Kaliforniya Üniversitesi'nde çalışmalarına devam eden Erdem İlter, ABD Başkanlık seçimleri ve geçtiğimiz günlerde yaşanan 'Kongre baskınından' hareketle Cumhuriyetçi Parti'nin geleceğini üzerine değerlendirmelerde bulunuyor. Bu konunun ilgi çekici hale gelmesini sağlayan husus ise ABD'de Trump ile başlayan 'yeni' siyaset biçiminin nelere yol açabileceğini göstermesi. Trump'ın dengeden yoksun politik vizyonu Amerika'nın kodlarıyla uyum içindeyken bir yandan da ciddi bir tepki topladı. Perspektif'te yayımlanan bu yazıyı Haksöz Haber okurları için iktibas ediyoruz.
Trump sonrası Cumhuriyetçi Parti’nin geleceği
Bugün Amerikan siyasetine dair sorulacak en anlamlı soru gelecekte yeni Donald Trump’ların meydana çıkıp çıkmayacağı değil mevcut haliyle Cumhuriyetçi Parti’nin bir geleceğinin olup olmadığıdır. Çünkü Cumhuriyetçiler tüm siyasetlerini sayıca istikrarlı bir şekilde gerileyen ve azınlıkta kalmaya başlayan bir demografik taban üzerine inşa etmiş durumdalar. Fakat Barack Obama’nın 2008 ve 2012’deki mutlak zaferleriyle gündeme gelen Cumhuriyetçi Parti’nin geleceği sorunu Trump’ın 2016’daki galibiyetiyle göz ardı edilmeye başlandı.
Rekor katılımın sağlandığı 2020 seçimlerinde Biden’ın rakibine yedi milyon fark atarak ülke tarihindeki en yüksek oyu alan başkan adayı olması bu sorunun tekrar yüksek sesle sorulması için yeterli görünmüyor. Çünkü Donald Trump da son derece çalkantılı geçen dört yıllık sıradışı yönetimine rağmen önceki seçime oranla oyunu on milyondan fazla arttırarak en fazla oy alan ikinci başkan adayı ünvanını kazandı.
Cumhuriyetçiler beklentilerin aksine şimdilik Senato’daki çoğunluklarını korudular ve Temsilciler Meclisi’nde de sandalye sayılarını arttırmayı başardılar. Üstelik seçim sistemindeki çarpıklıktan dolayı ülke çapındaki devasa farka rağmen kritik eyaletlerdeki yüz bin oyun yer değiştirmesiyle 2020 başkanlık seçimlerini tekrar kazanmaları ihtimal dahilindeydi. (Trump 2016’da kazandığı Arizona’yı 10.457, Georgia’yı 11.779, Wisconsin’ı 20.682 ve Nebraska 2. Bölgeyi 22.641 oyla kaybetti. Milyonlarca oyun kullanıldığı bu eyaletleri bu kadar küçük farklarla kaybetmeyip elinde tutabilseydi 270 yeterli delege sayısını tamamlayıp yeniden seçilecekti. Biden ile arasındaki 7 milyon oy farkının ise bir anlamı olmayacaktı.) Cumhuriyetçiler eyaletler bazında ise Gerrymandering denilen taktikle seçim bölgelerini yeniden dizayn edip aldıkları oyun çok ötesinde bir temsiliyet hakkı kazanıyorlar. Bu dizayn sayesinde seçmen temsilcilerini seçmiyor, tam tersine temsilciler seçmenlerini belirliyor.
2018’deki Temsilciler Meclisi seçiminde Kuzey Carolina’daki oy dağılımı ve iki partinin Kongreye gönderdikleri temsilci dağılımı. Demokratlar oyların %48’ini almalarına rağmen eyaletin seçim bölgeleri 2010 yılında Cumhuriyetçi Parti lehine dizayn edildiği için 13 temsilciden ancak 3 tanesini seçtirebildiler. Bu eyalette 13 seçim bölgesi var ve bir seçim bölgesinde çoğunluğu alan sandalyeye sahip oluyor. Her on yılda bir seçim bölgeleri yeniden düzenleniyor ve eyalet hangi partinin kontrolünde ise dizaynı o yapıyor. 2010’da eyalette iktidara gelen Cumhuriyetçiler seçim bölgelerinin haritalarını değiştirerek demokrat oyların ezici çoğunluğunu 3 seçim bölgesinde toplayıp geri kalan on seçim bölgesinde Demokratların azınlığa düşmelerini sağladılar.
Fakat tüm bunlar Cumhuriyetçi Parti’nin demografik (ve ironik olarak demokratik) kâbustan kurtulduğu anlamına gelmiyor. Özetlemek gerekirse demografik değişim Cumhuriyetçilerin aleyhine işliyor çünkü tabanı beyaz, yaşlı, erkek, daha az eğitimli ve kırsalda yaşayan seçmene dayanan Cumhuriyetçiler gençlerin, üniversite eğitimi alanların, şehirleşenlerin, göçmenlerin, kültürel olarak liberal eğilimlilerin sayısının yükselmesiyle gittikçe azınlığa düşen bir parti konumuna dönüşüyor. Hatta mevcut haliyle Cumhuriyetçiler bir azınlık partisi hüviyetine bürünmüş durumda.
Cumhuriyetçi Parti’nin “Beyazlaşma” Serüveni ve “Güney Stratejisi”
Buraya nasıl gelindiğini anlamak için elli yıl öncesine gidip iki ana siyasi partinin nasıl yeniden şekillendiklerine ve farklı tabanlarda konsolide olmaya başladıklarına bakmak gerekiyor.
Yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren uzun bir aradan sonra Cumhuriyetçilere yeniden seçim kazandıran temel dinamikler siyasi bir reaksiyon sonucu çıktı ortaya. 1929’daki Büyük Buhran’a Cumhuriyetçi Parti yönetiminde yakalanan Amerikalılar -iki dönemlik Eisenhower (1953-60) yönetimi dışında- son derece ilerici ve sosyal politikalar vadeden Demokratları sonraki kırk yıla yakın (1933-1968) bir süre boyunca iktidarda tuttular. Önce John F. Kennedy sonra halefi Lyndon Johnson liderliğindeki Demokratların özellikle 1960’larda yükselen siyah, işçi ve kadın hakları hareketlerinin öncülüğünü üstlenmeleri ve Güney’deki siyahların eşit vatandaşlık haklarını kısıtlamaya dönük ırk temelli ayrımcı Jim Crow yasalarını ortadan kaldırmaları buradaki beyazların, zenginlerin ve muhafazakarların Cumhuriyetçi Parti’de konsolide olmaya başlamalarına yol açtı.
Bu tarihin büyük bir ironisi çünkü 1861-65 arası yaşanan Amerikan İç Savaş’ında Güney’deki eyaletlerde statükoyu ellerinde tutan Demokratlar köleliği savunurken, Kuzey’de egemen olan Abraham Lincoln liderliğindeki Cumhuriyetçiler savaştan galip gelip köleliği ortadan kaldırdılar. Fakat Federal ordular Güney’den çekildikten sonra Demokratlar “separate but equal” (ayrı ama eşit) diye kavramlaştırdıkları beyazları ve siyahları kamusal alanlarda ayrı tutan, siyahların oy verme gibi temel vatandaşlık haklarına ulaşmalarının önüne engeller koyan yasalarla siyahları nesiller boyunca ikinci sınıf ve dezavantajlı konumda tuttular. Bu yasaların ortadan kalkması ise ancak 2. Dünya Savaşı sonrasında siyahlar öncülüğündeki Medeni Haklar Mücadelesinin yükselişiyle gerçekleşti.
Cumhuriyetçi Parti’nin muhafazakâr adayı Barry Goldwater’ın Johnson karşısında çok ağır bir yenilgi almasına rağmen komünizm ve Medeni Haklar karşıtı söylemiyle Demokratların Güney’deki kalelerinden olan ve ırkçı Jim Crow Yasalarına beşiklik eden Georgia, Alabama, Mississippi, Louisiana eyaletlerini kazanarak Cumhuriyetçi Parti’nin ülke sathına yayabileceği ve Southern Strategy (Güney Stratejisi) olarak kavramlaşacak olan yeni siyasetinin tohumlarını attı. Sonraki muhafazakâr adayların da bu üstü örtülü ırkçı siyaseti benimsemeleri özellikle 1960’ların ikinci yarısından itibaren siyahların hak mücadelesiyle sarsılan beyaz Amerikalıların Cumhuriyetçi Parti etrafında kenetlenmelerini sağlayarak partiyi sonraki elli yılda iktidara getirecek formülü de şekillendirdi. Bu yüzden adayları arasında çeşitli farklar olsa da Cumhuriyetçilerin temel stratejisi sosyal devlet karşıtı, ırkçılıkla bezenmiş kültürel muhafazakâr bir söylemle ülkede çoğunluğu oluşturan beyazların oyunu almak üzerine kuruldu.
Barry Goldwater 1964 seçimlerinde senatör olarak temsil ettiği memleketi Arizona dışında köleliği kaldırmamak için iç savaşı göze alan ve savaşı kaybettikten sonra ırkçı ve ayrımcı yasaları yürürlüğe koyan Güney eyaletlerini kazanabilmişti.
Demografik Değişim ve Güney Stratejisi’nin Sonu
Fakat bu “Güney Stratejisi” artık miadını doldurmuş uzatmaları oynuyor. Bugün Cumhuriyetçiler ancak seçim sistemindeki çarpıklıktan dolayı Senato’da çoğunluklarını (yirmi milyon daha az seçmeni temsil etmelerine rağmen) koruyup sadece birkaç eyalette aldıkları birkaç bin oy farkla da başkanlık koltuğunu kazanabiliyorlar. Kısa vadede Cumhuriyetçileri rekabete ortak eden bu aritmetiğin orta ve uzun vadede geçerliliğini koruma şansı ise yok.
Bu yüzden Trump’ın 2016’daki zaferini ve 2020’deki rekor oyunu yükselen bir siyasetin başlangıcından ziyade çöken bir siyasetin son çığlığı olarak okumak gerektiğini düşünüyorum. Bugün radikalleşerek kendi tabanını konsolide etmeye odaklanan Cumhuriyetçi Parti gelecekte var olabilmek için yeniden yapılanmak, milliyetçiliği ve muhafazakarlığı tekrardan tanımlamak ve farklı sosyal, ekonomik, kültürel, etnik gruplara açılmak zorunda.
Fakat bu yönde küçük atılımlar olsa da partide henüz ciddi değişim emareleri görünmüyor. Cumhuriyetçi elitlerin siyahlardan aldıkları %10’luk oyu, Latinlerden aldıkları desteğin geçmişe oranla cüzi miktarda artmasını büyük ve yeterli bir başarı olarak görmeleri ciddi bir değişime entelektüel olarak henüz hazır olmadıklarını gösteriyor. Partide aşırı sağcı ve ırkçı kanadın giderek daha baskın olması, Trump’ın parti tabanındaki olağanüstü popülerliği, seçimde çoğunluğu kazanmaktan ziyade seçim bölgelerindeki ayak oyunlarıyla öne geçmeyi önceleyen stratejileri, değişen demografiye ayak uydurmaktan ziyade yargıdaki güçlerini konsolide ederek çarpık sistemi korumaya odaklanmaları, propaganda süreçlerinde komplo teorilerini savunan Taylor Greene ve Lauren Boebert gibi adayların Kongreye girmeleri Cumhuriyetçilerin bu değişimi bir müddet daha erteleyeceklerine işaret ediyor.
Oysa bir zamanlar Cumhuriyetçilerin kalesi olan ve efsane başkanları Ronald Reagan’ı vali seçerek siyasete hazırlayan California’daki radikal dönüşüm muhafazakârlar için tehlike çanlarını uzun zamandır çalıyor. Cumhuriyetçiler beyazların azınlığa düştüğü ve nüfusu kırk milyonu bulan bu eyaletten seçmenlerin üçte ikisinin oyunu kaybettikleri için ümitlerini tamamen kesmiş durumdalar. Gerçek şu ki orta ve uzun vadede Amerika demografik olarak büyük bir California olma yolunda ilerliyor. Bu trendin etkisiyle Arizona ve Georgia’nın kaybedilmesi, Texas’ın bir iki seçim sonra kaybedilme ihtimali Cumhuriyetçiler açısından riskin büyüklüğünü açıklıyor.
California’nın zaman içindeki ırk bazlı nüfus dağılımındaki değişimi. Bir zamanlar Cumhuriyetçilerin kalesi olan eyalet özellikle yoğun Latin göçü ile birlikte beyaz nüfusun azınlığa düşmesiyle Demokratların en önemli merkezi haline geldi.
Cumhuriyetçilerin Seçenekleri
Cumhuriyetçilerin bu durumla nasıl baş edeceklerini anlamak için yine California örneğine baktığımızda iki ana eğilimin karşımıza çıktığını görüyoruz. Birincisi azınlığa düşme veya imtiyazlarından olma korkusuyla ideolojik olarak daha da radikalleşen, göçmenleri dışlayan ve belli bölgelerde yoğunlaşan bir beyaz taban çıkıyor önümüze. Bu noktada yayınlarıyla Cumhuriyetçi tabanı radikalleştiren Fox TV’ye bile rahmet okutacak kadar aşırı sağda yayınlar yapan Trump’ın yeni gözdesi OAN (One America News) tv kanalının California’da doğmuş ve taban bulmuş olması sürpriz değil. Fakat bu aşırı sağcı yaklaşımın mevcut demografik trendler devam ettiği sürece ulusal düzeyde rekabet edebilmesi mümkün görünmüyor.
İkincisi ise göçmenler dahil beyazlar dışındaki grupları da kapsayan hem kültürel hem ekonomik olarak liberal bir kanat çıkıyor ortaya. Bu seçimde Cumhuriyetçi Parti’nin Güney Kore kökenli iki kadın adayının Güney California’da Demokratları koltuklarından ederek Temsilciler Meclisine seçilmeleri partinin kendisini tamamen beyaz tabana dayandırmadan da seçim kazanabileceğini gösteriyor. Bunlardan adaylık sürecini yakından takip etme şansı bulduğum Young Kim pandemiyi ciddiye alan, göçmenlik meselesine son derece ılımlı bir noktadan yaklaşan, küçük işletmeleri desteklemeyi, halkın üzerindeki vergi yükünü azaltmayı, okulların durumunu düzeltmeyi, uçuk ilaç fiyatlarını aşağıya çekmeyi vadeden bir strateji yürüterek ipi önde göğüsledi ve mevcut Demokrat adayı koltuğundan etmeyi başardı.
Son kırk yıldaki radikalleşme ve siyasi kutuplaşma Cumhuriyetçilerin bu zorunlu dönüşümü yapmasının önünde büyük bir engel olarak duruyor. Fakat Mitt Romney’in 2012’de Obama karşısında yaşadığı yenilgiden sonra Cumhuriyetçilerin hazırladıkları son derece gerçekçi analizlerle sunulan raporda belirtildiği gibi demografik dönüşüm partinin değişmesini zorunlu kılıyor. Özetlemek gerekirse rapor 2050 yılına gelindiğinde beyazların nüfusunun azınlığa dönüşeceğini, Latinlerin %30’luk bir kitleye tekabül edeceklerini, Soğuk Savaş neslinin yok olacağını, göçmenlerin, şehirlilerin ve eğitimlilerin sayısının artacağını söylüyor. Çözüm olarak da ırkçı-milliyetçi ve kadınlara, gençlere, Latinlere, siyahlara, eşcinsellere yönelik dışlayıcı siyasetin terk edilmesini, milyarderlerle aralarına mesafe koymalarını, onun yerine orta ve alt sınıfların yaşam koşullarını iyileştirmeye dönük politikalar geliştirilmesini öneriyor. Model olarak da geniş kitlelere hitap edebilen ve farklı toplum gruplarına ulaşabilen Cumhuriyetçi eyalet valilerinin takip edilmelerini güçlü bir dille tavsiye ediyor.
Bu noktada Donald Trump’ın yenilgisi Cumhuriyetçi Parti’de bastırılan reform seslerinin yeniden yükselmesinin önünü açabilir. Çünkü Cumhuriyetçiler için en iyi çıkış yolu Demokratları birebir taklit etmekten ziyade seküler, kadınlara alan açan, market dostu, orta sınıfı önemseyen, kültürel olarak daha özgürlükçü bir yaklaşım benimseyen modern bir merkez sağ parti olmaktan geçiyor. Yine California örneğine dönecek olursak son seçimde eyaleti ilgilendiren bazı sosyal ve ekonomik konularda çeşitli kanun tasarıları da oylandı. Demokrat Parti’nin solcu ve ilerici kanadı eliyle sunulan ve Cumhuriyetçilerin karşı çıktığı mülkiyet vergisini arttırmayı, Uber ve Lyft gibi şirketlerin şoförlerine sosyal haklardan yararlanmaları için kadro verilmesini de içeren tasarıların hemen hemen hepsi üçte ikisi Biden’a oy veren California halkı tarafından reddedildi.
Bu durum artık azınlık partisi konumuna düşen Cumhuriyetçilere gelecekte Demokratlarla nasıl rekabet edebileceklerini gösteriyor. Tabii bunun için önce on yıllardır besledikleri ırkçılık canavarından ve onun temsilcisi Trump’tan kurtulmaları gerekecek. Bu sancılı bir geçiş olacaktır. Dört yıl sonra yapılacak başkanlık seçimlerinde belirlenecek aday partinin evrimi konusunda bize önemli fikirler verecek.