Resmi tören ve resmi semboller üzerine inşa edilmek istenmiş her şey. Yeni değil bu, başından beri her şey ve herkes resmi tören ve sembollere göre hizaya çekilmek isteniyor. Yeni bir ulus, modern bir kimlik, laik-Türkçü bir perspektif inşa etmek üzere planlanmış her alan.
Eğitim-öğretimden başlamak üzere hayatın her alanını kuşatacak bir biçimde resmi tören ve sembollerle bu kadar yoğun muhatap olan bir başka toplum var mıdır acaba? Törenlerle yatıp kalkmak, kendini ve ötekini törenlerle tanımlamak, bayram ve geçitlerde kendi kendine ‘coşku efekti’ vermek normal bir ruh halinin, sağlıklı bir kafanın işi olabilir mi?
Her sabah derse başlamak üzere okula gelen çocukların saygı duruşu ve andımız töreni ile güne başlamasından yapı kooperatifi yönetim toplantısına kadar her yer ve zamanda bir saygı duruşu, bir bayrak töreni yapılıyor neredeyse. Törensiz bir hafta, törensiz bir gün geçmiyor. Tören bağımlısı bir devlet, tören bağımlısı bir toplum olmanın haklı gururu mudur yaşanan?! Devletin ne kadar güçlü olduğunu, toplumun Atatürk ilke ve inkılaplarına son derece sadık olduğunu, bireylerin bütün dertlerini unuttuğunu ispatlamak açısından resmi törenler gibisi yok demek ki!
Otoriter ve totaliter bir rejimi tahkim etmenin imkan ve zemini olarak topluma karşı kullanılan resmi törenler meselesinin kökten tartışılmasının zamanı çoktan geldi de geçti bile. Fert ya da toplum olarak neden bu resmi törenlere katılmak zorunda olalım ki? Sadece başörtüsü, smokin meselesi değil tartışılması, itiraz edilmesi gereken. Kim ne derse desin. Resmi törenlerle bir verilmek istenenler var, bir de alınmak istenenler var. En başta resmi törenler mahiyeti itibariyle bireye ve topluma nasıl bir kimlik kazandırmak istiyor ve hangi değerlerden ayrıştırmak istiyor? Resmi törenlerin felsefi ve ideolojik bir arka planı var elbette. Krize dönüşen, çıkmaza giren, komik duruma düşen ama her halukarda siyaseti ve toplumu rehin tutmak isteyen bürokratik elitlerde ciddi bir ‘resmi tören saplantısı’ hakim.
Törenlerin içeriğini, şeklini, zeminini, zamanını belirleyen kim? Cevap net: Asker ve sivil bürokrasi belirliyor. Toplum ve siyasetin resmi törenlerdeki yeri bürokratik sınıfın yüksek müsaadeleri eğer lütfederlerse bir renk olarak, bir dolgu malzemesi olarak kenarda bir yere ilişmektir. Ne tören sahiplerinin yetkisini, tahakkümünü ne de törenlerle üzerimize giydirilmek istenen kimliği sorgulama hakkı tanınmıyor. Fakat birileri böyle bir hakkı bize tanımıyor diye biz de bu oyunun bir figüranı olmaya razı olacak değiliz herhalde.
Resmi tören ve semboller siyaseti ve toplumu bir terbiye ve kontrol aracı işlevi görüyor halen. Basit bir protokol üzerinden en temel hakların inkar edildiği, insanların kimlik ve tercihlerinin yok sayıldığı bir eziyete, bir zorbalığa imkan tanımamak gerek. Kahramanlık destanları anlatmaya, gaflet ve dalalet içerisindekileri uyarmaya ilişkin klişeleşmiş bir güç gösterisinden ibaret basit müsamerelerden başka bir şey yok ortada.
Her yıl tekrarlanan nutuklar klasik bir doldur-boşalt repliğidir. İnsana ve topluma aklen ve ahlaken kazandırmak istediği bir şey yoktur. Akıldan azade bir coşku, mantığı ezip geçecek bir hamaset makbuldür her zaman. Bu sebeple aklen ve ahlaken kazandırmaz, kaybettirir. Devletin ezdiği bir şahsiyet, sürüleştirdiği bir toplum çıkarır ortaya.
Türklük gurur ve şuuru kazansınlar, varlıklarını sadece Türk varlığına armağan etsinler, Atalarının izinden hiç ayrılmasınlar söylemi ve töreni ile akıllar ve vicdanlar çürütülüyor. Bu açıdan bakılınca herhangi bir ilkokulun bahçesinde düzenlenen resmi törenlerde söylenenlerin, yapılanların Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı’nın katıldığı törenlerde söylenenlerden, yapılanlardan neredeyse hiç farkı yoktur. Farkı yoktur çünkü bütün uğraşların merkezinde fark olmaması, homojen olması hedeflenmiştir. Askeri nizam ve disiplin ilkokul çocuğuna da Cumhurbaşkanı ve Başbakana da protokolde durması gereken yeri işaretler, söylemesi gerekenin sınırlarını belirlemek ister.
Törenlerin ve törenlerle bireye, topluma ve siyasete haddini, hududunu belirleme küstahlığının sonunu getirmek gerek. Kendine saygısı olan bir toplum ve siyaset, bürokrasinin elinde oyuncak olmaz. Törenler yasası ve protokolü resmi ideolojinin kendini topluma dayattığı Tek Parti döneminin küflü-paslı bir mirasıdır. Her zaman sıkıcıydı ve eziyetti bu resmi törenler. Şimdi daha çok sıkıcı daha çok eziyet halini aldı bu törenler.
Fakat işin aslı esası değil de halen teferruat kabilinden olanlarını konuşuyoruz maalesef. CHP ve Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı’nın eşi başörtülü olduğu için resepsiyonu boykot edecek mi, etmeyecek mi? Genelkurmay’ın alternatif resepsiyonunu örtülü bir muhtıra olarak mı değerlendireceğiz? Başkent Ankara dışında yapılan tören ve resepsiyonlarda askerler hangi belediye başkanlarını fırçaladılar, hangi siyasetçiye tavır aldılar? Törenlerde bir protokol krizi yaşandı mı? Törenlerde ıslanıp üşüyen, sıcaktan bayılan çocuklara sağlık ekipleri nasıl müdahale etti? vs. diye uzayıp giden magazin tartışmaları asıl gündemi gölgelemekten başkaca bir amaca hizmet etmiyor.
Resmi törenleri farzı ayn ibadetler gibi algılayan hatta daha da ileri gidip bütün bir topluma ve seçilmiş siyasete dayatan zorba bir ideoloji ve vesayetçi bir bürokrasi var karşımızda. Resmi törenlerle askeri vesayeti devam ettirmek isteyen silahlı-sivil bürokrasi eskisi kadar güçlü değil. 28 Şubat darbe sürecinde resepsiyondan muhtıra çıkarabilmiş, geçit törenlerinden siyasete ve topluma korku salabilmişlerdi. Ancak şimdi ne muhtıra verebilecek özgüven ve güce sahipler ne de siyasete ve topluma korku salabilecek bir otoriteye sahipler. Kala kala ellerinde gövde gösterisi yapabilecekleri bir takım törenleri kaldı.
Törenlerin mahiyetini tartışmak en temelde askeri vesayeti tartışmaktır. Resmi törenler, asker millet-asker devlet konseptinin önemli bir unsurudur. Tek tipleştirmenin, devlet ve asker karşısında birey ve toplumun kişiliğini, kimliğini silikleştirmenin, edilgenleştirmenin fiili ve psikolojik harekatı resmi törenler üzerinden sürdürüldü ve el’an sürdürülüyor. Düzenli tatbikatlarla askere alınan gençleri, düzenli törenlerle toplumu ve siyaseti komuta kademesinin planlamaları doğrultusunda disipline edip bir istikamete sevk etmek üzere sürdürülüyor.
Askeri vesayeti kırmanın yolu, bu vesayeti mümkün kılan yürürlükteki yasal veya psikolojik bütün düzenlemelerin kaldırılmasından geçer. Törenler üzerinden sürdürülen gövde gösterisinin sürgit devam etmesine göz yummak, duyarsız kalmak sadece geçmişimizin değil bugünümüzün ve geleceğimizin de ipotek altına alınmasına razı olmak demektir. Törenlerden geriye kalan sadece ezilmek, yok sayılmak, itilip-kakılmak olmamalı.
On yıllardır bütün bir toplumu küçük düşüren ve öğrencisinden öğretmenine, akademisyeninden siyasetçisine kadar hemen her kesimi basit bir müsamerenin figüranı olmaya mahkum eden resmi törenler için köklü bir çözüm bulmak gerekli. Hiçbir insanın ezilmediği, küçük görülmediği, aklın, fıtratın ve iradenin dışlanmadığı bir toplumsal hayat; Türkçü, ulusalcı, askeri bir ideolojiyi hakim kılma mücadelesinin bir parçası olan resmi törenlerle inşa edilemedi, bundan sonra da edilemez. Zararın neresinden dönülürse kardır. Geçen her an, düzenlenen her yeni tören ciddi bir kayıptır. Bu müsamere düzenine artık bir son vermenin zamanı gelmedi mi?