Ali Osman Aydın / Yeni Akit
“Türkçe konuşan Fransızlar” ve kültürel direniş
Daha önce de söylemiştim ama tekrar etmekte fayda görüyorum: AK Parti hükümetlerinin yaptığı en doğru, en kalıcı iş nedir diye sorarsanız size peşinen TRT Çocuk’tur derim.
Hani ‘kültürel iktidar’ nedir, ne değildir diye konuşuyoruz ya… Kültürel iktidar konusunda daha anlamlı bir iş üretilemezdi herhalde.
Şöyle bir geriye dönüyorum ve çocukluğumuzda neler izlediğimizi hatırlamaya çalışıyorum. Uçan Kaz izlerdik mesela. İlk bölümde incil ve kilise teması seyircinin gözüne sokacak kadar yoğun işlenmişti. He – Man iblisler ve büyücülerle dolu mitolojik bir dünyayı anlatıyordu. Voltran’da yüksek teknolojiyle fantezi iç içe geçiyor ve dünya kötülerden kurtarılıyordu. Gerçek üstü imgelerle dolu Kayıp Dünyalar’da Spartacus, Bob ve Rebeca gizemli bir şehri arıyorlardı. Bir western dizisi olan Red Kit ile Bay Amerika’nın maceralarına şahit oluyorduk. Gölgesinden bile hızlı kullandığı silahıyla kötü adamları haklayan Red Kit ile coşuyor, ‘yetersizlik’ hisleri içinde ‘Bay Amerika’nın yenilmezliğine her bölümde tekrar tekrar ikna oluyorduk.
Ninja Kaplumbağalar bir efsane gibi esmişti. Kaplumbağaların her biri Rönesans’ın simge şahsiyetlerinden birinin ismini taşıyordu. Sinan’ı, Baki’yi tanımayan bizim sokağın yamalı pantolon giyen çocukları bir çırpıda Rönesans sanatçılarını sayar olmuşlardı.
Clementin’de bir şeytan olan Malmoth geceleri mutfaktan su içmemizi imkansız kılacak kadar çocuk muhayyilemizi ürpertilerle dolduruyordu. Taş Devri’nde dinozorların iş makinesi olarak kullanıldığı ilk çağa gidiyor Amerikan ailesinin günlük hayatını gözlemliyorduk.
Bunlar ve daha nicesi 80’lerde TRT vasıtasıyla çocuklarla buluştu. Kaç kuşağın yetişmesinde, zihin ve duygularının şekillenmesinde etkili olmuştur bu filmler Allah bilir. Bu filmler genelde Amerikalı, Avrupalı ya da Japon yapımcılara aitti. Fakat Japon yapımları da dahil hemen hepsi mimarisinden aile yapısına kadar Batı’lı bir yaşam tarzının altını çiziyorlardı ısrarla. Hepsinin mesaj olarak sakıncalı olduğunu söylemiyorum elbette ama tek yönlü yayın politikasının parçası oldukları açıktı.
Cemil Meriç harika bir benzetmeyle Cumhuriyet dönemi insanları için “Türkçe konuşan Fransızlardık” demişti. Biz de “Türkçe konuşan Amerikanlardık.“
Çoğumuz köyde doğmuş ebeveynlerin çocuklarıydık. Merkezden uzakta, kentin periferisinde yaşıyorduk. Sıvasız evlerde oturuyor, yer sofrasında yemek yiyor ama bir Amerikalı gibi bakıyor ve düşünüyorduk. Olmak istediğimiz, muhayyilemizde dönüp duran figürlerin hemen hepsi yabancı bir dünyanın çizgilerini taşıyordu. Çizgi film seviyesini aşan ergenler için Rambo ve Rocky’ler sırada bekliyordu. Okulda da kültürümüzden utanmamızı gerektirecek şeyler öğretildiği düşünülürse televizyondan yapılan bu kültürel bombardımana karşı hiçbir koruyucuya sahip olmadığımız kolayca anlaşılacaktır.
Yumuşak güç
“Güç ve Bağımsızlık” kitabının yazarı Joseph S. Nye ortaya attığı “yumuşak güç” teorisinde “gücün temel tanımı çevrenizdeki insanlara istediğiniz şeyi yaptırabilecek etkinizin olmasıdır” dedikten sonra bunun nasıl gerçekleştirileceğini şöyle anlatır:
“Bunu gerçekleştirmek için izleyebileceğiniz üç temel yol vardır: Birinci yöntemde, onları sopayla tehdit edebilirsiniz; ikinci yöntemde havuç vererek onları kandırırsınız; Üçüncüsünde ise onları etkileyip ikna etmeye çalışır, iş birliği yapmaya davet edersiniz, böylece onlar da sizin istediğiniz şeyin aynısını istemeye başlayacaklardır. Eğer onları etkile- meyi başarırsanız, bu size daha az havuca ve daha az sopaya mal olacaktır.”
“Yumuşak güç”, politik bir yapının diğer politik yapıların bilincini, tutum ve ideallerini; kültürel ve ideolojik araçlarla etkileyebilme, değiştirebilme kapasitesi ve yolu olarak tarif ediliyor.
Bir ülkede sizin yazarlarınız okunuyor, filmleriniz izleniyor, kıyafetleriniz giyiniliyor, şarkılarınız çalınıyor, ürettikleriniz tüketiliyor, yaşam biçiminiz taklit ediliyorsa artık o ülkeyi fiilen işgal etmenize gerek yoktur. Orası zaten sizindir. Hem de zorla değil, gönüllüce…
Mesela geçen yüzyılın ilk çeyreğinde Rusya’dan doğan benzer bir yumuşak güç tehdidine karşı en büyük direniş Hollywood’da ve Avrupa sinemasında gösterildi. Batı bütün kültürel enstrümanları kullanarak kendini son derece katı, muhafazakarca yöntemlerle yükselen komünizmden korumaya çalıştı ve başardı da…
Bugün Japonya dünyanın en saygın yönetmenlerinden Hayao Miyazaki yapımları başta olmak üzere devasa animasyon piyasasıyla ve elbette diğer kültürel enstrümanlarla dünyanın en önemli yumuşak güç kullanıcılarından biri. Çizgi filmleri başta kendi ülkesi olmak üzere yüzlerce ülkede çocuklar ve gençler tarafından büyük ilgi görüyor. Özgün kültüründen geriye kalanı bu kültürel üretimle yaşatmaya, korumaya çalışıyor.
TRT Çocuk ve kültürel direniş
Bütün noksanlarına rağmen TRT Çocuk bu anlamda kültürel direnişin adamakıllı gerçekleştirildiği ilk ve belki de tek platform. Başarısı sadece sunduğu kalitede değil bu kalitenin her geçen gün daha fazla çocuğun dikkatini çekmesinde yatıyor.
TRT Çocuk “daha az havuç” harcamak isteyen Amerika, Asya ve Avrupa menşeli animasyon yapım şirketlerinin Türkiye’deki çizgi film piyasasında en başından beri süregelen tartışmasız üstünlüklerini ellerinden aldı.
Kendi yarattığı networkle yerli animasyon piyasasının gelişmesini değil “doğmasını” sağladı. Zira TRT Çocuk’tan önce bugünkü gibi gelişmiş bir yerli animasyon piyasasından söz etmek mümkün değildi. Şimdi uluslararası arenada “marka” ürünlere sahip bir çok yerli firma var. Bu firmaların yapımları Türkiye’de ve dünyada büyük ilgiyle takip ediliyor.
Karnıyarık, cacık, sarma, güllaç, kuru fasulye, su böreği, halay, ramazan pidesi, sahur, iftar, ramazan davulcusu, Hezarfen, Mevlana, İstanbul ilk defa bu yapımlarla çocukların dünyasına girdi. Çocuklar Rafadan Tayfa’nın bir bölümünde ramazan davulcusu oluyorlar, diğer bölümünde iftar çadırı kuruyorlar…
Kahramanlar geleneksel ailelerin oturduğu sıcacık mahallelerde yaşıyor, iyi kalpli amcalar ve teyzelerin arasında neşeyle büyüyorlar. Çizgi filmler yemeğimiz, türkülerimiz, aile yapımız, mizahımızla bize özgü dünyanın çocuklara nüfuz etmesini kolaylaştırıyor; bir kendilik şuuru oluşturuyor. Üstelik bu sadece geleneksel motifler üzerinden nostalji oluşturularak yapılmıyor. Çizgi filmlerin önemli bir kısmında bilimsel bir ton olduğunu, bilime meraklı çocukların başından geçenleri işlediği ve bu yolla özgüven telkin ettiğini de söylemeden geçmemek gerekiyor. Bunun etkileri hemen şimdi değil, bu çizgi filmlerle büyüyen kuşak yetişkin olduğunda ortaya çıkacak.
100 yıllık radikal Batılılaşma dönemimiz içinde büyük bir ciddiyetle kendi referanslarımıza döndüğümüz en önemli alan, TRT Çocuk. Zaten ancak böyle yaparsanız nesilleri “Türkçe konuşan Amerikalılar” olmaktan kurtarabilirsiniz!
TRT Çocuk’un youtube hesabının abonesi 6 milyondan fazla ki bu ileride daha da artacaktır. Filmlerinin izlenme sayısı toplam 5 buçuk milyar civarında. TRT Çocuk sinema filmleri artık gişede Pixar’ın, Disney’in, Studio Ghibli’nin filmleriye yarışıyorlar.
TRT Çocuk’un çeşit çeşit Ramazan programını görünce bu çok önemli, ama aktüel siyasetten dolayı göz ardı edilen başarının altını çizmek istedim. Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek gerekiyor.
Tabii zihnimizi kurcalayan şöyle bir durum da var. Olası bir iktidar değişikliğinde TRT Çocuk’un misyonunda, işlevinde nasıl bir değişiklik olması planlanıyor acaba? Dini herhangi bir sembolü ışık hızıyla “ çağdışı” ilan eden Millet İttifakının iri aktörünün besmele çeken çizgi karakterlere nasıl yaklaşacağı merak konusu! Vakti zamanında: “Türk çocuklarına yalnız garp musikisi öğretilecektir” diyerek mekteplerde Türk musikisini 50 yıldan fazla yasaklayan bu zihniyet, Rafadan Tayfa’nın iftarlı-sahurlu içeriklerine ne kadar tahammül edebilir sizce?
Yani böyle bir değişimde, bu cephede kültürel direniş devam eder mi, etmez mi? Sizce?..