Toplumsal Değişim ve Ulul Elbab

MURAT AYDOĞDU

Ulul Elbab sadece toplumsal talepleri karşılayan değil talep oluşturan öncülerdir. Özellikle ifsat olmuş cahili toplumların talebi Rabbin rızasına uygun değildir, yine de fıtrat dediğimiz, toplumun derinden bir değişim talebi vardır. Oluşturulacak talep bir yönden de bunun ortaya çıkarılmasıdır.

Devrimciler ya da entelektüeller çoğu durumda fırsatçıdırlar, oluşan talebe cevap vererek toplumsal değişimi sağlarlar. Allah Elçilerini ve onların takipçilerini diğerlerinden ayıran (gerçekte tamamlayan) en önemli faktör de budur “Talebin oluşturulması ve köklü toplumsal dönüşümün sağlanması”.

İlahi Kitabın ilk emirlerinden birisi; Kendini temizlemek, pislikten uzak durmaktır (Müddesir 5).

Kendini temizlemek ne anlama geliyor?

Bireysellikten kurtulup, topluma karşı sorumlulukları ile hareket eden camialarda eylem ve söylem hassasiyeti denilen bir ruh gelişir. Bu en açık hali ile bir yandan “Müstekbir İktidar”’dan uzak durmak, diğer yandan toplumu ifsat eden ya da topluma karşı baskıcı/faşizan iktidar dayatanlarla aynı karede görünmemek halinde ortaya çıkar.

Öğrenci kolektiflerinin son eylemlerinde görüldüğü gibi, İktidara karşı eylemler gerçekleştirildi. Gerçekte eylemler ilkeleri ile bütünleşmiş sistematik devlet denilen iktidara değil, entegre siyasal temsile karşı yapılmaktadır. Eylemler sırasında iktidarın, daha doğrusu devletin baskıcı kimliği ile polis devleti reaksiyonları gösterildi. Mevcut devletin kuruluşundan beri bu baskıcı kimliğinden muzdarip Müslümanların, devlet yanlısı tutum takınmaları büyük hata olacaktı. Belirtmiş olduğumuz hassasiyetler nedeni ile faşist guruplarla söylem birliği yapılamasa da, hâkim gücün eleştirisi merkezde olmalıydı. Ta ki birilerinin Müslümanları aynı kefeye koyma ve kıyaslamasına kadar. Burada farklılığın vurgulanması önem kazandı ve kurumsal kimliği ile 13 Aralık 2010 tarihli, Kenan Alpay’ın miyopluk makalesindeki değerlendirmeleri bunun yansıması oldu. Söylemin niteliği ve niceliği tartışılabilirdi, üslup ve zamanlama da istişare edilebilirdi, ama kesinlikle durulan yer açıkça belirtilmeliydi. Sonuçta gelişmeler ve tepkiler herkesin eteklerindeki taşları dökmesini sağladı.

Toplumsal hareketlerde “Ajitasyon” denilen bir eylem biçimi vardır. Mücadele safhasında toplumun ajite edilmesi, yani hassasiyet ve duygusallık kazandırılması gerekir. Bu; Bazen zalimin ifşa edilmesi, bazen de gizlenmesi amacı ile kullanılan nötr bir kavramdır. İkinci halini 12 Eylül darbe ortamının hazırlanmasında ve İsrailli çocukların Filistin roketleri ile zarar görmesi olaylarında müşahede ettik. Aklıselim bir hareket, her şeye karşı eylem biçimini sorgular. Hamas’ın eylem biçimini değiştirmesi de bu aklıselim açısından olumlu gelişmeydi ama İsrail karşı dezanformasyonu konuyu alabildiğine işledi. Türkiye de 12 Eylül darbesine uğrayan siyasal kesimler de, bunu iyi okuyamadıklarından dolayı toplumsal temellerini kaybettiler.

Açık ve net bir şekilde söyleyelim. Toplumsal ifsat olarak algıladığımız fıtrata aykırı yapılanmalar cahili toplumsal yapının ürünüdür. Gerçek suçlular, toplumun önde gelenleri yani Müstekbir Sistemdir. Bizim mücadelemiz, bozulmalara karşı ahlak polisliği değildir. Buna karşılık mücadeleyi yürütecek olanlar da kendilerini temizlemiş, cahili pisliklerden arındırılmış öncülerdir. Kesin ve net olarak, fıtrata aykırı guruplarla eylem ve söylem ortaklığımız, hatta benzerliğimiz dahi mümkün değildir. Diğer yandan yoz iktidarlara karşı mücadele yürüten, ama kendi yapıları ile saldırgan ve faşist/baskıcı yapılarla da işimiz olmaz. Eleştirilen ehven-i şer mantığı her ne kadar sadece devlet yanlısı olarak algılansa da, bu tür faşist söylemlere öykünmek ve onlar gibi hareket etmek de, o eleştirilen ehven-i şer mantığından ayrı değildir.

Mücadele eksenindeki sapmalardan arınmanın yanında temel problemimiz; İktidar ve yozlaşmaya dikkat çekilmelidir.

Çocuklarımıza soruyoruz “İleride nasıl bir hayat kuracaksın?”, verilen cevaplar içimizi bunaltıyor, sanki Samiri’nin buzağısını1 işaret ediyorlar. Sokaklarda dolaşan ve mağazaların vitrinlerinden dışarı fışkıran buzağı böğürtülerini duyuyoruz. Liberallerin seramonik/ibadete dönüşen zevk çığırtıları, hakkın sesinden daha baskın şimdilik ve özgürlük haykırışlarını da esir almışlar gibi.

Bireysel düşünenler ve toplu harekette bir türlü tutunamayan, hata dedektörleri gibi insanlar çoğaldı. Kusursuzluğun peşinden koşanlar, aşırı idealize etmenin marjinalliğinden bir türlü kurtulamıyorlar. Bu çözülme ta iliklerimize kadar işliyor.

Okulda derse giriyorum; Bir dönemin yasakladığı başörtülüler sınıfta ve ortalıkta bir dönemin yasakçılarının hezeyanlarından eser yok. Diğer yandan üzülerek söylemeliyim ki, hemen hemen tamamında, başörtüsü haricinde ayırt edici bir tesettür gözleyemedim. Değişimin mimarları neler yapıyor? Yasak üniversitelerde kalktı(!) gibi görünüyor. Yasağı kaldıran kahramanların(!) ilk ve ortaokullar için söyledikleri nereye oturuyor? Köşklerine oturdukları günden bu yana görüntülerindeki değişimi inceleyiniz. 18 yy Fransız saray aristokratları hanımlarının S biçimli, dar kıyafetleri bir sürecin görüntüsü galiba. “Ne olur, ne olmaz kapitalizm ve iktidar devşiremez belki, küçükten keselim önlerini” der gibi. Öyle ya! Kapitalizm tam yerleşmedi henüz, devlet faşizmi etkisi bu olsa gerek.

Üniversitelerde çoğunlukla dünün yasakçısı, Ergenekoncusu ve ulusalcısı rektörler atandı, hele bir tanesi 28 Şubat’ın ev sahipliğini yapan saltanat üyesi. Değişimi toplumdan değil de tepeden gerçekleştiren zihniyet onları devşirdi de,  devşirilenlerdeki zihniyet değişimini merak ediyorum. Atanmayan iki rektör adayını tanıyorum, “Başörtüsüne Özgürlük Bildirgesi” ne imza atanlardan.

İslam coğrafyasındaki Müslümanlar büyük beklentiler içinde. Onurlu görünen duruşla, Ortadoğu’nun çıbanbaşına zılgıtlar çekildi. Komşu devletler ve halkları yakınlaşmalardan memnun görünüyor. Oysa temelde değişim ne kadar? Dengeler ve dengelerin ilahları ne kadarına izin veriyor? İnşa edilen yeni sur (Füze kalkanı) kimleri birbirinden ayırıyor?

Birincil ve sert mücadelenin muhatabı, muhakkak ki zalimlerin zulmü’dür. Bunun yanında uzun soluklu ve asıl mücadele yozlaşan iktidarlara karşı değil mi? Dost görünenlerin zararı, düşman görünenlerden daha fazla değil mi? İktidarın müntesipleri, rüzgâr şimdilik arkanızdan esiyor. Ama hep böyle gitmeyecek ki.

Wikileaks denen bir sızıntı, dünya siyasetini sarsıyor, enformatik ve işlenmemiş bir bilgi henüz. Bir kısmımız, yenemediğimiz kendi korkularımızla kulaklarımızı tıkıyoruz. Korkularımızın onları ilahlaştırdığının farkına bile varmadan komplo diye kestirip atıyoruz. Kulak verenlerin bir kısmı da, toplumsal değişimin anahtarı, sosyal tabanı olan bir hareket varmış gibi, devrim çığlıkları atıyorlar. Oysa ortaya çıkan, Panteon’un2 ilahlarının kâğıttan kuleler gibi çöküşüdür o kadar. Bilgiyi kullanıp işleyemezseniz, bozulan büyünün yerine koyacak ne gerçekliğiniz var?

Bir sorunumuz var; Problem kişilerden mi, yoksa sistemden mi kaynaklanıyor?

Her iki problem iç içe, birlikte ya da birbirinden bağımsız mevcut olabilir mi?

Bir problemin önceliği, diğerinin ihmali mi gerektirir?

Sistemde problem varken, kişiler neden hedef alınır?

Diğer yandan sistemde problem olması, kişileri de değerlendirmemizi engeller mi?

Kişiler ve kurumlar, tümü ile olumlu ya da olumsuz olarak keskin çizgilerle tanımlanabilir mi?

Bir konudaki faaliyeti ile olumlu, başka bir konudaki faaliyeti ile olumsuz olamaz mı?

Bu tip kişilere karşı aldıkları kararlar arasında değişken tavır mümkün mü?

Bir kişi belirli bir konuda olumlu ve olumsuz kararlarını içi içe uyguluyorsa, güvensizlik ne safhadadır?

Doğruya doğru, eğriye eğri denecek değişken (daha doğrusu analitik) tavrımızı anlamayanları ne yapalım?

Bir mevkideki kişiyi beğenmiyoruz. O kişinin bir alternatifi kimdir?

Bizim tercih edeceğimiz bir kişi mi, yoksa daha da istenmeyen bir kişi mi?

Alternatif olan kişi sistemi daha çok ayakta tutacak ve köklü problemleri kalıcılaştıracak veya sistemi deşifre edecek faaliyetler içinde mi olacak?

Yine baskıcı olmayan ve size hamiyet gösteren kişi ve kurumlar, sizin hareket alanınızı genişletecek, buna karşı sistematik değişimi geciktirecek mi?

Her hamiyet gösterene biat mi edeceğiz?

Bir konuda hamiyet sahibi olanlar, başka konuda bizi esir mi alacaklar?

Her başkaldırana kahraman mı diyeceğiz?

Kirli sistemin mağduru mustazafların zaaflarına mı teslim olacağız?

Bütün bu soruların cevapları ve iyi analizleri bizim figüran ya da tez sahibi bir hareket halinde olduğumuzu gösterir. Bunlar tamamen sizin hareket stratejinize ve uygulanabilir tezlerinize bağlıdır. Mustazafların önderler olması ancak zaaflarından kurtulmaları ile mümkündür. Aksi halde rol modeliniz Lut Kavmini sapıklığına dalmış Eugene Delacroix’in tablosundaki bayrak tutan kadın 6 ile omuz omuza dururuz da, Kitap bize fayda vermez.

Köhnemiş Weimar Cumhuriyeti3 yerine geçmek isteyen Nazi SS kıtaları4, kahramanca(!) yumurta tokuşturuyorlar şimdi. İşçi sınıfımız yok ya! Burjuvazimizde oluşmadı. Narodnikler5 halkın değerleri ile çatışıp dururken, ayaklanma hayali peşindeler. Öykünmeci devrimci Müslümanlar kendi 68 likler kuşağını üretirlerken, İktidar da kendi burjuvazisini üretiyor. Altyapıyı oluşturamadık, üstyapı da bizden uzaklaştı.

Hâsılı kelam; Değişim Ulul Elbab7 yani zaaflarından sıyrılmış öncülerin önderliği ile gerçekleşir.

“Kitap, Ulul Elbab olan mirasçıları için yol gösterici ve öğüttür” Mü’min 53-54

Konu ile ilgili ipuçları için SAD suresini okuyalım;

“Üstünlüğe bağlı küfür içinde olanlar, iş işten geçtiğindeki feryatlarınız size kaçacak yer sağlamayacak

Uyarmak sizi şaşırtıyor mu, hâlbuki İlahımız tek değil mi?

Bağlılıkta inat ettiğiniz ilkeleriniz ve onların kirli ilişkilere dayalı değişik guruplardan oluşan dengeleriniz, Kitabın uyarısı ile muhakkak ki bozguna uğrayacaktır.

Zenginlikler ve hüküm sizin elinizde mi sandınız? Bir haykırış sizi yutacak

Üstünlükle elde ettiğiniz iktidar, sizi zalimleştiriyor. Dört çekerleriniz size adalet ve zikirden daha mı sevimli? haydi! Onları kaldırıp atabilecek misiniz? Ya iktidarınız bir cesede dönecek ya da teyid edilmiş bir basiret sahibi olacaksınız.

Müjdelenen diyar ancak bu ihlasla gelecek, hayırlı ve kendilerini korumuş öncülerin eliyle.

Ve ataletin azap içine sürüklediği Ulul Elbab/öncüler, kirlerden tasfiyenizi gerçekleştirin, susamış ve temizlenmek isteyenler sizden hareket bekliyor. Hareketlen ve kendi ayakların üzerinde koş.”

 

Dipnotlar:

1-           Samiri’nin buzağusu: Tüketim güdülerini ve serveti merkeze koyan sembol. (Taha 85-98)

2-           Panteon: Yunan mitolojisindeki Tanrılar Meclisi, yazıda sembolik olarak İlahlık taslayanlar kastedilmektedir.

3-           Weimar Cumhuriyeti: 1919-1933 yılları arasında liberal demokrasi amacı ile kurulmuş Alman Cumhuriyeti.

4-           Nazi SS kıtaları: Hitler’in hücum kıtaları. Hızlı, atak ve korkusuz kişilerden seçilip, karşıt toplantıları provake etmek için kuruldular. Sonraları Hitler faşizminin vurucu gücü haline geldi.

5-           Narodnikler: Rusya’da Komünist devrim öncesinde küçük burjuva topluluğunun kırsal kesime yerleşerek köylü ayaklanması yapmak isteyen gurubu. Halkın değerlerine uyum sağlayamadıklarından ve köylü psikolojisini bilmediklerinden başarısız oldular.

6-           Eugene Delacroix’in tablosundaki kadın: Fransız devriminin sembol portresindeki fahişe, Amerika’daki Özgürlük Heykelinin de rol modelidir.

7-           Ulul Elbab: Bilginin ve eylemin özüne sahip öncü kişiler olarak kullanılmıştır. Elbab: “Leb/dudak” kelimesinden türeme “Sözün Özü” ve “Sır” anlamına gelen “Lüb” kelimesinden türeme “İşin Sırrı” anlamlarında da kullanılır.