Postmodern darbe İslami kaygıları olan kesimlerde önemli bir kırılmaya yol açmıştı. Beklenmedik bir anda tersyüz edilmenin, dışlanmanın, yok sayılmanın ortaya çıkardığı hayal kırıklığı. Bu hayal kırıklığının travmaya dönüşmesi etkinin ne kadar derin olduğunu gösterir. Her 'siyasi başarısızlık' gibi postmodern darbe de İslami kaygıları toplumsal ve siyasal platforma taşıma iddiasındaki kadroların bu zamana kadar takip edegeldikleri yolu, yöntemi hatta liderlerini sorgulamalarını da beraberinde getirdi.
Ortaya çıkan durum, 'nerede yanlış yaptık' sorusuna cevap arayan bir özeleştiriden çok kendi gerçekliğinden kuşkuya düşen, gittikçe kendi söylemine yabancılaşan kuşku siyasetine kapı açıldı.. Bu özeleştiri iktidar çevreleri, medya ve egemenler tarafından alabildiğine desteklendi. Hatta bu tür özeleştiri sahipleri cesaretlerinden ötürü siyasal olarak ödüllendirileceklerinin işaretleri bile verilmeye başlandı. Aslında özeleştiri adına yapılan şey tam bir 'itirafçılık'tı…
İtirafçılığa dönüşen özeleştirinin hakikati aramakla bir alakası olamazdı. Sonuçta İslami kaygıların yerini küreselleşmenin tartışmasız kabulüne, liberal ahlaksızlığa teslim edilmesi oldu. Bunun siyasal karşılığı hakikat arayışının nasıl pragmatist başarıya heba edilişinin hikayesidir aslında. Özeleştiri adına itirafçılık çukuruna düşmeyenler ise ne pratik anlamda ne de siyaset anlayışlarının muhtevası, dili, gelecek tasavvuru hakkında en küçük kuşkuya düşmeden eski şarkıyı tekrarlamakla yetindiler. Özeleştiri yapmadıkları gibi alternatif bir söylem geliştirmek bir yana uzakta kaldıkları iktidar karşısında yeni bir muhalefet dili de kuramadılar. Yapılan eleştiri “neden biz değil de onlar” düzeyinden ileriye geçmedi.
Şimdilerde benzer travmanın işaretlerini görmek mümkün. Postmodern darbe kadar olmasa da bunca iktidar gücüne ve toplumsal meşruiyete rağmen apaçık haksız biçimde yeni darbe modellerinin manevra alanı haline geldiklerini hissetmemeleri mümkün değil. Bunca açılıma, halk desteğine ve geliştirilen sistemin temel hedeflerine uygun dile rağmen reva görülen muamele karşısında sinirlerin gerilmemesi mümkün değil. Üstelik kimsenin takiye falan yaptığı yok. Artık takiye bile yapılmadığı bir siyasal söylemin mağdurları olarak karşı karşıya kalınan darbenin psikolojik sonuçları çok daha derin.
Aslında yargı darbesi, e-muhtıra gibi sistemin merkezinden gelen hamlelere karşı her türlü İslamcılık iddialarını terk eden, İslami kaygılar yerine liberal çıkarcılığı öne koyan bir siyasi hareketin duvara toslaması gibi bir etkiden bahsediyoruz. Darbenin etkisinin ne kadar derin olacağı ya da ne kadar sürede toparlanıp atlatılacağı konusunda şimdiden bir şey söylemek mümkün değil. Ancak söz konusu uyuma rağmen reva görülen muamele karşısında nasıl bir tepki geliştirileceği, dahası bu darbenin siyasal şuurda neleri tetikleyeceğini bilmiyoruz.
Bilinen tek şey yaşanan bunca travmaya ve peşisıra gelen düşünsel ya da en azından kaygılar düzeyinde yaşanan dönüşümlere rağmen sonuç benzer bir 'başarısızlık' gibi görünüyor. Meşruiyetini topluma kapalı, buyurgan sınıf/statü çıkarlarından alan bir avuç seçkinler zümresinin, söz konusu olan ülkenin geleceği dahi olsa toplumu karşılarına almaktan çekinmemeleri; bunca iktidar gücüne rağmen çaresizlik durumuna düşülmesi travmayı besleyen bir faktör.
Doğrusu bu tür “e” ve “y” gibi alfabe sıralamasıyla başlayan darbe girişimlerinin travmaya dönüşmeden daha esaslı bir sonuca götürebileceğini düşünüyorum. Bunlardan biri ve ilk akla geleni; daha önceki kırılmada olduğu ve e muhtıra sonrası seçime yansıdığı gibi daha liberal rengin egemen olmasıdır. Bu aynı zamanda sistemin seküler karakterine, taleplerine daha çok (bunun sınırını hiçbir zaman kendileri belirlemeyecek) karşılık veren siyaset tarzına veya tersinden İslami kaygılardan gittikçe uzaklaşan tutumun bir benzerinin yaşanması olabilir. Böylece daha önce başarılı olduğu düşünülen bir yöntem yeniden denenmek istenebilir. Böylesi bir siyaset tarzının toplumsal taleplerin siyasete taşınması anlamında önemli bir geri adım sayılacağı tartışma götürmez.
İkinci olarak özellikle geniş kitleler üzerinde oluşacak hayal kırıklığı doğuracağı, kitlelerin siyasetle, sistemle ilişkilerinde şok etkisi yapacağı açık. Ortada bir şok etkisi varsa bu beklentinin karşılanmaması yani hayal kırıklığından bahsediliyor demektir. Sisteme, memlekette cari olan demokratik oyuna çok iyimser yaklaşan geniş kitlelerin ve onlar adına siyaset yapanların beklentilerinin boşa çıkmasından bahsediyoruz demektir.
Bu tür kırılmalar bazı temel soruşların gündeme getirilmesine, sorgulamaya yol açtığı oranda anlamlı olur. Bu itirafçılığın tersinden bir muhasebe imkanı demektir. Mesela İslami kaygı taşıyan kesimler başörtüsü meselesi aksak, yanlış biçimde çözülseydi başka ne türden talepleri olacaktı? Bu çok temel bir soru. Alfabetik muhtıra sahiplerinin iddialarının aksine, müdahale olmasaydı sistemin İslamlaşması, İslamcı bir siyaset adım adım uygulanacaktı iddiası çok boş bir retorikten ibaret. Keşke memlekette her türlü siyaset tarzının tartışılabileceği bir ortam olsaydı, kimin ne isteyip istemediği ortaya çıkardı. Bu süreç korku siyasetinin gölgesinde kalan özeleştiri cesaretini tetiklemeye vesile olursa önemli bir açılım bile olabilir.
Mesele, gerçekten özeleştiri mi yoksa farklı bir itirafçılık sürecini mi başlatılacağında düğümleniyor.
Yeni Şafak gazetesi