında bir askerî ittifak kurmalarını ve kendilerine yönelecek tehlikelere karşı birlikte hareket etmelerini sağlamak değil silah pazarı oluşturmaktı.
Trump’ın böyle bir zirvenin organize edilmesi konusunda Suudi Arabistan’ı kullanmasının en önemli amaçlarından biri de Arap ülkeleriyle işgalci siyonist rejim arasındaki ilişkileri biraz daha gün yüzüne çıkarmak suretiyle bir normalleştirme süreci başlatmaktı. Fakat bu süreçte her ne şekilde olursa olsun Filistin direnişine ve özellikle de İslâmî direnişe destek olmalarını, ona sahip çıkmalarını istemiyordu. Bu yüzden Filistin İslâmî Direniş Hareketi (Hamas)’ı peşinen mahkûm durumuna sokmak amacıyla bu hareketin terör örgütü olduğu iddiasında bulundu. Onun bu konudaki iddiasına ve çirkin ithamına herhangi bir itirazda bulunulmaması ise söz konusu liderlerin Filistin davasıyla ilgili söylemlerinde ve açıklamalarında ne kadar samimiyetsiz olduklarını ortaya koyması açısından dikkat çekiciydi. Trump’ın Riyad sonrasında da zaten istikameti işgalci siyonistlere yönelikti ve Riyad’dan aldığı intibaları siyonist dostlarına iletecekti.
Riyad zirvesi gerçekte Suudi Arabistan’ın davetiyle Trump’ın önünde toplananların ABD’nin yeni başkanına beyat ilan etmeleri, onun talimatları doğrultusunda çalışmaya hazır olduklarını beyan etmeleri anlamına gelmektedir.