Toplumsal Kimlik

MURAT AYDOĞDU

“Ve Allah Âdeme bütün isimleri öğretti” 2 Bakara 31

Kimlik tanımlamalarımız gerçekten bize mi ait ve hangi değerler üzerinden şekilleniyor?

Yoksa birileri bize isimler takıyor ve bizde bunlara mı takılıyoruz?

Birey olarak bir kimliğimiz var. Sonra aile, mahalle, köy ve belde olarak bir topluluğa aidiyet duyarız. Bu aidiyet duygusu dalgalar halinde; Ülke1, kültür, insanlık ve nihayet bütün varlığı kuşatacak kadar genişler. Herhangi bir biçimde, etkileşim içerisindeki topluluklarda ortaya çıkan ortak özellikler toplumsal bir kimlik oluşturur.

Kimliği oluşturan ise “Değer”’dir. Değerler etrafında şekillenen kimlikler sosyal çevrede hâkimiyetin de göstergesidir. Eğer ortak bir değer oluşturamamışsanız, sizi ya sadece çıkarlar2 bir araya getirir, ya da başkalarının tanımlaması ile şekillenirsiniz ki, bu sizi tahakküm altına sokar.

En nihayetinde toplumsal kimliklerimiz bir aidiyet duygusu oluşturur, onu sahipleniriz ve korumaya çalışırız. Siyasi ve dini inançlarda bile, bize dayatılmış değerler ve iradesizce seçtiğimiz kimlikler olarak şekillenebilir. Birçok durumda kimlik edinmede, irade ve ihtiyarımız zorunluluklarla belli ağırlıklarda paylaşılır3.

Kimlik, müşahhas ve statik bir kalıp değildir. Değişmeyen değerden kaynaklanan, fakat farklı dış etkiler karşısında konum belirleyen dinamik bir eylemdir. Zamanla şekillenerek süren kimlik oluşumu, bazen yozlaşmaya da uğrar. Kimliklerdeki yozlaşma ya da değişme önce kelimelerde ondan da önce zihniyetlerde oluşur.

Toplumumuzda sağlıksız ve noksan da olsa kendi değerlerine referans göstermeye çalışan bir kimlik vardı. Yüzyılı aşkın süredir bu coğrafyanın ardı ardına gelen en önemli sorunlarının temeli de iç ve dış savaşların, çatışmaların, katliam ve sürgünlerin de müsebbibi, hala kanayan yara yozlaşarak değişen kimlik sorunudur.

Batı Düşüncesinin Toplumsal Kimlik Tanımlaması

İnsanlar üzerinde hâkimiyet sağlamaya çalışanlar, öncelikle onların kimliklerini şekillendirirler. Cumhuriyet döneminde, Batı Değerleri üzerinden kimlik tanımlamaları yapılmış ve dayatılmıştır. Evirilen süreçte kimlik tanımlamaları değişmekte, ama aynı Batı Paradigmasından/değerlerinden kopmamaktadır.

Bu nedenle Batı değerleri etrafında şekillendirilen “Toplumsal Kimlik” iyi tahlil edilmelidir4.

Günümüz sistemin kimlik tanımlamaları tamamı ile batı değerler sistemindeki “Kitle” anlayışı üzerine yapılmıştır. Batı ideolojilerinin oluştuğu 19. yüzyılda “Kitle” seviyesiz, ilkel ve vahşi bir sürü olarak görülür5.

Le Bon’a göre kişi tek başına içgüdülerini frenler, topluluk içerisinde kişilik kaybı oluşur ve kitle psikolojisi sürü özelliği oluşturur, sonra bu bütün topluma sirayet eder. Artık kutsal/fetiş liderler toplumu istedikleri gibi yönetirler. Sorumluluktan uzaklaşmış sürü mantığı, bir yandan totaliter ideolojileri açıklamakta, bir yandan da onlara yol göstermektedir. Bu paradigma/değerler zemini, bütün Batı fikir akımlarında yansıma bulur. Toplum ve onun süreci, çatışma halinde ırk, sınıf ya da sosyal kesimlerin esiridir.

Henri Tajfel6 “Toplumsal Kimlik” kavramını, gruplar arası ayrımcılığın psikolojik kökenini olarak ele alır.

Tajfel’e göre toplumsal kimliğin ana etkenleri sırasıyla; sınıflama, özdeşleştirme, karşılaştırma ve psikolojik ayrıştırmadır.

1- İnsan, kendisini ve muhataplarını sınıflandırır. Din, Irk ya da sınıf/kast gibi isimlendirmeler muhatabı tanımlamanın bir çeşididir.

2- İnsan kendini bir gurupla özdeşleştirir/aynileştirir, aynı zamanda bu onda bir özgüven oluşturur.

3- Sonrasında bağlılık hissettiği grubu, başka gruplarla kıyaslar ve kendi grubunun lehine karşı gurubun aleyhine önyargılar oluşturur.

4- En nihayetinde kimliğini diğerlerinden farklı bulur, bu ayrışmayı doğurur ve kendi değer sisteminin diğer guruplara göre daha iyi olmasını ister.

Floyd Allport7; topluluk davranışının bireyselleşmiş ve maddileşmiş yönüne dikkat çekerken, Tajfel; bireysel ve toplumsal kişiliği ayırır ve maddileşmiş kimliği kötü kabul eder. Bu da değere dayalı kimlik oluşturamamış toplumların önemli bir problemidir.

Toplumsal kimlik aidiyeti, değer oluşturamamış topluluklarda, ötekine karşı düşmanlık içerir. 

Freud8’un tanımlamasında, insan temelde kendine yeterlidir, ancak kendi içgüdüsel ihtiyaçlarını doyurmak için başkalarına gereksinim duyar. Yine Freud, adalet duygusunu da kişinin kendinden daha varlıklı diğer bireylere karşı duyduğu kıskançlığa bağlar. Buna göre Batı Düşüncesi, insanın kendi ilkel ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra, kalan zaman ve gücüne göre kültür oluşturduğunu öngörür.

Erich From9, bu bencil Batı Paradigmasının/değer yapısının farkındadır ve şunu itiraf eder; “İnsanın doğasında var olan, özgürlük, hakikat ve adalet anlayışı, Tanrının benzeri ya da doğal yasaların gereği yaratıldığına inanmış olsaydık, bu dinsel ve felsefi yaklaşımla işimiz daha kolay olurdu.”

Benmerkezcilik ve giderek artan bir şovenizm toplumu kuşatır. Topluluklar halinde bu kitlesel vahşetin de ana sebeplerinden birisidir. Tarihi ulusların ,(Nation), sınıfların, hatta dinlerin çatışması olarak gören bu zihniyet, İnsanlığın da en büyük düşmanıdır10.

Batı düşüncesi, 20. yüzyılda, güçlenen ve sentezlenen kapitalizme evrilir. Oysa temel değer(sizlik) değişmemiştir.

“Biz, insanı en güzel şekilde yarattık. Sonra, onu aşağıların en aşağısına indirdik.” 95 Tin 4–5

“Allah’a nankörlük edenlerin hali, çobanların çağırdığı fakat onun bağırıp çağırışından başka bir şey işitmeyen hayvanların durumu gibidir. Onlar, öyle sağır, dilsiz ve körlerdir ki akıllarını kullanmazlar.” 2 Bakara 171

Batı Değer Sisteminin Yeni Kimlik Üretme Çabaları

Son yılların global politikaları ile yeni tanımlamalar daha geniş kitlelere dayatılmaktadır. Türkiye gibi ülkelerde de değişim/açılım Liberal düşüncelerle takviye edilmeye çalışılıyor11. Günümüz Liberal misyonerlerinin göreceli özgürlük yaklaşımları, gerçek ve özgün bir tanımlama üzerine değildir.

Batı değer sistemindeki tanımlamalar ister istemez çatışmaya yol açar. Le Bon’un tanımlamaları, Tajfel’in deneysel verileri, Freud’un psikolojik temelli toplum yaklaşımları ve Erich From’un eleştirileri, yine Batı İnsanının davranışları üzerinden şekillenir.

Batı Düşüncesi çok kültürlülüğe yabancıdır ve Batı Toplumları homojen topluluklar halindedir. Bu kültür; hiçbir zaman farklı kültürlere tahammül etmemiş, onların varlığını kendi içinde kabul etmemiştir. AB’nin asimilasyon politikaları ortadadır.  Kendi dışındaki medeniyetleri barbar görüp savaşılacak, ezilecek kültürler olarak görür. onların kendi kimlik tanımlamalarını kabul etmez. Emperyalizm çağında işgal ile sömürürken, kapitalist çağda devşirmeler yönetimi ile sömürmeye devam eder. Farklı kültürleri sürekli kendi tanımlaması ile şekillendirmeye ve yönlendirmeye çalışır. Öyle ki kurtuluş mücadeleleri bile Batı değerleri üzerinden şekillenir. Birçok kimse için Yeni Batı Mantalitesi, eski baskıcı türünden daha iyidir ve değerlendirilmelidir. Bu makalede, “Kimlik” tanımlamaları üzerinden hareket edildiğinden, tartışma tercihler üzerine değildir.

Birde ortaya atılan etnik12 kimlik var.

Fromm’a göre; “Ekonomik ve kültürel açıdan gelişmemiş olanlar için, aidiyetten kaynaklanan narsistik gurur temel doyum kaynağıdır.” Batı kültürünün bir diğer yüzü kendi haricindekileri gelişmemiş olarak görür13. Neokapitalizm etnik topluluklarda var kabul ettiği bu eğilimleri, kendi kültürünü dayatmada ve atlama taşı olarak kullanır. Diğer yandan çatışmacı zihniyeti doğuran narsizm’i, bir çeşit silah olarak kullanır.

A. Gonzales14’e göre; “Etnik özellikler, kültürel entegrasyonun sağlanamadığı, kültürle arası mesafenin olduğu toplumsal kesimlerde görülen potansiyel bir sosyal tabakalaşma unsurudur.” Batı’nın entegrasyoncu/asimileci zihniyeti burada yine gözlenirken, diğer yandan azınlık etnik tepkisi, yine ırksal esaslı kimlik oluşturmaya dönüşür. Bu ayrı ve detaylı incelenmesi gereken bir kimlik savrulmasıdır.

Sürekli tanımlama, dayatma ve toplum mühendisliği ne boyutlarda devam ediyor?

Coğrafyamızı sarsan kimlik bunalımları yeni bir dönüm noktasında görünüyor. Açılımların konuşulduğu, çeşitli toplumsal kesimlerin kimliklerinin tanımlanmaya çalışıldığı bir dönemdeyiz. Batının, çatışmacı ve farklı kültürlere tahammülsüzlük geleneğinden beslenen ve asimilasyoncu düşüncenin ucuz versiyonu “Kemalizm” hala dokunulmaz resmi ideolojidir. Sorunun temeli olan Kemalizm’i es geçip, revizyonist politikalarla oyalanıp duruluyor. “Üst Kimlik” olarak “Atatürk Milliyetçiliği”, değer tanımlaması ise  “Demokratik” ve “Laik” kavramları Anayasanın değişmez ilkesidir15. Sivil önermeler bile “Demokratik” ve “Laik” kısmına dokunamıyor16.

Reel şartlarda her olumlu gelişmeyi onaylasak ve desteklesek de, hesaplaşmayı ertelemek ana problemi halletmiyor. Açılım politikaları samimi ise hesaplaşmamız gereken bir resmi ideoloji vardır.

Toplumsal planda, bize ait diyalog kriterleri var mıdır? En azından başlangıç önermeler sunalım;

1- Her toplumsal kesimin tanımlaması kendine bırakılmalı. Tanımlamada kullandığı paylaşılmış değerler ve referanslar hususunda önemli kaymalar varsa, şerh düşülebilir. Ciddi bir toplumsal çatışma ve düşmanlıkla besleniyorsa, diyalog anlamsızdır.

2- Farklı toplumsal kesimlerin kimlik gelişimleri, kendi içinden ve kendi dinamikleri ile oluşmalıdır. Bu konuda destek ve yardım söz konusu olsa da, dayatmalar toplum mühendisliği ve tahakkümdür.

3- Toplumsal kesimler arasındaki iletişim ve dayanışma, üst safhada dinamik tutulmalıdır. Zira birçok kişi kendi gelişiminin manipüle edildiğinin farkına varamaz. Analiz yeteneğinden uzak tepkisellik, kaçınılmaz olarak tepki duyulana benzeme ile sonuçlanır. Birçok kesim üzerinde açıkça gözlenemeyen, psikolojik yönlendirmeli müdahalelere karşı önlem almak ancak bu şekilde gerçekleşir.

Sistemin Jakoben kimlik dayatmalarının dönemi geçti. Şimdi yeniden şekillendirilmeye çalışılıyoruz. Revizyonizm, yedeklenmiş liberal düşünce aynı Batı Paradigmasının ürünü. Liberalizm, beklide nihai kültürel hesaplaşmanın muhatabı olacak.

Dayatmalar söz konusu olduğunda, kimliğimizi Doğuda ya da Batıda arayanlara;

“O, doğunun da batının da Rabbidir.

Onların dediklerine sabret ve güzelce onlardan ayrıl.” 73 Müzemmil 9–10

Bu kısa, orta ve uzun vadeli sebeplerle, Müslümanlar kimlik sorununa daha çok eğilmeli. Ya isimlerimizi kendimiz belirler “Âdem” oluruz, ya da başkaları belirler “Beşer” yani sürü oluruz.

“Ve Allah Âdeme bütün isimleri öğretti” 2/31

 

 

Dipnotlar:

1-Ülke kelimesini; dar/diyar anlamında kullanıyorum

2-Fıtrata dayalı dayanışma, çıkar olarak kabul edilmemelidir. Genellikle materyalist ahlak anlayışı, değere dayalı çıkar ile gaspa dayalı çıkarı aynileştirir ve değeri değersizleştirir.

3-Aidiyetlerimizi bazen kendimiz belirleriz; Dernek, fikir, inanç gibi. Bazen de Aile, Irk, hatta bedenimiz gibi kendimiz belirleyemediğimiz aidiyetlerimiz oluşur. Bazı aidiyetleri ise kendimiz belirlediğimizi zannederiz; İş, okul gibi. Gerçekte bunların birçoğu bizim belirlemeye zorlandığımız şeylerdir.

4-Batı düşünce dünyasında “Toplumsal Kimlik” deyince; “Kültür” ve “Folklor” akla gelir. “Kültür” Latincede inşa etmek işlemek köklerinden türer. İlginç bir benzerlikle Arap dilindeki “Umran” yani imar kelimesinde var ve “Medeniyet/Civilization” kavramından daha üretken bir kavramdır. Batı dilinde “Kültür” dinamik, güncel ve teknik anlamları içeren bir kelimedir.  Örneğin kültür bitkisinden söz edilir, yani özgün, özellik barındıran bir şey. “Folk” ise halk kelimesinden türeme bir kavramdır ve bir halkın bütün değerlerini içermesi gerekirken, yine asimilasyoncu-ulusçu terminolojide halay çekmeden öte anlamı yoktur. Çakma aydınlarımızın, faşist toplum mühendislerinin dilinde, kavramlar süslü propagandist kelimeden öteye gidemiyor. Cumhuriyet döneminde “Kültür” yerine “Ekin” sözcüğü kullanılmaya çalışıldı. Tarihsel ve sosyal birikimi olmayan kelimeler, bir de ulusçuluğun meydan okuması yüzünden tutmadı.

5-“Kitleyi oluşturan şahıslarda, özel ve çalışma hayatları, kişilikleri, zekâ ve yetenekleri birbirine ne kadar benzeşse ya da ayrışsa da, kitleselleşme sonucunda kolektif bir ruh oluşur ve tek başına olduğundan başka türlü his, düşünüş ve davranış gösterir. Topluluk içinde şahıs davranışları, kolektif ırksal bilinçaltı tarafından yönlendirilir. Aklın olmadığı ve ataların duygularının belirlediği, evrimin ilkel bir aşamasına ait bu davranışlarda medeni özellik yoktur. Kitledeki duygu ve davranışlar, bulaşıcıdır. Şahsi çıkarlar, topluluk çıkarlarına feda edilir. Şahıs kitle içinde, toplumsal hipnoz durumda lider yönlendirmesine kendini teslim eder” Le Bon, Kitle Psikolojisi

6-Henri Tajfel  (1919-1982):  Deneysel toplumsal kimlik

7-(1890-1978): Gurup davranışlarında bireysel yaklaşımlar

8-Sigmund Freud (1865-1939): Sosyal psikoloji

9-Erich Fromm (1900-1980): Psikanalist sosyoloji

10-Tarihi ulusların çatışması olarak gören zihniyet; Mussolini’nin faşist tezi olup Hitler’de ırkçılığa dönüşür. Tarihi sınıf çatışması olarak gören zihniyet ise Marks’ın seküler tezidir. İktisat teorilerinde toplumsal üretim yapan sınıflardan söz edilir. Siyasal söylemde ise ezen-ezilen sınıf tanımlaması ile kavramsal ajitasyona/söyleme gidilir. Erdemli bir toplumda ise; ezen sınıf meşru mudur? Belirli toplumsal kesimlere ayrı bir iktisadi ya da siyasi rol biçilebilir mi?  Bu sorular ayrı değer yargıları olduğu, ya da değer yargılarının sınıf bilincine ve sürece bağlı oluştuğu tezine varır.

11-İlginçtir ki; Neoliberal düşünürlerin Tasavvuf gibi akımlara merakı da bu minvaldedir. Sofilerin demogoji/laf ebeliği üzerine değer tanımlamaları elbette militarist Sparta siyasetine göre daha medeni görünür.

12-Yunan kökenli kelime olan “Etnikos” siyasi değil, ırk’ı ifade eder. Bu açıdan “Etnik Kimlik” sosyal gurubun ırk’a dayalı tanımlamasıdır.

13-Batı için kendi dışı barbar’dır. “Barbar” Latince de sakallı, bilinçaltı kültür tanımlaması.

14-Albert Gonzales (1955- …): Etnik kimlik

15-"Türkiye Cumhuriyeti Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.” TC Anayasası Madde 2, Cumhuriyetin nitelikleri.

16- Yeni bir Anayasa’ya doğru Sivil Önermeler. Ortak Payda Genişletilmiş Çalışma Gurubu – 2007. Laikliği yeniden tanımlamak öneriliyor da, hangi değer üzerinden?