Genç Kuşaklar Mutasyon mu Geçiriyor?
Toplumsal Bozulmanın Kabahatlileri – 2
Modernleşme süreçlerinde doğan nesillerin kuşak veya jenerasyon olarak tanımlanması kapitalist ekonominin ve teknolojik gelişmelerin oluşturduğu seyre ve küresel pazardaki tüketim ihtiyacına göre biçimlendirilmesi anlamına da geliyor. Bilim, siyaset, demografi, ekonomi, sosyoloji ve klinik psikoloji alanlarında elde edilen verilerle nesiller sınıflandırılmaya çalışılıyor. Ama bu konuda en çok ailevi, cemaatsel veya toplumsal dayanışmaya karşı bireyi oluşturmaya çalışan liberalizm ideolojisi belirleyici oluyor.
Avrupa’da Euro sosyalizmini geliştirmeye çalışan 1968 gençlik kuşağına karşı, modern uygarlığı ve tüketim topluluğunu reddedip blues ve rock müziği oluşturan, yaşlanmadan ölmeyi arzulayıp protest bir tarz geliştirmeye çalışan Çiçek Çocukları (Hippilik) hareketi, bazı araştırmalara göre sefahata, uyuşturucuya alıştırılmış ve pasifize edilmiştir. Ayrıca lümpenleştirilen bu tarz gençlik akımlarıyla Euro sosyalizmine; Hinduizme ve Brahmanizme; ayrıca metafizik felsefeye ilgi gösteren eğiliminin önünde sosyal barikatlar oluşturulmaya çalışılmıştır. Yine bu jenerasyon teorisyenlerinin gündemleştirmeye çalıştıkları x, y ve z kuşağı tanımları da yönlendiricidir.
Önce 1965-1980 seneleri arasında doğan insanları, dine ve manevi değerlere, aileye bağlı, teknolojiye ilgilerinin sınırlı olduğu ve mesai saatlerine riayet eden bir nesil olarak “x kuşağı” şeklinde değerlendirdiler.
1980-1995 yıllarında doğan insanlar, mesai saatlerine riayetsiz ve uyumsuz, iş hayatında farklılıkları seven ve kurumsal bağlılıkları az olan, para harcamayı seven ve farklı düşüncelere açık olmayan jenerasyon olarak değerlendirilmiş ve bu nesle “y kuşağı” denmiştir.
1995-2010 yılları arasında doğan gençleri kapsayan nesle verilen isim ise “z kuşağı” olmuştur. Bu tarih içinde doğan çocuklar oyuncak yerine teknolojik aletler ve internet ile büyümüşlerdir. Daha çok alanla ilgilenip daha çok tüketmektedirler; hız tutkunu ve rekabetçidirler, e-ticarete oldukça yatkındırlar; toplumsal değerlere ve kurumlara mesafeli oldukları belirtilmekte veya telkin edilmektedir.
Jenerasyon teorisyenleri neredeyse x, y ve z kuşaklarını birbirinden etkilenerek gelişen bir mutasyon yani biyolojik gelişim sürecinin basamaklarıymış gibi ele alıyorlar. Bu küresel senaristler biyolojik yapıyla teknolojik bulguların birleşiminden oluşan ve ölümsüzlüğe yürüyen bir canlı türü kuşağı üretmeye çalışıyorlar. Ama bütün bu kurgular insanı tüketim süreçlerinin nesnesi yapmaya ve tüketmeye çalışıyor.
Şeytanın ve fücr eğiliminin yaratılışından beri hepimiz, çocuğu ve ebeveyni ile fıtrata ve vahye aykırı alışkanlık eğilimleri ve araçlarıyla, münkerle sınanıyoruz. Zira fıtratımızda fucra karşı takva ve Rabbimizi birleme potansiyeli var. Sadece zaman ve mekânın şartlarıyla bağlı olarak sınanma araçları değişiyor.
Küresel piyasanın ve şartların değişmesini doğru veya yanlış alışkanlıkların değişmesi olarak izah eden ilerlemeci anlayış, şartlar değişince temel normların da değişeceği inancını yaygınlaştırmaya çalışıyor; bu değişimler sürecinde insanın mutasyonu üzerinde duruyor. Fıtratı aşmaya kalkışan, insanın fiziksel ve bilişsel yeteneklerini artırarak, yaşlanma ve hastalanma gibi yönlerinin ortadan kaldırılmasını amaçlayan “transhümanizm” gibi senaryolar gündeme sokulmaya çalışılıyor. Z kuşağı kurgularından sonra, şimdi de biyolojik-teknolojik senteze yönelen mutasyon/değişim kurgusu küresel gündeme sokuluyor. Ayrıca insanların geliştirilmiş teknik araçlarla dijital alanla ilgilenmesinden ziyade dijital dünyanın içine girmesi istenerek “Metaverse” denilen sanal dünyalar içinde idrakler oyalanmak ve uyuşturulmak isteniyor. Hayatın gerçeklerinden ve hakikat arayışından uzak durmaya çalışanlar da hemen bu sanal alemin müşterisi oluyorlar.
İÇTİHADLAR / YORUMLAR DEĞİŞEBİLİR
VAHİY VE İNSAN FITRATI DEĞİŞMEZ
Seküler Batı paradigması ve kullandığı teknolojik-ekonomik tüketim kültürü dün olduğu gibi bugün de yeni ifsad şekilleri oluşturuyor ve modernite yeni paradigmasını en çok gençler üzerinde bilimsel kılıflı kültür emperyalizmi ile gerçekleştiriyor. Aileye aidiyetten kopuş, saygısızlık, bencillik, kariyer ve güç düşkünlüğü, ortak değerlerimiz karşısında lakaytlık gibi çözülme emareleri içinde olan gençlerimizi suçlayan ve mevcut tutumlarından yakınanlar bir özeleştiri olarak şu hususlara dikkat kesilmelidirler:
Çocukların yetişme süreçlerinde ne kadar tutarlı bir aile dayanışması ve şevkati oluşturdukları; zamanın şartlarına göre eğitim ilmihallerini şer’i ölçülerle ne kadar yeniledikleri; çocuğur bakımı, eğitimi ve oyunu için ne ölçüde sosyalleşilecek İslami ortamlar hazırlayıp hazırlayamadıkları; vd.
MÖ 4. yüzyılda yaşayan Aristo’nun şöyle dediği rivayet edilir: “Bugünlerde gençler kontrolden çıkmış durumda. Kaba bir şekilde yemek yiyorlar; yetişkinlere saygısızlar; ebeveynlerine karşı çıkıyorlar ve öğretmenlerini sinirlendiriyorlar.” Miladi binli yıllarda İmam Gazali de gençlerden şikayet ediyordu. Şimdi de x ve y kuşaklarından sonra genç z kuşağı kurguları içinde kabahatler zamana ve gençlere yıkılıyor. Ekonomik tüketime ve birey olma (individualism) felsefesine göre ayarlanmış bu eğreti kuşak tasniflerine göre değil, Rabbimizin ilahi vahyi ile getirdiği tevhidi esaslar gibi insan fıtratını biçimlendirdiği evrensel esaslara göre insanımızı ve gençlerimizi değerlendirmeli, sınırlı insan aklının mutlak belirleyicilik iddiasının bir şeytanlaşma teşebbüsü olduğunu hiçbir daim idrakimizden silikleştirmemeliyiz.
Aslında her dönemde gençler fıtri ve vahyi değerlerle müfsid eğilimlerin ve tahriklerin cazibesi ve ayartması karşısında tercih imtihanı ile karşıya kalmışlardır. Hak olsun batıl olsun eğitimin ilk hedefi de çocuklar ve gençlerdir. Sadece zamana göre bu imtihanın araçları değişmektedir. Gençler, çocukluktan itibaren iyi eğitim almadıklarında çözülmeyi, sapmaları daha çok yaşarlar. Onlar, rüşd yaşıyla beraber hayat yollarını seçme imtihanı ile karşı karşıya kalırlar. Bu imtihan Resullerin iyi eğitim almış çocukları için de geçerlidir. Sapma ve çözülme Adem Aleyhisselam’ın kardeşini öldüren oğlundan, Nuh ve Lut Aleyhisselamların ehlinden bazı kişilere kadar yaşanmıştır ve bilinmektedir. Nuh’un hakkı yalanlayan oğlu için Yüce Allah Hud Sûresinde temel ölçüyü koymuştur: "Ey Nuh! O senin ehlinden değildir.” (11/46) Nebi’nin oğlu da olsa, gereğince sevgi içinde eğitilse de, çocuk gençlik yaşına adım attığında kendi kararını kendi vermeye de adım atar. Büyüklerin sorumluluğu, çocukların eğitim yaşında ölçü edinilecek alt yapıyı doğru oluşturabilmeleri ve onları rüşd yaşına temel İslami ve fıtri değerleri bilmiş olarak hazırlayabilmelerindedir.
Avrupa’da kilisenin zulmüne karşı çıkmak için oluşturulan seküler ve ben-merkezci (individualist) siyasi, iktisadi ve kültürel akım, bugünkü iletişim çağında hız ve haz tutkusunu körükleyen bilinemezci veya teist ve deist hatta ateist eğilimleri teşvik etmektedir. Modernitenin bu yeni akımı küreselleşme rüzgârıyla beraber liberalizmin Rabbimizin haram ve helal sınırlarını eskilerin masalları (esâtiru’l-evvelin) (8/31; 16/24) kabul ederek toplumu egoist, ölçü tanımaz ve kayıtsız “birey”lere dönüştürme çabasına evrilmiş durumdadır. Bu bireycilik ekonomi piyasasında olsun, sosyal ilişkilerde olsun kişilerin nefislerini ve menfaatlerini kutsamalarına veya ilahlaştırmalarına kapı açmaktadır. Ondan sonra ise “Benim kararırım”, “Benim bedenim”, “Ben böyle istiyorum” teraneleri ile adeta bireylerin ilahlaştırıldığı bir güzergâh oluşturulmaktadır.
2003’ten sonra Türkiye’de her sene yıllık LGBT yürüyüşleri yapıldı. 2013 yılında Alman bakanların katılımı, CHP ve HDP’nin kitle desteği ile Taksim’den İstiklal caddesine doğru “LGBT Onur Yürüyüşü” adı altında on binlerce izzetsizin iştiraki ile gerçekleştirilen pespayelik ancak izzetli insanların ve Müslümanların tepkilerinden sonra Hükümet’in uyguladığı kısmi engellerle karşılaşabildi. 2011 yılında internette 138 kelimenin BTK tarafından filtrelenmesine karşı Beyoğlu İstiklal Caddesinde protesto yürüyüşü yapan ulusalcı-liberal-solcu-LBGT’li gençlik, ‘Pornoma Dokunma’ pankart ve dövizleriyle lümpenlik ve ahlaksızlık protestolarında bulundu. 2014 Mayıs’ının son günlerinde gündeme gelen “Gezi Olayları”nda LGBT yürüyüşlerinde yaşanan uygulamalı görsel rezillik bir kere daha kendini sergileme imkânı bulabildi. Kadına şiddeti önleme teziyle hazırlanan ama Batılı dünya görüşünün ve kültür emperyalizminin değerlerini içinde barındıran 2011 “İstanbul Sözleşmesi”nin de yeşil ışık yaktığı yozlaşma süreçleriyle birlikte cinsel sapıklık ve sapkınlık taşıyan tv dizileri ve sinema filimleri AB fonlarınca desteklendi. Adeta 1926’da Batılı kanunların Türkçeye intihali ile yapılan operasyon kendini yenilemeye başladı.
Seküler ve ilerlemeci telakkileriyle iletişim çağında hakimiyetini sürdüren Batılı hayat tarzı sadece hazzı ve hızı körüklemiyor; bireyciliği de mahrem olanın sergilenmesini de, sapık cinsel yönelimleri de akademyayı ve medyayı kullanan toplumsal mühendisliklerle birlikte yaygınlaştırmaya; hakikat arayışını tahrife, helal ve haram sınırlarını değiştirmeye çalışıyor. Yozlaştırıyor, kısırlaştırıyor, gdo’lu ürünlerle insanlığın genleriyle oynuyor.
Küresel sermayedarlar, oligarklar, müstekbirler için büyüyen dünya nüfusu engellenmesi gereken sürüler olarak görülüyor. Müslümanlara, siyah derililere ve tüm müstezaflara zaten parya muamelesi yapılıyor. Çağdaş egemenlerin taşıdıkları ve yaşadıkları paradigma gereği ilahi ve insani üst değerleri yok. Demokrasi ve hukuk söylemini de, insan hakları söylemini de emperyalizmin bir çeşidi olarak kullanıyorlar. Çağdaş “mele ve mütref” takımının 8 milyara yaklaşan dünya nüfusunu nükleer savaşlarla değil, neslin ve fıtratın tahribatıyla eriteceklerine dair birçok beyanları söz konusu. Kendimiz ve ehlimiz bu şeytani güçler ve şeytanlaşma süreci karşısında bilgilenmeli ve tavra dönüşen bir bilinçlenme çabası içinde olabilmeliyiz.
Gençlerimiz ve insanlarımız kendilerine dijital iletişim çağının sunduğu sanal alemle fazlasıyla iç içe geçmiş durumdadırlar. Gençlerin birçoğu ellerindeki iletişim aletleriyle izledikleri videoları 2x hızında izliyorlar. Bu hızla daha fazlasına ulaşmak için gittikçe sanal alemin içine yuvarlanıyor ve anlam arayışını kaybediyorlar. Bu hız tutkusu içinde öğretmenlerinin de ebeveynlerinin de anlatı, uyarı ve tavsiyelerini dinlemeye tahammül gösteremiyorlar.
Biz Müslümanlar temyiz yaşına, rüşd yaşına adım atan çocuklarımızdan veya akil baliğ olan ehlimizden anlam arayışı içinde olmalarını bekliyoruz. Ama sanal alemin internet veya sosyal medya ağlarıyla oluşturduğu bağımlılık ev içinde aile bağlarını bile sekteye uğratıyor. Bu nedenle de evlerimizde çoğunlukla yeterince tanımlanamayan sorunlar yaşanıyor. Oysa ev beraberliği, ümmet bağımızın en önemli ve küçük birimi veya tuğlasıdır. Rabbimiz buyuruyor: “Allah kendi yolunda bir duvarın taşları gibi kenetlenip (bunyanun mersus) saf tutarak savaşanları sever.” (61/4) buyuruyor. Duvarımızın iyi örülmesi için tuğlalarımızın iyi olması gerekli.
İyi bir aile için iyi bir dayanışma ve uyulması gereken kurallar olması gerekir. Bu nedenle de Rabbimizin anne-baba arasında sütten kesme kararının şûra ile yani “teşavur” (2/233) ile alınmasını tavsiye ettiği birlikte iş yapabilme örneğini, aile içinde genel kurala dönüştürebilmeliyiz. Ancak bireyciliği teşvik eden ayartıcı küresel tusinaminin bütün aile bireylerini yutmaya çalıştığı bir sürece direniş gösterebilmek amacıyla aile için tek taraflı kural konmasının içselleştirileme sıkıntılarına maruz kalacağının da görülmesi gerekir. Aile dayanışmasını ve sosyal iletişimini güçlendirecek kuralların teşavur anlayışı içinde ailedeki temyiz gücüne sahip bütün bireylerin katılımcı olduğu bir anlaşmayla gerçekleştirilmesi maksada uygun olacaktır. Aile içinde iletişimin güçlenmesi ve sürekliliği kuralların sahici ve katılımcı bir tarzda çatılmasıyla sürdürülebilmektedir.
Aile içinde şımartmayan ve riyadan arındırılmış tutarlı sevgi bağları beraberinde saygıyı da getirecektir. Sorunları aile içinde güven içinde konuşabilmek, üyeler arasında bazı yanlışlar yaşansa bile iletişim bağlarından vazgeçmemeyi gerektirmektedir. Hatalar veya yanlışlar nedeniyle ev içinde diyaloglar kesilmemeli, âdabla ve nezaket içinde konuşmaya devam edilebilmelidir.
Aile üyelerinden bazılarının giyim tarzından yalan söylemeye, yanlış cinsel yönelimlerden dijital bağımlılığa ve bencillik hastalığına kadar iletişim çağının müfsid değerlerinden etkilense de ümid kesilmemeli, hayırlı gelecek beklentisinden ısrarla vazgeçilmemelidir. Bunun için etkili iletişimin vahiyle ve fıtratla barışık pedagojik ve psikolojik birikiminden yararlanılmalıdır. İyi bir tebliğcinin muhatabıyla doğru bir empati kuran kişi olması gerektiği veya fahri bir psikolog gibi davranması gerekliliği unutulmamalıdır. “Usvetu’l hasene” olan Resulullah (s)’in ehli ile olan sıkıntıları gidermeye çalışmasındaki sünnetinde dayak yöntemi yerine insani ve fıtri çözümler üretmeye çalıştığı apaçıktır. Ayrıca başarılarımızda “ben yaptım” yerine “Allah’ın lütfuyla gerçekleştirdik” ifadesini öncelemeyi her daim tercih etmeliyiz.
Rabbimiz her türlü ifsada, şeytani tuzaklara, dünyevileşme belasına, nefsimizin tuğyanına, ehlimizin idraksizliğine karşı bizlere secde bilincini taşımayı ve hidayet yollarını kolaylaştırsın. Rabbimiz nefsimize, ehlimize ve insanlara karşı bizlere hitapta, üslupta, ilişkilerde hilm, tevazu, sabır ve dirayet; hak olan bilgilerle de kendimizi geliştirmeyi ve yenilemeyi nasip eylesin.
Küresel ve ulusal ifsad karşısında idealimiz, hakka yönelen ve onunla adalet yapan ümmet nüvelerini (7/181) kurumlaştırabilmek ve bu nüvelerin İslami şahsiyetleri ve tanıkları olabilmek olmalıdır.
Vuslat, Ağustos 2022