Kemalizm dinine/ideolojisine tabi olmaya, onu bir yaşam tarzı olarak benimsemeye, her sabah ona bağlılık andı içmeye, varlığını ona armağan etmeye, hayatın bütün alanlarının onunla kuşatılıp dönüştürülmesine, özetle Kemalizm dininin ilahlarına, putlarına, putlaştırılan şahsiyet ve ilkelerine kulluk yapmaya itiraz ederek, adalet ve özgürlük talep edenler, kendi ülkesinde özgürce, insanca ve Müslüman’ca yaşamak isteyenler, bir takım yasalar, saptırılmış keyfi yorumlarla genişletilerek ve ideolojik yorumlarla kanunsuz suç ve cezalar ihdas edilerek baskı altına alınmakta, hizaya sokulmaya çalışılmaktadır. Evet başta eğitim olmak üzere hiçbir toplumsal alanda, Kemalizm de dâhil herhangi bir din ya da ideolojinin hiç kimseye dayatılmaması gerektiğini söyleyen, okulların, özgürlük adaları haline getirilerek ideolojik dayatmalardan, resmi tören putperestliğinden ve militarizmden arındırılmasının en temel insan hakkı olduğundan bahseden herkese hemen TCK 216, 301 ya da 5816 Sayılı Yasa gereğince soruşturma başlatılmaktadır. Hatta kimi savcılar aynı ifadeler için “acaba hangi maddeyi kullanarak dava açsam” tereddüdü geçirmekte ve bu tereddüdü bizlere de ifade etmektedirler. Bu maddeler, her türlü suçun, hatta kanun koyucunun hiç hedeflemediği hususların bile suç sayılıp içine konabileceği “kırkambar” maddeler olarak kullanılmaktadır. Böylece, Kemalist, ulusalcı, laik resmi ideoloji kuşatmasına, baskısına, zulümlerine yönelik düşünce özgürlüğü çerçevesindeki itiraz ve eleştiriler, bu yasa maddelerinin, metinleri ve ihdas ediliş gerekçeleriyle alakasız, keyfi yorumlarıyla verilen ideolojik, siyasi yargı kararlarıyla susturulmaya çalışılmaktadır.
Sahici Adalet ve Özgürlüğe Ancak Direnerek ve Bedel Ödenerek Ulaşılır
Gerek oligarşik despotların, gerekse iktidar ve rant uğruna onlara biat etmiş, zulümlerine alet olmuş siyasi kadroların bu zulmüne karşı direnmedikçe, adalet ve özgürlük taleplerimizde ısrar etmedikçe, bu uğurda gerektiği takdirde bedel ödemeye hazır olduğumuzu yaygın bir biçimde göstermedikçe adalet ve özgürlüğe kavuşmak mümkün değildir. Sıvas’ta bir TV programında, “Laiklik ve Kemalizm uğrunda ölenlerin şehid olmadıklarına, bu kavramın İslam’a, ilahi alana ait bir kavram olduğuna, vahyin belirlediği ölçüye göre ancak Allah yolunda ve Allah’ın hükümlerini hâkim kılma uğrunda ölenlere şehid denebileceğine, İslam’a ve İslam şeriatına karşı savaşarak pozitivizmi hâkim kılmayı esas almış, İslam’ın hayata en küçük yansımasına bile tahammülü olmayan, bu yüzden başörtüsüyle bile savaşan laiklerin, Kemalistlerin din istismarı yaparak ve kendi ideolojileriyle de büyük bir çelişki sergileyerek laik Kemalist sistemin egemenliği yolunda ölenlere şehid deme tutarsızlığı gösterdiklerine” dikkat çektiğimiz konuşmamız sebebiyle başımıza gelenler, açılan linç kampanyaları ve yapılan yargılamalar sonucunda, bugün artık herkesin bu ilmi hakikati özgürce söyleyebileceği bir vasata ulaşılmıştır. Aynı şekilde, yine bir TV yayınında sorulan bir soru karşılığında “Atatürk’ü sevmiyoruz” diyebilme dürüstlüğünü ve yürekliliğini gösteren kardeşlerimizin başına gelen linç kampanyası ve savcılık soruşturmaları sonucunda, bu konuda da bir mevzi kazanılmış yeni bir özgürlük alanı elde edilmiştir. Bundan sonra artık herkes “Atatürk’ü sevmediğini” rahatlıkla söyleyebilecektir. Peki, neden 80 yıldır bu özgürlüklerimiz yoktu da bugün var? Çünkü bedelini göze alarak, kimliğimiz, ilkelerimiz ve özgürlüğümüz için bu ilk adımların atılması ve küçük ya da büyük de olsa bedelinin ödenmesi gerekiyordu ve işte bedeli göze alınarak atılan bu ilk adımlar sonucunda bugün bu konular özgürce konuşulabilir hale gelmiştir. Tıpkı Amerika’da “zenci”lere yönelik ayrımcılığa karşı çıkıp, bedelini ödemeyi göze alarak otobüste “beyaz”a yer vermeyen yaşlı zenci kadın Rosa Parks’ın, Montgomery otobüs boykotunun ve ayrımcılığa karşı direnişin ilk kıvılcımını çakması gibi, bir kısım kardeşlerimizin başörtüsü yasağına karşı yıllardır ve ısrarla sürdükleri onurlu direniş ile buna ilaveten özellikle İLKAV ve Özgür-Der çevresindeki kardeşlerimizin yürüttükleri resmi ideoloji kuşatmasına, Kemalist dayatmalara karşı özgürlük mücadelesi de, medyanın kör ve sağır davranmasına rağmen, özgürleşmeye giden yolda bu tür ilkleri teşkil etmektedir. İnşallah eğitimde resmi ideoloji kuşatmasının ve resmi tören despotizminin sona erdiği günlere de bir gün ulaşıldığında, bu sonuç da, İLKAV ve Özgür-Der’in öncülüğünde bu konularda atılan ilk adımların ve haklarında açılan kapatma davalarına rağmen onurlu ve ilkeli bir tutumla bu adımların arkasında duran ısrarlı mücadelelerinin semeresi olacaktır. Bu tür adalet ve özgürlük mücadeleleri, hem tevhidi davetin ve vahye şahidliğin daha geniş kitlelere ulaştırılması, hem de adalet ve özgürlük mücadelesi sorumluluğumuzun yerine getirilmesi anlamına gelmektedir.
İşte bu pratik de gösteriyor ki özgürlükler, egemen zorba sistem ve ideolojisiyle uyumlu davranarak, yapılan baskı ve zulümlere, hukuksuzluklara, insan hakları ihlallerine sessiz kalarak, bunları kanıksayarak elde edilemiyor. Tam tersine özgürleşebilmek için, despotizme muhalif olmak, zorbalığa, zulme ve dayatmalara karşı itiraz etmek, uyumlu olmayı reddedip hesap sormak, egemen despotlara ve ideolojik dayatmalarına rıza göstermeyerek sorun çıkarmak, sonuçta bu hukuksuzlukları tartışma zeminine çekmek, ifşa etmek, zalimleri geri adım atmaya sevk edecek tepkiler organize etmek gerekmektedir. Tabi daha geniş bir özgürlük alanı elde edebilmek için de, zulmü kanıksamış olan mazlum kitlelerde muhalefet bilincini yükseltmek, yıldırılmış, sindirilmiş, korkutulmuş ve edilgenleştirilip pasifize edilmiş mazlum halk kitlelerine hakkını arama, hesap sorma yürekliliğini kazandıracak örneklikler oluşturmak, zulmü kanıksama zilletinin farkına varmalarını sağlamak ve zamanla korku krallığının surlarında gedikler açarak, zulme itiraz, adalet ve özgürlük mücadelesine daha geniş kitlelerin katılımını sağlamaya çalışmak gerekmektedir.
Dinlerin/ideolojilerin ayrışması, farklı olduklarını ve birbirine zora, baskıya dayalı müdahaleler yapmamaları, kendi inançlarını, düşüncelerini ötekine dayatmamaları gerektiğini, farklılıklarıyla varlıklarını kabul edip, barış ve adalet zemininde özgürce bir arada yaşamaya kendilerini alıştırmaları gerektiğini anlatmalıyız. Bu barış, adalet ve özgürlük vasatına ulaşmanın da ancak, zulme itiraz, hesap sorma ve herkes için adalet-özgürlük mücadelesiyle mümkün olduğunu açıkça ifade etmeli ve gereğince davranmalıyız. Allah’ın izniyle, bizler şahidlik sorumluluğumuzu yerine getirerek ve yüreklendirici güzel örnekliklerle doğru bir adalet ve özgürlük mücadelesi ortaya koyarak üzerimize düşeni yaparsak ve toplumun bir kısmı da özündekini, değiştirip, yılgınlığı, sinmişliği üzerinden atarak muhalefet bilincini kuşanırsa, bu anlamda nitelik kazanmış (fazla değil) on binlerce kişi meydanları doldurarak, kimseye hakaret etmeden, davetimizin muhatabı toplumsal kesimleri kin ve düşmanlığa tahrik etmeden, kimseye zulmetmeden ve şiddete başvurmadan, resmi ideoloji zulmüne itiraz eder, hesap sorar ve adalet-özgürlük taleplerimizle meydanları inletirse, Allah’ın da yardımıyla işte o zaman adalet ve özgürlüğün çok yakın olduğu görülecektir. Önümüzdeki acil durum emperyalizmin ilk yerli işbirlikçisi “İttihat Terakki’nin devamı olan Kemalizm’le hesaplaşmak, kurtarmayan savaşın ardından sözde kovulduğu iddia edilen emperyalist devletlerin seküler, laik, paganist, pozitivist kültürünü dayatan jakoben modernleştirme, Batılılaştırma projelerini tasfiye edip tarihin çöplüğüne atmaktır. Özgürleşebilmek ve kendimiz olma imkânını elde edebilmek için ilk meselemiz, öncelikle bu büyük kuşatmayı yarmak, bu korku krallığının surlarını yıkmaktır. Bu mesele hallolmadan, ne baskı ve zulüm, ne darbeler ve çeteler, ne de yoksulluk ve sömürü geriletilemez.
Baskı ve Şiddet Eksenli Kemalist Dayatma Sonucu İnsani Değerlerin Tükenişi Toplumu Çürütmüştür
Kemalizm, yaklaşık 80 yıllık uygulamasında ve halen sürdürülen jakoben baskıcı politikalarla bütün toplumsal hayatı kuşatarak büyük haksızlık ve zulümlerin altına imza atmaktadır. Kuruluştan bir süre sonra yürürlüğe konan laik, ulusalcı Batılılaşma politikalarıyla, İslami kimlik ve Kürt kimliği ötekileştirilmiş, tehdit ve düşman kategorisine oturtulmuştur. Ondan sonra da, Batıcı, seküler tektip insan ve Türk kimliğine dayalı bir ulus oluşturma projesinin önündeki bu tehditleri ortadan kaldırmaya yönelik, ırkçı, faşist, pozitivist yaklaşımlarla, inkâr, asimilasyon ve tehcir politikalarıyla büyük zulümlerin altına imza atılmıştır. Bu baskı ve zulümler ve yol açtıkları sorunlar büyüyerek ve yaygınlaşarak halen sürmekte, oligarşinin tahakkümü altındaki siyasi iktidarlar da bu sorunlara çözüm üretmekte serbestçe hareket edememektedir.
Bu uzun süreçte ve halen devam eden şiddete, militarizme dayalı bu ideolojik politikalar yüzünden ülkenin yaklaşık yüz bin insanı canını kaybetmiş, yüz milyarlarca dolar maddi kaybı olmuş, yüz binlerce masum insan ideolojik kararlarla hapishanelere doldurulmuş, yansıma yoluyla on milyonlarca insana büyük acılar ıstıraplar yaşatılmıştır. Bir yandan ideolojik eğitim, kültür, medya kurumları aracığıyla sisteme payandalık yapacak niteliksiz nesiller yetiştirilmeye çalışılmış, bir yandan da her şeye rağmen dönüştürülememiş olanlar, yine de itiraz edip, özgürlük ve adalet talep edenler çıkarsa onları da tekrar hizaya sokmaya yönelik baskı politikaları devreye sokulmuş, İstiklal Mahkemelerinden DGM’lere ve bugünkü ideolojik yargıya kadar, yargı da bu amaçla bir kırbaç gibi kullanılmıştır. Bu sebeple, darbeler, çeteler ve askeri vesayet rejimi süreklilik arz etmiş, sivil halk oligarşik güçlerin baskısı altında hizaya sokulmaya çalışılmıştır. Faili meçhuller, yargısız infazlar, birçok cana kıyan provokasyonlar, halk kesimlerini birbirine kırdırmaya yönelik kışkırtmalar, haksızlıklar, adaletsizlikler, işkenceler, insan hakları ihlalleri, ideolojik, ırkçı ve ekonomik zulümler, soygunlar, sömürüler, işsizlik, açlık, sefalet, sömürü, gelir dağılımı adaletsizlikleri hep Kemalist sistemin ürünü olarak ortaya çıkmış ve toplumu sürekli bunalımdan bunalıma sürüklemiştir.
Resmi ideolojik büyük gözaltında, bu büyük ideolojik kuşatma altında, İslami kimliğinden koparılan, ruhları kirletilen, zihinleri işgal edilen, beyni yıkanan, fıtratları bozulan nesiller, sağlıklı ve özgür bir eğitim vermeyen, “iyi insan” yetiştirmeyi değil materyalist, pozitivist zulüm ve sömürü sistemini ayakta tutacak tektip ideolojik robotlar yetiştirmeyi hedefleyen okullarda ideolojik baskılarla öğütülerek sistemi yaşatacak kişiliksiz payandalar haline getiriliyorlar. İmtihan dünyasında kendileri olmaktan, kendilerini özgürce gerçekleştirme imkânından mahrum bırakılıyorlar. Baskılar altında değiştirilemeyenler de, ikiyüzlü olmaya zorlanıyorlar. Sonuçta zora dayalı dönüştürme projeleri ve bu baskı karşısında yaygınlaşan çıkarcılık, oportünizm, şahsiyetlerin ve toplumun yozlaşmasına, çürümesine yol açıyor.
Dinde tevhide karşı olan Kemalizm’in “tevhid-i tedrisat” kararıyla, farklılıkları yok eden, tek tipçi materyalist eğitim politikalarını esas alarak gerçekleştirilen pozitivist eğitimle, fıtratlar bozulmuş, insanları ikiyüzlülüğe sevk eden, şahsiyetleri yıpratan ideolojik dayatma ve beyin yıkamalar sonucunda, çıkarcı, egoist, materyalist, niteliksiz yığınların ortaya çıkması sağlanmıştır. Başta Müslümanlar olmak üzere resmi ideoloji olan Kemalizm’i benimsemeyenlere ise, çocuklarını kendi din ve ideolojilerine göre eğitme hakkı tanınmamış, bütün kesimlerin vergileriyle finanse edilen okullar resmi dinin dönüştürme merkezleri olarak kullanılmıştır.
Cahilleştirici “harf inkılabı” da, ülke halklarının hafızasını silmek, yeni devlete payanda olacak, oligarşiye iktidar ve rant sağlayan statükoyu ayakta tutacak köksüz bir “ulus” oluşturmak amacıyla gerçekleştirilmiştir. Bu sûretle, tekrar köke, kaynağa ve özgün paradigmaya dönüş imkânsızlaştırılmak ya da en azından zorlaştırılmak istenmiştir. Böylece, köksüz, tarihsiz, kimliğini, özgün inanç ve değerlerini kaybetmiş, kaynaklarına, kütüphanelerine karşı, kör, sağır ve dilsiz konuma getirilmiş, okuma yazma oranı düşük, cahil bir toplumun ortaya çıkmasına sebep olunmuştur. Okulları, paganist batı kültürüyle örtüşen Kemalizm dininin tapınakları haline dönüştürenler, ilimden uzak, resmi ideoloji ezberciliğini esas alan programlarla, toplumun eğitim ve kültür seviyesinde büyük erozyona sebep olmuşlardır. İşte Kemalist eğitim sisteminin bu hedefi, bugünkü çürümenin gerçek sebebini teşkil etmektedir. Tornadan geçirilen nesillerin fıtratlarının bozulması, şahsiyetlerinin öğütülmesi ve özgün paradigmalarından, kendisine anlam, değer ve şahsiyet kazandıran kimlik değerlerinden soyutlanması sonucunda, kendisi de, başkası da olamayan, gerçekten ne idiğü belirsiz, nevzuhur bir toplum ortaya çıkarılmıştır.
İlahlaştırılan “kutsal ulus devlet”, her şeyin ve herkesin sahibi ve maliki olarak her şeyi belirleme yetkisine sahip kılınmıştır. Bu ilahın kulları olarak tasarlanan vatandaşlar ise, ilah devlete vergi vermek, zorunlu askerlik yaparak bu ilah ve dini uğrunda ölmek yükümlülüğü ve resmi ideolojiye sadık, itaatkâr olma zorunluluğu olan, resmi törenlerde/ayinlerde bu dinin kutsallarına ibadetle/itaatla sorumlu olan, fakat hiçbir hak ve özgürlüğü de bulunmayan köleler olarak kabul edilmişlerdir. Üstelik vatandaşlar, kendilerine zorla dayatılan bu dinin ayakta kalması için gerekli olan bütün finansmanı da sağlamak, resmi törenlerin, inanmadıkları resmi dinin dayatıldığı seküler tapınak konumuna getirilmiş okulların, kışlaların ve seküler rahip konumundaki bürokratların bütün masraflarını da karşılamak zorunda tutulmuşlardır. Bizim vergilerimizle yapılan bu laik okullara bile kendi din ve inancımızı koruyarak, İslami kimliğimizle girmemiz yasaktır. Kemalizm dinine bağlılık andı içirilen, seküler tapınaklar haline getirilmiş, militarizmin kışlaları konumuna indirgenmiş okulların masraflarının ve Kemalizm dininin büyük masraflarla kutlanan bayramlarının finansmanının, bu seküler dine inanmayan Müslümanlara ya da diğer din ve düşünce kesimlerine ödettirilmesi büyük bir ahlaksızlık olarak ortada durmakta ve bu dinin herkese dayatılması zulmünün yanında ikinci bir zulmü oluşturmaktadır.
Bu yaygın ideolojik kuşatma ve toplumu çok yönlü “öğütme” politikası, ilk-orta öğretimden yüksek öğretime, askeri okullardan özel okullara, medya ve kültür kurumlarından halk evlerine kadar çok geniş bir alanı kapsayacak derecede yaygın olarak halkın değerlerine ve kimliğine saldırıyı içine almaktadır. İnsanların, imtihan sebebiyle bulundukları bu dünyada, özgür iradeleriyle kendilerini gerçekleştirmelerine, fıtratlarını koruyarak tekamül ettirmelerine fırsat verilmemekte, iradelere konulan ipotekler ve körpe zihinlerde gerçekleştirilen jakoben işgallerle, fıtratlar bozulmakta, insani erdemler ve idrakler köreltilmekte, akıl ve düşünce dumura uğratılmaktadır.
İslam’a ve Müslümanlara yönelik “irtica, dogma ve boş inanç” suçlaması yapanlar, gerçek anlamda dogmatizmi ve boş inancı, eğitim kurumlarında dayatılan resmi ideolojinin temsil ettiğini göremeyecek derecede kördürler. Tevhid-i Tedrisat’la İslami eğitimin ve İslami değerlerin yasaklandığı, Kemalist dogmacılığa teslim edilen eğitim sisteminde ve İslam düşmanı laik despotizmin hamiliğini yaptığı üniversitelerde ilim ve düşünce yok edilmiş, militarizmin ve resmi ideolojinin dogmatik kalıpları içinde niteliksiz bir gençlik yetiştirilmiştir. Sonuçta insanımız kendine ve Rabbine yabancılaştırılarak, “anlam”sızlık ve “değer”sizlik bataklığında boğulmuştur. İnsanı insanın kurdu haline getiren, başkalarının haklarını gasp etmeyi kendisi için hak kabul eden materyalist, seküler egoizmin yaygınlaşması sağlanmıştır.
Toplumsal Bir Cinnetin Yaşandığını Kemalist CHP Bile İtiraf Edip Mecliste Araştırma Önergesi Vermiştir
Her gün haberlerde yer alan ve artık münferit olaylar olmaktan çıkmış, toplumun cinnet geçirdiği imajını verecek kadar çok yaygınlaşmış şiddet olayları; annesini öldüren üniversiteli kızlar, yeğenlerini doğrayan dayılar-amcalar, kız arkadaşının kafasını kesip çöpe atan zengin-eğitimli gençler, kalabalıkları tarayan hasımlar, kendisini trafikte yaptığı hatası için uyaranı bile hemen anında bıçaklayan kabadayılar. Çoluk çocuğunu, karısını dövenler, intihar edenler, boşananlar, cinnet geçirip bütün aile fertlerini öldürdükten sonra intihar edenler. Anasını kesen evlatlar, kızını taciz eden sapık babalar, küçük çocuklar da dâhil yaygın olarak yaşanan tâciz ve tecavüzler, tinercilerin, sokak çocuklarının ortaya çıkması ve giderek artması, genç insanların teröre itilmesi, nüfusun % 85’inin ekmek ve özgürlük arayışı içinde ülkesini terke hazır hale gelmesi kimin, hangi ideolojinin eseri? Alkol, uyuşturucu, çeteleşme ve şiddetin, pornografinin, fuhşun ilköğretim okullarına kadar inmesi ve toplumu kuşatması, öğrenciler arası şiddetin ve çeteleşmenin önlenemez boyutlara ulaşması, öğretmen ve öğrenci arasındaki şiddet olaylarının çok sıklaşması, sevdikleri gençler uğruna birbirini bıçaklayan liseli kız olayları, Türkiye’nin çocuk pornografisi sapkınlığında dünya ülkeleri arasında ön sıralara çıkması ve bu sapkınlığın öğretmen-öğrenci ilişkilerine kadar yayılması, hırsızlığın, yolsuzluğun, yoksulluğun, suistimal ve sömürünün yaygınlaşması, zenginin daha zengin, fakirin daha fakir kılınması, lüks ve israf içinde yaşayan azgın beyaz azınlığın yanında geniş halk kitlelerinin fakirliğe, açlığa, sefalete ve işsizliğe mahkum edilmesi neyin göstergesidir? Sürekli bunalım içinde yaşayanlar, devletin çıkarı ve ideolojisiyle adaletin tecellisi çeliştiğinde devlet çıkar ve ideolojisini tercih ederiz demekten çekinmeyen sözde adalet dağıtıcısı yargıçlar savcılar, adalet tesis edilmediği için, kendi hukukunu kendisi ihdas etmeye kalkanlar, darbeci ve çetecilerle işbirliği yapan yargıçlar, darbe-çete yanlısı üniversite rektörleri ve Profesörleri. Kendilerine emanet edilen silahları çalıp toprağa gömerek halka karşı katliam provokasyonları yapmayı planlayan subaylar, generaller. Bunların hepsi çok yaygın ve derin bir toplumsal çürüme ve yazlaşmanın işareti değil de nedir?
İslam düşmanlığı ve Batının materyalizmi üzerine kurulu, yozlaştırıcı, çürütücü bu kokuşmuş düzeni ayakta tutmak için, dogmatik kafa yapısı ve ideolojik bağnazlık ve taassupla sürekli darbeler yapan, yargıyı sopa gibi kullanan, şiddeti tırmandıran, terörü azdıran, mazlum halkın çocuklarını ölüme sürüp “şehid oldu” diyerek “Allah ile aldatan” kim? Ele geçirdiği iktidar ve rantı her şeye rağmen sürdürmek uğruna, Susurluk, Şemdinli, Ergenekon vb çeteleri kurup PKK ile de işbirliği halinde provokasyonlar, suikastler, katliamlar yapanlar neyi ve kimi temsil ediyorlar? Evet tüm bunların sorumlusu kimdir? Bütün bu çürümenin sorumlusu, şüphesiz ki, toplumun var olan İslami kimlik ve değerlerine savaş açan, “kalkınmak için, önce toplumda var olan namus ve din anlayışını kaldırmalıyız”* diyerek yola çıkan, Prof. Şerif Mardin’in ifadesiyle kendisi de “iyi, güzel, doğru”ya dair hiçbir değer üretemeyen Kemalist resmi ideolojidir. Bütün bu yozlaşmanın ve çürümenin müsebbibi, resmi ideoloji dayatan oligarşik despotizm ve statükonun dini olarak egemen kılınan, hayatın bütün alanlarını kuşatmak üzere zorla dayatılan militarist Kemalizm dinidir.
İşte bu derin yozlaşma ve çürüme sonucunda ortaya çıkan toplumsal cinnetten bizzat bu halin sorumluları bile şikâyet etmeye başlamışlardır. 09 06 2009 tarihinde CHP, TBMM Başkanlığı’na, “Toplumu derinden etkileyen, tedirgin eden, toplumsal yapıyı tehdit eder hale gelen, hızla artan ve yaygınlaşan cinnet, cinayet ve intihar gibi şiddet olaylarının nedenlerinin ve toplumsal yapı üzerindeki etkilerinin her yönüyle belirlenerek gerekli önlemlerin alınması amacıyla” bir Meclis Araştırma Önergesi verdi. CHP Genel Başkan Yardımcısı Cevdet Selvi ve CHP milletvekillerinin imzasıyla hazırlanan araştırma önergesinde, ülkede yaşanan cinnet, cinayet ve intihar olaylarının her geçen gün arttığı, vahşet boyutlarına ulaştığı belirtildi. Değişik tür ve yoğunluktaki şiddet olaylarının toplumsal yaşamın hemen hemen her alanında, evde, işte, sokakta, okulda, maçta, trafikte, konserde yaşanır hale geldiği kaydedilen Meclis Araştırma Önergesi’nde yılın ilk 5 ayında basında yer alan büyük vahşet ve katliam haberleri örnek gösterildi. CHP’nin önergesinde “Vahşet boyutuna ulaşan bu yaşanan olaylar, toplumda ‘Toplumsal cinnet mi geçiriyoruz?’, ‘Cinnet toplumu mu oluyoruz?’, ‘Öfke ve şiddet toplumuna mı dönüşüyoruz?’ sorularının ciddi bir biçimde sorulur hale gelmesine neden olmuştur” denildi
Bizzat TBMM ve diğer devlet kurumlarınca hazırlanan pek çok rapor ve anket de, bu ülkede nasıl bir kültürel ve ahlaki çürüme ve yozlaşma yaşandığını sürekli haykırmakta, dibe vuran, çürüyen devlet ve toplum bu işaretlerle SOS vermektedir. Özgürlükleri yok ederek, insan haklarını ihlal ederek militarize edilmiş okul sisteminden, gençliği bunalıma iten, niteliksizleştiren bu ideolojik eğitimden vazgeçilerek, fıtri, insani erdemleri koruyup geliştiren, halkımızın öz değerlerine alan açan özgür bir eğitime geçilmesi, geç kalmış ve ertelenemez bir hak ve özgürlük talebi, hayati önemi haiz bir ihtiyaç olarak ortada durmaktadır.
Avrupa’nın faşist dönemini taklit ederek Kemalist sistemi kuranlar, taklide süreklilik kazandırsalardı, yani statik değil de dinamik bir taklidi esas alsalardı, Batının faşizm sonrası yakaladığı görece özgürlükçü dönem de kendiliğinden Türkiye’ye getirilmiş olurdu. Yine şirk sistemi devam etse de hiç değilse Batıdaki görece özgürlük seviyesi yakalanarak, bugünkü yaygın zulüm bir miktar geriye çekilmiş olurdu. Batıdaki görece özgürleşmeye paralel sistem içi görece özgürleşme sağlayacaklarını iddia eden, bu bağlamda adalet ve özgürlük vaat ederek iktidar olan ve 6 yıl geçtiği halde bu konularda ciddiye alınacak hiçbir adım atmayanlar bilmelidirler ki, daha özgür bir vasata ulaşabilmek için, öncelikle, Batının faşist dönemini dogmalaştırarak değiştirilemez kılanların bu ideolojik, dogmatik kuşatmasını aşmaya yönelik değişiklikleri gündeme almaları gerekmektedir. Başta eğitim olmak üzere, bütün hayat alanları üzerindeki asker ve resmi ideoloji baskısına ve eğitim müfredatındaki militarizme son verilmesi, bu bağlamda Kemalizm dininin amentüsü gibi dayatılan andımız, resmi tören şovenizmi ve Milli Güvenlik Dersleri vb kaldırılması şarttır. Toplumdaki farklılıkları doğal karşılayan, resmi ideoloji dayatmayan özgür eğitim şartlarının hazırlanması acil bir gerekliliktir. Ana dilde eğitim yasağı da dahil, tüm insanların ve farklı toplumsal kesimlerin kendilerini özgürce gerçekleştirmelerinin önündeki tüm engeller kaldırılmadan, Ulusalcı Laik Kemalizm dininin bütün topluma, kurumlara, devlet politikalarına ve eğitim sistemine hâkimiyetine son verilmeden, bu ülkede temel hak ve özgürlüklerin önünü açmak mümkün değildir.
İşte bu sebeplerle tevhid, adalet ve özgürlük mücadelesinde önceliği Kemalist dayatmalara vermek, öncelikle halen ülkede tam egemen olan Kemalist Ergenekoncu oligarşik despotizmle hesaplaşmak zorundayız. Tabii ki, haklarımız, hukukumuz ve inancımız için yakın ve var olan Kemalist tehlike ve zulme karşı bu mücadeleyi yürütürken, bu süreçte belki Kemalist zorbalığa karşı müttefik gibi görünen ve Batı desteğinde görece bir özgürleşmeyi temsil eden, ama aslında kendileri de emperyalizmin yeni işbirlikçileri olan ve eski işbirlikçi baskıcı Kemalizmi reforme edip ılımlılaştırarak sürdürme, İslam’ı ve Müslümanları sekülerleştirip küresel kapitalizme eklemleme rolünü üstlenen AKP ve Gülen hareketinin tevhidi davet ve uyanış için yeni ve potansiyel bir tehlike oluşturduğunu da bilmeli ve ifşa etmeliyiz. Bu konuyu da inşallah başka bir yazıda ele almaya çalışacağım.
*- Bugün “paranın, ekonominin dini, imanı yoktur” diyen Tayyip Erdoğan’ın yaptığı da, aslında 80 yıl önce Mustafa Kemal’in Kazım Karabekir’e ifade ettiği “kalkınmak için, önce toplumda var olan namus ve din anlayışını kaldırmalıyız” beyanını yeni dönemde tekrar üretmekten başka bir şey değildir. Bu sebeple yeni model Kemalizmin seküler, maodern, laik, din dışı ekonomi, siyaset ve hukuk projesinin görece daha özgürlükçü versiyonu olacaktır.
NOT: Bu izahatımız uzadığı için, Savcılığa verdiğimiz ifadede yer alan 5816 Sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun Muvacehesindeki Değerlendirmemizi inşallah bundan sonraki yazımızda sizlerle paylaşacağız.