Hukukun genel ilkelerine göre sanıkların suçluluğu kanıtlanmadıkça onları masum addetmek durumundayız. Ne var ki, bu hukuk kuralı çoğu zaman kamuoyu vicdanına işlemez. Soruşturmalar, davalar uzar gider, sonuca varması yıllar alır. Ama kamuoyu vicdanı kanaat edinmek için mahkeme sonucunu beklemez.
Nitekim benim görebildiğim kadarıyla, şu anda kamuoyunda yolsuzluk operasyonu dolayısıyla yaşanan krizin her iki boyutu ile ilgili olarak da bir kanaat oluşmuş durumda. Bu ülkede yaşayan herkes meselenin iki yönünü de gayet güzel görüyor ve kendi bulunduğu konuma bağlı olarak temel çıkarlarının gerektirdiği pozisyonu alıyor.
AK Parti'nin yeminli düşmanları
Dikkat ederseniz, AK Parti muhalifleri demiyorum; AK Parti düşmanları diyorum. Zira 2002'den beri AK Parti'nin varlığını kabullenemeyen, onunla ilgili her şeyden nefret eden bir kesim varTürkiye'de. Yaptığı en olumlu işe bile bir kulp takıp karşı çıkmayı becermiş bir kesim! Tabii, şimdi gün onların günü... Bu kesim, mevcut durumu AK Parti'yi düşürmek için karşılarına çıkan tarihi bir fırsat olarak görüyor. Hani öyle bir durum ki, şimdi de yenemezlerse, bir daha hiç yenemezler. Operasyonun arka planının bal gibi farkındalar ama umurlarında değil. AK Parti'yi iktidardan düşürecekse, şeytanla bile işbirliği yapabilirler. Şu anda her türlü ittifaka dört elle sarılıyor ve umutla seçimleri bekliyorlar.
Kürtler
Kürt kitleleri tedirgin... Bu karambolde, Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca ilk kez yakaladıkları çözüm ihtimalinin bir yolsuzluk operasyonuyla ellerinin arasından kayıp gitmesi korkusu içinde kenarda durup izleme tutumu içindeler. Herkes farkında ki, AK Parti bu seçimde onulmaz bir yara alırsa çözüm sürecini de unutmak zorundalar.
Siyasi aktörler açısından, bu faktöre bir başka faktör daha ekleniyor: Gülen Hareketi, Güneydoğu'da sivil toplum içinde etkinlik açısından Kürt siyasi hareketiyle ciddi bir rekabet içinde. Dolayısıyla, BDP seçim platformunda yolsuzluk meselesini AK Parti'ye karşı kullansa da, bu kavgadan Cemaat'in güçlenerek çıkmasını asla istemiyor.
Cemaat tabanı
Onlar durumun bu hallere gelmesini hiçbir zaman istememişlerdi. Şu anda esas olarak şoktalar ve kendilerini fena halde sıkışmış hissediyorlar. Bir tarafta 11 yıldır destekledikleri ve hizmetlerini takdir ettikleri bir iktidar, öte yanda gönülden bağlı oldukları bir hareket var.
Evet, özellikle dershaneler konusunda hükümete kızgınlar... Ama iktidarın yıkılmasını isteyecek kadar da değil... Operasyonun AK Parti'yi iktidarı kaybetme noktasına getirmesi halinde, şu anda AK Parti'ye karşı duydukları kırgınlığın Cemaat'e yönelmesi şaşırtıcı olmaz.
AK Parti tabanı
AK Parti tabanını oluşturan geniş kitlelerin bunca zamandır güvendikleri partileri açısından bir hayal kırıklığı yaşamamaları imkansız.
Ama bu hayal kırıklığı, onların meseleye daha temelden ve uzun vadeli hayati çıkarları açısından bakmalarını engellemeyecektir. AK Parti tabanını oluşturan geniş mütedeyyin kitlelerin şu anda birinci plana aldıkları şey, dindar oldukları için aşağılandıkları, suçlandıkları ve dışlandıkları o uzun tarihi dönemi kapatan bu iktidarın gitmemesi, eski Türkiye'nin geri gelmemesidir.
İstedikleri kadar kızsınlar, hayal kırıklığı yaşasınlar, seçmen olarak davranışlarına yön veren temel dürtü bu olacaktır.
Liberal-demokrat kamuoyu
Bitirmeden bir de, oy gücü olarak esamisi okunmayan ama kamuoyu oluşturma açısından büyük önem taşıdıkları geçmişte de sınanmış olan liberal-demokrat çevrelerin tutumuna bakalım:
Bu çevreler büyük çoğunlukla meseleyi, yolsuzluk operasyonlarını meşru iktidara yönelmiş siyasi bir operasyon ve kuşatma harekatı olarak gördüler ve bürokratik vesayet teşebbüsüne karşı"siyaseti koruma" noktasında saf tuttular. Aynı zamanda hükümete yolsuzluk operasyonlarını engellememe, tam tersine zanlılarla kaderini ayırıp yargının önünü açma çağrıları yaptılar.
Ne var ki, bu çağrılar pek işe yaramadı ve şu anda hükümetin "bürokratik vesayeti bitirmek"adına çok vahim hukuk ihlalleri yaptığı ve önümüzdeki günlerde daha da vahimlerini yapmaya hazırlandığı bir noktadayız. Eğer hükümet bu tutumunu değiştirmez ve süreç böyle devam ederse, bir başka deyişle hukuk devletinin varlığı tehlike altına girerse, o vakit karşı karşıya kaldığımız ikilem, "yolsuzluk mu, siyasetin bürokratik vesayetten korunması mı" ikilemi olmaktan çıkar, "bürokratik vesayetin tasfiyesi adına hukuk devletinin tasfiyesine göz yummak ya da yummamak" meselesi haline gelir.
Zira bu krizde seçtiği mücadele yöntemi, iktidarın karakterini de etkileyecek, otoriterleşme eğilimlerini kaçınılmaz olarak artıracaktır.
Bugün