Genelkurmay başkanı bir devlet memurudur.
Gerekirse, başbakan, çağırıp askerî konularda kendisinden bilgi alır.
Önerilerini de sorar.
Sonra hükümet karar verir.
Genelkurmay başkanı da hükümetin talimatlarını yerine getirir.
Onun dışında genelkurmay başkanı, siyasi konularda fikirlerini kamuoyuna açıklayamaz.
Parlamentoyu ya da hükümeti açıkça eleştiremez.
Eğer böyle bir şey yapmak istiyorsa önce istifasını yazması gerekir.
Dünyanın tüm gelişmiş ülkelerinde sistem böyle işler.
Birinci Irak savaşında Amerikan kuvvetlerinin başında “çöl ayısı” denilen çok başarılı bir general vardı.
Savaşı kazanıp Bağdat yolunu açtı.
Gidip Bağdat’ı alabilirdi ve almak istiyordu.
Ona göre askerî açıdan bu gerekliydi.
Amerikan hükümeti ise Ortadoğu dengelerine bakarak Bağdat’ın alınmamasına karar verdi.
Bağdat’ın alınmasının İran’ın bölgedeki gücünü arttıracağını tahmin etmişlerdi.
Meseleye sadece askerî açıdan bakan general, hükümetin hangi nedenlerle böyle bir karar aldığının tam kavrayamadı ve kendi hükümetini eleştiren bir açıklama yaptı basına.
Hemen görevden aldılar.
Doğrusu da budur.
Savaş askerî bir akıl gerektirir ama siyaset için sivil akıl lazımdır.
Biliyorum, gelişmiş dünyanın ölçüleri bizde yadırganıyor.
Türkiye’nin “gelişmemiş” bir ülke olduğunu kabul ediyorlar ve “gelişmesini” de istemiyorlar.
İstiyorlar ki “generaller” konuşsunlar ve siviller onların aklına uysunlar.
CHP ile MHP, Genelkurmay Başkanı’nı “konuşması” ve “kırmızı çizgileri” belirlemesi için çok zorladılar.
Genelkurmay Başkanı da konuştu.
Kürt sorununun nasıl çözüleceği, eğitimin hangi dilde yapılacağı Genelkurmay Başkanı’nın üstüne vazife değil.
O savaşmaktan sorumlu.
Savaş derler, savaşır.
Barış derler, barışır.
Savaşa ve barışa generaller karar veremez.
Savaşa girmeden önce “ordunun hazır olup olmadığını, askerî şartları” hükümete anlatır.
O kadar.
Bizim genelkurmay başkanları maşallah her konuda konuşuyor.
Kendi işleriyle uğraşacaklarına siyasetle uğraşıyorlar.
Kürt meselesini askerin aklıyla mı çözeceğiz?
Bu meselenin çözülebilmesi için yepyeni yöntemler, bugüne dek rastlamadığımız üsluplar ve yaklaşımlar gerekli.
Anlaşılıyor ki barış konusunda Türkiye epey zorlanacak.
Genelkurmay Başkanı konuştuktan sonra iktidar partisinin sözcüsü de “paşaya” hak veren bir açıklama yaptı.
“Siz karışmayın paşam” diyeceklerine, “çok haklısınız paşam” dediler.
AKP, generale ayak uydurmaya çalışırken DTP de öbür uca doğru sertleşti.
PKK zaten bir gün önce esip gürlemişti.
Türkiye’nin siyasi sahnesindeki bütün aktörler, silahlılar da dahil olmak üzere aslında bir “mucize” peşindeler.
Hem barış olsun yeni bir hayat başlasın istiyorlar hem de eski konumlarını sürdürmek istiyorlar.
Bu mümkün değil.
Kürt meselesinin çözümlenmesiyle birlikte her şey değişecek, AKP dünyaya daha hızlı açılmak zorunda kalacak, CHP ve MHP “milliyetçilik ve hamaset” üzerinden oy alamayacak, DTP “tek yönlü politikaları” terk edip halkın refahına yönelik projeler yaratmak zorunda kalacak, ordu kışlasına çekilecek, PKK silahlarını bırakıp dağdan inecek.
Bu aktörler bu gelişmelerden hoşlanmayabilir.
Ama başka çareleri yok.
Bu ülke savaşla gidebileceği yere kadar gitti, bundan sonra ancak barışla ilerleyebilir ya da Avrupa’nın kenarında kör bir apandisit gibi iltihaplı bir fakirliğe teslim olur.
Yeni bir dönem başlıyor.
Yeni laflar gerekli.
Yirmi beş yıldır biz bu ezberlenmiş lafları dinledik, binlerce çocuğumuz öldü.
Bize çocukların ölmeyeceği bir sistem lazım.
Susmayı bilen generaller ve konuşmayı bilen siyasetçiler lazım.
İnsanları öldürmek kolay, bunu herkesin yapabileceğini gördük.
İnsanları yaşatmak zor, bunu becerebileni henüz görmedik.
Ama görmek istiyoruz.
Bunu bütün toplum istiyor.
Bize barışı, huzuru, mutluluğu verecek bir yol görmek istiyor toplum.
Bu eski yollar kan dolu çünkü.
Ve, biz kandan bıktık usandık.
TARAF